- 981 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PAVYON SENİN NEYİNE...
“Pavyon senin neyine Kamil. Otur oturduğun yerde. Binin yarısı beş yüz o da sende yok” diye düşünüp söylenmekten pavyon sefası zehir oldu. İçime bir kurt düştü. Ya cüzdan düştüyse. Ya da karım, bu denli fazla para taşımamdan huylanıp ceplerimi boşalttıysa. Hadi hepsi olmadı, kapıya dayanan icra memurlarına ne söyleyecektim? Karşılarında ağlasam ve diz çöksem:
“Bu yaşıma geldim, pavyon nedir bilmem. Arkadaşlar arasında ne zaman bir pavyon söyleşisi açılsa başımı eğerim. Ağzımın suyu akardı, yüzümü kimse görmediğinden anlamazlar. Ben de insanım, benim de canım var” desem ne olur?
Bana acıdıklarını, yanaklarımdan öpüp, “İnsanlık öldü mü Kamil Bey? Üzülmeyin bir yolunu bulup, işi bitiririz” diyerek gittiklerini varsayalım. Yarın gazeteler, bir dizimde sarışın, öbür dizimde bir esmerle fotoğrafımı yayınlayıp, “Yedi, içti eğlendi. Beş para vermeyince dayağı yedi” diye başlık attıklarında Müdür Bey’e ne söyleyeceğim? Ne söyleyeceğimi şimdiden düşünmeli dokunaklı bir konuşma yapmalıyım.
“Biliyorsunuz Müdür Bey, biz siyaset yapamayız. Herhangi bir partiye ya da derneğe üye olamayız. Grev yok, sakal yok. Allah sizi inandırsın, siyasetle uğraşıyor demesinler diye, eve gazete bile almam. Dost var, düşman var. Bir iftiraya kurban gitmemek için parti ya da dernek binalarının önünden geçmem. Şu dünyaya eşek geldik, eşek gidiyoruz. Ne olmuş yani kırk yılda bir pavyona gittiysek?”
Az çok biliyorum ne söyleyeceğini.
“Eşeğin pavyonda ne işi var, Kamil Bey? Yakıştıramadım doğrusu !..” diyecek.
En kısa zamanda bir ek gelir, yan gelir, avanta gelir, vs. gelir gibi bir şey bulmalıyım. Aksi halde daha çok pavyon sefası zehir olur.
Ne olursa olsun, yarın havama kimse dayanamaz. Ne yapıp, yapıp pavyon lafını açmalıyım.
“Bir duble viskiden sonra yanımdaki karı bana kesildi, iyi mi? Beni buradan çıkar diye tutturdu. Bir duyan olacak, neredeyse başım belaya girecek. Oradan kalktık, karının evine gittik. Otuzbin lira içki, beşbin lira bahşiş bırakmışım tabii. Karı yatak odasında süslenirken, terzisi geldi. Bir elinde elbise, bir elinde fatura. Seksenbeş bin lirayı da orda bastırdım. Sonra..Anlarsınız ya..”
İnanırlar mı bilmem. Yemin etsem başım ağrımaz. Pavyondayız işte..
Bu sıkıntılar içinde “Off !.” çekerken masallardaki gibi bir dudağı yerde, bir dudağı gökte olan bir devin çıkmasını ve “Dile benden ne dilersen Kamil Bey” demesini çok istiyordum.
İçkiden mi mayıştım, yoksa eğlenceden mi bilmiyorum. Masallardaki gibi olmasa bile benzeri bir dev karşıma oturmuş da hiç ayrımında değilim.
“Saatlerdir izliyorum, iki çift laf etmediniz. Mademki etmediniz, ben edeyim dedim. Biliyor musunuz, okul arkadaşım Kamil’e çok benziyorsunuz..” dedi.
“Olabilir, ben sizi tanımıyorum kardeşim” diyebildim. Çünkü, aklımda hep yarın ya da öbür gün olacaklar var. Ancak, şu bir gerçek ki okul arkadaşım ayı Rüstem’i tanımamazlıktan geldiğim için kendimi hiç affetmeyeceğim.
“İnsan insana benzer. Beni dertlerimle bırakırsanız iyi olur” diyerek, yanımdan savmak istedim.
