- 1001 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Esrarlı Bekleyişler
Not: Olmak Şehrinde Şey Olmak adlı öykünün devamıdır…
ESRARLI BEKLEYİŞLER
Her şeyi yazmak istiyorum, kendime bu uğraşı bulmasaydım sanıyorum can sıkıntısından ölürdüm. Kelimeler kalemimin ucunda kağıda dökülürken daha bir huzur verici, daha bir olağan biçime girecek, hayale kabusa daha az benzeyecekler sanıyorum. Yazmak beni avutacak, içimdeki ateşi söndürecek, anılarımı acı hayallerimi bir işe bir uğraşa döndürecektir. Elli üç yaşımın son günlerini yaşıyorken aklımda sadece senin olman, heyecanla, coşkunlukla sadece seni anmam, seni beklemem ne garip aslında!...Bunca yaşanmış şey varken yüreklerimiz hala ne hızlı çarpıyor. Hiç durmayacakmış gibi. Önümüzde göz alabildiğine uzanan deniz, ağaçlar, çiçekler var. Birbirimizi görmemize engel olan taş yığınları içimizi karartmıyor. Odalarda, bahçelerde, denizde, kumsalda birbirimizi göreceğiz köşeler noktalar yaratıyoruz. Farkında mısın bilmem? Karşımızdaki adaların denizdeki aksi, her ağacın salınışı, her yaprağın oynayışı, asılan her çamaşırın kıpırtısı, her deniz dalgası, geceleri birbirimizin yüzü oluyor ve sen bana aşkla bakıyorsun kayboluyoruz bu bakışlarda, ne güzel!..ne tatlı zamanlar bunlar!...Hiç bitmeyecekmiş gibi bakışıyoruz!...Hiç bitmemesi için birbirimize sarılıyoruz uzaktan uzağa, sanki biz yaşadıklarımızı çekici bir şey olarak görüyor, bizi birbirimize çeken bu esrarı aramak için başımıza geleceklerle tanışmaktan hoşlanıyoruz. Her çiçeğin, her çalının, her ağacın arkasında bizim için esrarlı bilemediğimiz bir bekleyiş var sanki. Masal dünyası, hayal dünyası, gerçekle iç içe. Akşam sisi koyulaşıp, denizin çakıllı kıyısına yapışmış gibi duran çalıların dallarında küme, küme biriktirdiği zamanları yazmak için odama gidiyorum. Odamda cama dayanıp, elimi uzatıp, merakla uzaklara bakıp, sisin içinden çıkıp, yanıma geleceğini hayal ediyorum. Sislerin arasından çıkıp yanıma geliyorsun. ‘Bizimi yazıyorsun?‘ Diye soruyorsun. Yolculuğa çıkıyoruz, Olmak Şehrine doğru yol alıyoruz. Bu aynı zaman da benim için okyanusun kalbine doğruda bir yolculuk olacak!...Bu yolculukta birbirimizin bilemediğimiz yüzleri ile tanışacağız.! Neden okyanusa yolculuk yapıyorsunuz?’ diye soruyorsanız sevgili okurlar!...Dinleyin. Kitab ı Dede Korkut’un eserlerindeki önemli kişilerinde dediği gibi ‘Su Allahın yüzünü görmüştü, bizde bu su ile konuşacaktık. Eski Şamanist Türk toplumlarında da Şamanın bir ayna vasıtasıyla tanrıyla veya ruhlarla konuşabildiğine inanması gibi bir şey yani insanların yüzlerine taktıkları maskeler suda yansıyan birer suret gibiydiler. Temsil ettikleri mitolojik varlığın gerçek görünüşü olarak saygı görüyor ve algılanıyorlardı. Maskeyi takan tanrı olarak kendini görüyordu. Ritüellerde görüntünün insanın yüzüne taktığı bir maskeden oluştuğu gerçeği unutulur hem olayın, hem izleyicilerin, hem oyuncunun, duygularına tam etki etmesi sağlanırdı. Bende ; yazarken kahramanlarımla oluşturduğum dünyada, hayalin, esrarın, mucizenin gerçekleşmesi için gerçek dünyadan koparım. Benimle birlikte, bilgisayarının başında benim hikayelerimi okumak için yola çıkan okurlarda esrarın ve gizin peşinde sürüklenerek ‘Olmak Şehrinde Şey Olmak’ yolundadırlar. Yani normal dünyevi evrenin mantığından kopulur, her şeyin inandırma mantığıyla var olduğu bir evrene geçilir. Bu yolla, dünya sıradanlıktan bir anda