Türkçe'nin en güzel sözcüğü: ANA
Bir ara Türkçe’nin en güzel sözcüğü hangisi diye bir anket yapılmıştı.
Barış, özgürlük, sevgi, aşk, özlem, gül, saygı, su, mutluluk, tebessüm, hoşgörü, umut gibi sözcükler arasında herkes bir şeyler söyledi.
Bu ankette en çok oyu hangisi aldı bilmiyorum ama; bana göre Türkçe’de “Ana”
kadar güzel bir kelime yok.
Anadil… Anavatan… Anafikir… Anayasa… Anakara… Anaokulu… Anakent… Anayol… Anasütü… Anasayfa…
Eskiden sadece kitaplarda yazılıydı, ya da büyükler nasihat ederdi “İçki, tüm kötülüklerin anasıdır” diye… Şimdilerde duvarlara yazılıyor ve de camilerin giriş kapılarının üstüne, haykıran puntolarla…
Fakat bakıyoruz; içki genel anlamda kullanılıyor. Aslında bence rakıyı biradan, viskiden, şampanyadan, kımızdan, tekiladan, şaraptan ayırmak lâzım.
Şahsen rakının kötülüklere yol açtığı düşüncesinde değilim. Hatta “adam gibi” içildiğinde iyiliklere, güzelliklere vesile olduğu kanaatindeyim.
Şöyle ki;
Mesela iki kadeh atınca, “N’olacak bu memleketin hâli” demeye başlarız ve memleket sevgisi kabarır içimizde, sohbetimizin konusu da hâliyle hep memleket sorunları olur:.. Kötü bir şey mi bu? Sonra, normal zamanda ağzından kerpedenle laf alamadığınız adamın çenesi açılır, ne var ne yok anlatır size. Karşınızda pel pel bakan, dinliyor gibi yapan bir adam mı istersiniz, yoksa, güzel güzel sohbet edeceğiniz bir arkadaş mı? Burada asıl mesele içkinin “ağızla” içilmesi, yani içmeyi bilmek…
Sonra… Bu yazıyı yazanlar, hiç Boşnaklar’ın yaptığı mezeden yedi mi acaba?
Bogome (Boşnakça’da “Allah için” demek) meze ustası adamlar; içmesen bile mezeyi yemeye doyamıyorsun. Şahsen ben o mezeleri ilk yediğimde, “Bu insanlar için Sırplar’a niye savaş açmadık ki” diye düşünmeye başladım.
Hatta “Bosna Hersek’e gönüllü savaşçı alsalar da gitsem” diye geçti içimden…
3 yanımızın denizlerle, 5 yanımızın düşmanlarla çevrildiği bir ülkenin evlâdı olarak, sırf bu mezelerden dolayı çok seviyorum bu adamları… Bir zamanlar MHP’li bir tanıdığım, ilk defa Rus salatası yediğinde “12 Eylül’den önce bu salatanın bu kadar güzel olduğunu bilsem, kesinlikle komünist olurdum” dediği gibi, ben de mesela Rum mezelerinin tadını zamanında keşfetseydim, kesinlikle Kıbrıs konusunda daha tâvizkâr politikadan yana olurdum valla. Azıcık lezzetten anlayanlar, onun hatırına Musul-Kerkük’ten de vazgeçer, Eflak-Boğdan’dan da; yeter ki Misak-ı Milli sınırlarımıza göz dikilmesin.
Küçücük coğrafyaya ve nüfusa sahip Arnavutluk’un dünyaca tanınmasının nedeni ne dersiniz? O Arnavut ciğeri var ya… Her dubleden sonra yemeye doyulmayan.
İşte tüm marifet Arnavut ciğerinde. Yani, bir mezenin bir ülkeyi Dünya çapında yücelten bir özelliğini nasıl görmezlikten geliriz yahu…
En önemlisi de, madem rakı içilmeyecek, dünyada tonlarca balık niye tutuluyor Allah aşkına? Balık, bir mideye inmiş, beklemiş beklemiş arkadan rakı gelecek diye… Gelmeyince, “Herhalde beni bir öküz yedi” demiş. Zaten sadece balık değil, kavun yetiştirmeye, beyaz peynir imâl etmeye ne gerek var ki, rakı olmayınca?..
Hele hele, çiğ köfteyi rakısız yemenin ne kadar büyük bir vebale yol açacağının bilinmemesi, abesle iştigal. Onun vebalini, okullar yaptırsanız, fakirler sevindirseniz, çeşmeler, kervansaraylar, hanlar inşa etseniz ödeyemezsiniz…Cayır cayır yanarız, Allah adamı taş eder tövbeler olsun.
Tabi genel anlamda içki neyse de, adam gibi rakı içilmesine karşı çıkanlar, rakının bu birleştirici, uluslararası kardeşliği teşvik edici, ruhları güzelleştirici, memleketi düşündürücü yanlarını pek hesap etmeyince de “İçki, tüm kötülüklerin anasıdır” deyip çıkıyorlar işin içinden… Bir daha söylemekte sayısız fayda var. Türkçe’nin en güzel sözcüğü “ana”dır ve “Ana gibi yâr olmaz”…
Mehmet Atılgan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.