O, sözlerine devam etti:
“Yarım saatliğine arkadaşım Kamil olun. Beni o eski mutlu günlere götürün. Ne isterseniz vereyim. Rica ediyorum”
“Hesabı ver, başka bir şey istemem” diye nasıl derim?
O eski mutlu günlere gitmeyi ben de çok istiyordum. Yarım saatlik dostluğu kabul ettim. Daha çok o konuştu, ben dinledim.
“Pırıl pırıl bir çocuktun. Okulun en çalışkanı olduğundan hepimiz seni kıskanırdık. Şimdi, devletin hangi önemli makamında bulunuyorsun kim bilir?”
Çok güzel konuşuyordu. Çok mutluydum. Sözünü hiç kesmedim.
“Bana gelince, yüksek tahsil yapmadım. Ama hap yaptım para kaptım. Mutluluğum dışında her şeyim var. Serbest çalışıyorum. Amacımız halka hizmet. İcabında, kedi etinden yapılma lahmacun bile sattım. Neden? Halkı doyurmak için.. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yatırlar, babalar, dilek kuyuları yaptırdım. İşlerinin açılması için sen de gitmişsindir Hıdır Baba’ya. Ya da dilek kuyusuna para atmışsındır. Niye yaptık bunları? Halk, umutsuz ve hayalsiz yaşayabilir mi Kamilciğim? Maksat birkaç kuruş kazanmak ve halk için çalışmak. Bir de derler ki memlekette iş yok. Onu söyleyen halt etmiş. Allah’a çok şükür, işi büyüttüm şimdilerde. Halkın protein ihtiyacını karşılamak amacıyla at, eşek ne bulursak alıp sucuk imal ediyoruz. Son kestiğim eşek biraz zorluk çıkardı da.. Dudaklarımın şişliği, yediğim çifteden. Masallardaki bir dudağı yerde, bir dudağı gökte devlere benzemişim değil mi”
Gülüştük..
“Hadi biraz da sen anlat” dedi.
Bir bir döktüm içimi.
“Bildiğin gibi değil arkadaşım. Arkamız olmadığından önemli bir makama gelemedik. Bir masanın arkasında sıkışıp kaldık. Sınıfları birincilikle boşuna bitirmişim. Yokluk halimizle, kağıdı kalemi boşuna tüketmişim. Hiçbir şeyim eksik değildi. Nereden bilebilirdim, sabahlara dek enerji savurganlığı yaptığımı. Zannettiğin gibi ne bir imzam var, ne de mühürüm. Sadece paraf atarım o kadar”
“Vay Kamilciğim vay” diyerek üzüntüsünü belirtti.
“Vay ki ne vay, Rüstem..” derken başka bir şey gelmiyordu elimden.
“Seni yanıma alayım. Yeni bir işe başlıyorum. Genel müdürüm olmak istemez misin? İmza ise imza, mühürse mühür, ne istersen sende olacak”
Demek şans bir gün bize de gülecekti. Öneriyi kabul ettim.
“Büyük şehirlerin garajlarındaki tuvaletleri ben işleteceğim. Kolay değil, güvenilir bir yardımcıya ihtiyacım var. Hem tuvalete de para ödemezsin” dedi.
Şaşkınlığımdan,
“Sahi mi” demişim.
“Sahi tabii” diye yanıtladı.
“İmza atacak mıyım?”
“Attırırım tabii”
“Mühür de bastırır mısın?”
“Tabii Kamilciğim”
Birer ikişer masalar boşalıyordu. Elimi cebime attım..
“Hiç öyle şey olur mu? Vallahi bir daha konuşmam, ayıp ettin” diyerek, hesabı ödememem konusunda beni ikna etti. Böylece en büyük sorunum çözülmüş oluyordu.
Yeni işimi bir kez daha düşündüm. Gözümün önüne, tuvaletler genel müdürünü getirdim.
“Anlaştık mı” diye sordu, masadan kalkarken.
Saate baktım, yarım saat çoktan dolmuştu.
“Beyefendi, anlaşmamız çoktan bitti bu ne samimiyet!” diye yanıtladım.
Ağzı açık kaldı ve “Tık” bile diyemedi, iyi mi..
(Dönem Dergisi-Nisan 1984)