- 1037 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAMA İLİŞTİRİLMİŞ ÖMRÜMÜZ
Donuk gözleri, mat bakışları, durgun yüz hatları, konuşmamaya yemin etmiş dudakları, bürokratik tokalaşmaya alışmış elleri, mekanik sesleriyle sanki ömürleri yaşama iliştirilmiş gibi ha var, ha yok arası yaşayan insanların mutsuzluğunu anlamak için özel bir çaba ve bilgi gerekmiyor aslında.
Komşularımız, köylümüz, kentlimiz, arkadaşımız veya akrabamız olan bu insanlarla aynı yolları yürüyüp, aynı havayı soluyup, aynı bakkaldan manavdan alış veriş yapıp, aynı çuvalın unundan yapılan ekmeği tüketip, aynı güneşi denizi, aynı suyu ve ateşi paylaşıp da ne kadar birbirimizi görmeden yaşayıp gideceğiz böyle?
YENİ İCADIMIZ: YALNIZLIĞIMIZ
Taşıyamayacağımız yalnızlıklar yaratıyoruz suskunluğumuzla. Görmemekte direndiğimiz fakat, duymama çabalarımıza rağmen işittiğimiz acı çığlıklarla burkulan yüreğimiz bilincimize yük olmaya başlıyor. Bu yükü daha ne kadar taşıyabileceğiz? Kendi icadımız olan yalnızlığımızla boğuluyoruz. Üstelik kendimizi yaşananların sorumlusu görmemek gibi bir hastalığımız var. Bu hastalığımız sorunu günden güne büyüterek bu noktaya getirdi bizi. Bilincimizi ve toplumsal birikimimizi atomlarına ayıran hastalığımızı görmek zorundayız. İnsani bir yalnızlık durumu değil bu.
Suskun geçirdiğimiz her anın ve günün ardından sıranın bize gelmekte olduğunu görerek telaşlanıp ürküyoruz. Daha önce yaşananları anımsayınca daha da artıyor içimizde sakladığımız ürküntümüz.
Çare yok! Kişisel hesaplarımızla yarattığımız dünya iflas etti. Borsada işlem görmediği için ve birileri de bu iflası yüzümüze bağırmadığı için algılayamıyoruz belki de. Yaşam karşısındaki tüm hak ve kredimizi yitirerek karşılayacağız yarını. Ve çocuklarımızın sahiplenmeyeceği bir miras bıraktığımızın ayrımına varınca günler kısa, anılar zindan gibi gelecek.
Yaşama gerekçelerimizin ölme gerekçesi de sayılabileceğini göreceğiz. Ve aydınlıkla karanlık arasındaki çizginin bir mumu söndürmeye yeten soluk kadar kısa ve basit olduğunu anlayacağız. Hayır, bırakıp gitmek yok. Önce kendi yaşamımıza sonra da dünyaya karşı olan borçlarımızın bir kısmını olsun ödemek için kalmak zorundayız.
Ömrümüzün geri kalanına tüm yanlışlarımızı, umursamayarak ertelediğimiz yükümlülüğümüzü sığdırmaya söz vererek; yeni bir adım atacağız (atmalıyız) o anın sonrasına, belki yarına.
Ve biliyoruz ki, insanlığın bugüne getirdiği herşeyi yarına aktaranlar,çoğaltanlar da olacaktır. Tek sorunumuz; biz kendimizi yarına aktarıp taşıyabilecek miyiz? Yaşama gerekçelerimizi anlamlı duruma getirip, yaşama iliştirilmiş gibi duran ömrümüze, ömrümüzün geri kalanına sahip çıkabilecek miyiz?
“Anlamı olmalı herşeyin/ anlamsızlığın bile.” Bu anlamsızlığı ve anlamı bulmak bizim elimizde. Çünkü “zorbalar değişse de/ yaşıyor zorbalık/ suskunluğumuzun üzerinde.” Bizi zorlayan, yalnızlığa tutsak etmeye çalışan ve bilincimizi atomlarına ayıran da bu zorbalık. Ömrümüzü anlamlandırmak için kendi zorbalıklarımızdan başlayarak tüm zorbalara ve zorbalıklara karşı savaşmakla başlayabiliriz işe.
“hiçbir yanlış tek kişilik değildir/ iki kişi yaşar bir kişiye yüklenir.” Bu gerçeği görmek ve anlamak zorundayız. Başkalarını suçlayarak kendi günahlarımızı, korkularımızı, iflas eden bireysel hesaplarımızın sonuçlarını ortadan kaldıramayacağımızı öğrenmemiz gerekiyor artık. Tarih buna benzer yanlışlarla dolu. Bir yanlış da bizim eklememize gerek yok.
.......az al ma
yaşlandıkça azaltıyor kendini insan
savaş
kirlilik
dairesel yalan
ve yozluğun geri çekimi
on pul çıkar basıncı omuzlarda
ve/gülde eter kokusu
diken sapına dek ayık
yaşlandıkça azaltıyor kendini insan
ikibine dönerken tarih saati
yutan elemanı yaşamın insan
salim çalık
YORUMLAR
Büyük keyif aldım yazınızı okurken.
Yaşanmışlıkları anlatan, kaleminize emeğinize sağlık
Yaşadığımız her eksiklik, atlattığımız birçok badire eksiklerimizi gidermemiz için şu veya bu şekilde, herkes cevap bulacak. Kusursuzluğu hedeflersek.
Kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutmuş oluruz.
Dünyanın güzellikleridir dünyayı güzel kılan işte o insanlar
Saygıla selamlıyorum…