mucizeye dönüşür. Yapacağım yüzle yüzleşme, yani hem onunla karşılaşma, hem de ona kapılıp tek bir yüz olma, olgunlaşma!...Bu mistik çabadaki hedefim ; benlik damgasının bütününün okyanus da erimesidir. Nefsinden sıyrılmak ve yüze kapılmaktır. Bu da karşılıklı bir yansıma ve yansıtma ilişkisi ile mümkündür. Çünkü yüz kalbinde aynasıdır. Hikayelerimdeki kahramanlarımın yüzleri ya yüreklerinin iyi nitelikleri ile parlayacak yada kötülüğü yüzünden kararacaktı. Nasıl ki aynanın doğasında parıldamak olduğu gibi, bütün varlıklarda kökenlerinde manevi bir ışığı yansıtırlardı. Ancak tutkular aynayı kararttığı zaman üzeri sanki tozla kaplanır ya tıpkı onun gibi yanlış düşüncelerin üstesinden gelindiğinde ve bu düşünceler yok edildiğinde de, tutkularda geri plana çekilir, o zaman kalp doğası gereği aydınlanır ve bilinmedik bir şey kalmazdı. Bu tıpkı bir aynayı, camı parlatmaya, sırlamaya benzerdi. Bunun için bende, okyanusa anahtarlar atan kahramanlarımın tutkularını dinleyip, benim okyanusumda, onları eritecektim. Sonunda öyle bir anahtar bulacaktım ki o zaten kalbime kazılı olan anahtar olacaktı. Her şey ilk kahramanım ‘Bay K’ ile başladı. Her şey onun ile oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı. İsminin neden ‘K’ olduğunu sorduğumda’ sen yazı yazansın, kalem tanrı kelamını yazıya geçirdiği için, kelamla kitap arasındaki temel direği oluşturduğum için, yazdığın hikaye deki kahramanın olduğum için. Ben senin kaleminim, kelamınım, kahramanının, kitabınım , kutsal noktanı bulanınım, kaderinim sende benim kağıdımsın, bunlarında baş harfi ‘K’. Bu aynı zamanda çıktığımız yolda olmak istediklerimiz, senin ‘şeyin olmak’ içinde bak’ , gör, aşılmaz görüneni aşacağım, geçilmez yolları geçeceğim, kendimi bilmeye yönelik her şeyi yapacağım. Hakikate doğru yapılan manevi yolculuktaki, dairesel çizgilerimi göreceksin. Çünkü yolcu olma halim yaradılışımdan beri üzerimde taşıdığım nitelik. Seninle yapacağım yolculukta kim olduğumu kavrayacağım ki bununda sen anlatacaksın, yazacaksın,’ dedi. Bende ona’ Okyanusumda derin dalgalar var, önce bunu kendi gözlerinle gör, sonra kendini o dalgalar zannet, daha sonrada okyanusta o dalgaları erit, senden geride çizdiğin daire kalır bende. Daireyi tamamladığımız zaman yolculuğumuzda sona erecektir, bu durumda zaten birleşmiş olacağız ki buda seninle birlikte kutsal noktayı bulmamız demektir. Bu noktadan sonra, artık kelam ve kalem vaktidir. Hikayenin ilk noktasını koymam demektir. Ben zaten varlıkların aslı, nokta diyenlerdenim. Bu nokta, hem vardır, hem yoktur. Kalem ve kağıdım elimde, sözden yola çıkarak, imgeye ulaşarak, yazıyla ifade etmek kalır geride. Canlandıracağım deseni, sözcüğü veya metni söyletirken bir yandan da figüre bir dil verecek onu alfabetikleştireceğim. Bunu yaparken görüntüyü büyük ölçüde belki yitireceğim amma, portremi yani kahramanımı anlamın içine sızan bir form gibi göstereceğim. Yüzü bir dille, dili de bir yüzle anlatacağım. O nu harflerin sayıların da yardımıyla, toplumca amaçlananın ötesinde anlamlar çıkaran bir yüz (görünen) gibi okuma biçimine dönüştüreceğim. Senden aldığım ilhamla bazı günler kelimelerin ve harflerin dilini kalemimle o kadar kolay dile getirirdim ki kendime şaşardım, evrenin yaradılışı harf ve unsurlar halinde ritüellerde vahiy olarak inmişti peygamberlere. Yazdıklarımla gerçek dünyadan koparken mucizenin gerçekleşmesi için her gece dua ederdim. Çünkü mucizelere sadece tanrı sebep olabilirdi, benim yazmamı ürettirmen tıpkı, yaratıcının yarattığı üreme gücüne benziyordu. Gerçek dünyadaki üreme gücü müthiş bir şeydi. Koç ya da keçi başı, bereket tanrısı ya da şeytan başı ile simgelenirlerdi. Ürerken yapılanlar, boşalmalar, dua edilen törenler gibiydi. Kadının rahminde bir hayat üretmesi onu kutsal kılıyordu. Cinsel birleşme insan ruhunun iki yarısının erkek ve dişi birleşmesi anlamına geliyordu. Böylece erkek ruhani bütünlüğe ulaşıyor ve tanrıyı paylaşıyordu. Gerçek hayattaki en büyük mucize seksle gerçekleşiyordu. Bende onu yazacaktım yaşatmış, yaşamış gibi!...Yapacağım; dış gerçeklikten iç gerçekliğe gitmek, söze ayrı bir anlam vermek, onu başlangıcına kaynağına geri götürmekti. En sonunda ruha hitap ederek manevi özü kavramayı anlatacaktım. Onu kalemimle (bay K ile) yazacak oku diyerek komutan edasıyla emredecektim , ama okudukları kendinin yansıması olan dünyanın, evrenin okunması olacaktı. Çünkü mutlak varlık, insanın sükun haline, şehvetin uyanışı da mutlak varlığın kendini bilmesine karşılık geliyordu. O benim kalemim bende onun kağıdı idim. Onun aklıyla benimde ruhumla yürüteceğimiz, kalemin kağıt üzerine yazılışı, dölün rahim içindeki etkinliğine benziyordu, ayrıntılı bilginin mazharları olan harfler, kalemin haznesindeki mürekkepte potansiyel olarak vardı. Orada durduğu sürece duyular alemine çıkamıyor dolayısıyla bilinemiyordu. Fakat mürekkep kalemle kağıda geçtiği zaman harfler tek, tek zuhur ediyordu. Mürekkep yaratmanın ilk ve henüz farklılaşmamış imkanını harfler ise yaratmanın belirsiz farklılaşmasının yansımasıydı. Bu durum da imkanı sen bana vereceksim ki bu da isimlerinin ve sırlarının tümünü benimle paylaşman demekti. Kalemimden fışkıran harfler ( yani sen) kağıt üzerinde ( yani ben) varlık üstü varlıklar çıkaracaktık. Cinsel ilişkiye girer gibi haz alacaktık. Cinsel birleşmenin doğurduğu haz ve kendinden geçme; insani olanın içine ilahi olanın bir akınını belirttiğine göre bu haz ilahi tabiattan bir şeyler taşımaktaydı. Ve bizde doğal olarak hep bunu isteyecektik. Cinsel hazla kendimizden geçme duygusu gerçekte tanrıdan bize gelirdi ve ona aitti. Erotik yaşam hem vecd hem çoşku içerirdi. Benliği sınırlarının ötesine taşıyarak bir tür tini güçle doldururdu. Bu arada beden hem algılayan, hem de algılanandı. Ayrıca hem maddi bir organizmaydı hem de cinsellik ile yüklüydü. Cinsellik kutsaldı, çünkü o bedende yuvalanmış varlıkla bir buluşma fırsatıydı. Orgazm egonun erimesiyle yaklaştığı, tinsel boyuta açıldığı uç bir varlık durumuydu. Kahramanım bay (K) ile ben ne olacağımızı bir türlü bilemiyorduk. Ritüellerde birleşme anlamındaki evlilik dinsel bir ibadetti. Cinsel birleşim dişi ile erkeğin tanrıyı deneyimlediği bir ibadetti.. Kutsal dişiyi tanımadığı müddetçe erkek, ruhunun tamamlanmadığına inanırdı. Dişi ile sağlanan fiziksel birleşim erkeğin ruhani açıdan tamamlanmasıyla birlikte tanrıyı bilmesinin de tek yoluydu. Erkek kadınla birleşerek zihnini tamamen boşaltır ve tanrıyı anlayabildiği zirve anına ulaşabiliyordu. Kadın ise bunu her zaman yapamıyordu. Zirveyi birlikte bulmak, son noktayı koymak için bay (K) ile birbirimizden zaman istedik. Bundan sonraki yolculuğumuz ‘ Okyanusta Son Nokta’ adlı öyküde devam edecek!...Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ
08.09.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.