- 2300 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
İLK ÖĞRETMENİM
Dün gece yazımı yetiştirip siteye atma telaşesi içinde kendimden geçmiştim. Telefonun sesiyle kendime gelip, koridorda duran telefona, gidip açtığımda.
_Alo!
_Ben Çetin. Alaşehir’den arıyorum.’ Sesini duyar duymaz,
_Ooo! Öğretmenim; sesinizi duymak çok güzel. Nasılsın? Neredesin?
_Ben üç gündür buradayım. Sana ulaşmaya çalışıyorum. Kaç kez telefon ettim. Yoktun, ama; kısmet bu güneymiş. Nerelerdeydin?
_Öğretmenim ben çalışıyorum. Saat 19:00 gibi eve geliyorum. Sen gündüz aramışsın; şimdi neredesin? Adresi ver ben gelip seni alayım.
_Ben turan caddesindeki kızımın evindeyim. Sen gel, ben seni balkonda bekliyorum; gelirsen seni yolda görebilirim.
Öğretmenimin küçük kızı benim bulunduğum ilçeye gelin olarak gelmiş fakat; benim haberim olmamıştı.
_Tamam öğretmenim şimdi geliyorum’ deyip telefonu kapatıp, üzerime bir ceket alıp yola çıktım.’
Giderken, öğretmenimle geçirdiğim bir yıl, film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Bende izledim. Öğretmenimle ilk tanışmamız, Manisa’ya gitmek için bindiğimiz minibüste oldu. Manisa’nın şirin bir köyünde oturuyorduk. Babam beni hiç yanından ayırmaz, gittiği her yere götürürdü. Birlikte alışverişe gidiyorduk.
Yanımızda oturan, kılık kıyafeti düzgün, en az babam kadar yakışıklı olan bir bey, başımı okşayıp.
_Söyle bakalım, küçük kız, şimdi sen Manisa’da kaybolursan, nasıl bulacaksın babanı?
Ben şaşkın şaşkın; bir babama, birde yanımdaki adama baktım.
Babam:
_Korkma! O yabancı değil öğretmen! Hadi anlat kızım kaybolursan ne yapacaksın?
Ben arkama yaslanıp, başladım anlatmaya.
_Benim adım Emine ….. , babamın adı Hüseyin ….. . Şu köyde oturuyoruz. Babamı kaybettim. Beni babama götürün derim. Beni bulan kişiye.
Tabi o zamanlar organ mafyası falan yoktu; kaybolduğunu rahatça söyleyebiliyordun. Öğretmen babama bakıp.
_Hüseyin, arkadaşım, bu çocuk büyümüşte küçülmüş gibi; okula kaydını yaptır bu yıl.’
Kızımızın dedi.
Okula kaydım yapıldı, neşeyle gidip geliyorum okula. Okulumuzda tek öğretmen olduğu için; bütün sınıflara aynı öğretmen, tek derslikte bakıyordu. En önde biz birinci sınıflar, iki masaydık. Diğer sınıflar birer masa arkaya doğru gidiyordu. En arkada beşinci sınıflar vardı.
Bizim dersimiz çizgi ve çubukla geçiyordu. Ben çizgilerimi çabucak çizip, defterimi kapatıp arkamdaki sınıfları izlemek için arkama doğru dönüyordum hep. Onların yaptıkları daha ilginç geliyordu bana. Onlar bizim gibi çizgi çizmeyip başka şeyler konuşuyorlardı.
Öğretmenimiz:
_İstanbul, 1453 tarihinde, Fatih Sultan Mehmet tarafından feth edildi. İstanbul’un fethiyle, orta çağ kapanıp, yeni çağ başlamıştı. Diyordu öğretmenimiz. Acaba nasıl bir yerdi bu İstanbul, neden feth edilmişti? Feth nasıl bir şeydi? Bu açılıp kapanan çağlarda ne oluyordu. Bizim köydeki büyük bahçe kapısı gibi bir şeyimiydi bu çağ dedikleri. Kapıdan birileri çıkarken, ötekiler giriyorlar herhalde ki; açılıp kapanıp duruyor.
Küçük beynimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, bir türlü çözemedim ben bu çağ denilen şeyi. Başka bir gün başkentimiz Ankara; diyordu öğretmen. Haydaaa! Birde kentlerin başımı vardı? Bizim evin başı babamdı, o ne derse o olurdu. Sınıfımızın başı da öğretmenimiz. Sınıfta öğretmen ne derse o oluyor.
Demek ki şehirlerinde bir başı vardı ama; şehirler nasıl konuşacak? Ben iki şehir, ikide köy görmüştüm ama; onlar konuşmuyordu. Demek ki başkent olunca konuşuyor. Onları dinlerken yüzüm şekilden şekle giriyor, bazen el kol hareketleri yapıyordum. Bu hareketli halim öğretmenimizin dikkatini çekmişti, yanıma gelip.
_Emine! Önüne bak! Çizgilerini çiz!
_Çizdim öğretmenim.
_Ne çabuk çizdin?
_Amannn öğretmenim, çizgi değil mi bu; çizip kapattım defterimi. Ben başkent nasıl konuşur onu merak ediyorum şimdi?
Öğretmenim benim sorum karşısında bir kahkaha patlattı; sonra gelip defterime baktı.
_Aferin Emine! Güzel çizmişsin.
O günden sonra beni özel eğitime aldı . Küçük fişlerimi diğer çocuklardan önce verdi.
-Artık çizgi çizme, bu fişleri defterine yaz.
Çok sevindim ben de diğer çocuklar gibi yazı yazacaktım. Defterime itina ile yazılarımı yazdım. Teneffüse çıktığımda bahçede tahta gibi bir alanı, kumlardan temizledim. Etrafına çizgi çizerek koruma alanı oluşturdum. Elime bir çivi alarak fişlerimi buraya yazmaya başladım. Defterimin çabuk bitmesinden korkuyordum.
Diğer arkadaşlarım çizgi çizerken, ben okumayı öğrenmiştim. Öğretmenimiz beni alıp ikinci sınıfların yanına oturttu. Küçük resimli hikayeler verip çabucak okumamı istiyordu. İkinci sınıflara yetişmem zor olmadı . Sene sonunda arkadaşlarım ikiye geçerken, ben üçe geçtim ama; babam karnemi göremeden ölmüştü. O zamanlar öğretmenimiz bize zaman zaman oturduğu ilçeyi anlatırdı.
_Çocuklar, ben Alaşehir’de oturuyorum. Yemyeşil bağlarıyla ünlüdür çok güzeldir Alaşehir.
Babam ölünce oturduğumuz köyde akrabamız olmadığı için Alaşehir’e yakın bir ilçeye taşındık. Orada bir akrabamız vardı. Biz küçük küçük dört kardeş yetim kalmıştık. Annem bizi akrabamıza bırakıp bulduğu her işe gidiyordu.
Aradan yıllar geçti. Ben evlendim, çocuklarım evlenip başka şehirlere gitti. Annem vefat etti… Anlayacağınız çok yalnız kaldım. Konuşacak bir yakın dost, bir akraba arıyordum. Birden ilk öğretmenim aklıma geldi. Bende bir baba gibi emeği vardı. İlk harfi o öğretmişti.
Hemen elime telefon rehberini aldım. Alaşehir’e baktım. Aynı soy addan birkaç tane vardı. Ama Çetin bir taneydi . Telefon ettim eşi çıktı . çok heyecanlıydım . anlatmaya nereden başlayacağımı bilemiyordum. Bütün cesaretimi toplayıp:
-Ben Çetin ….a arıyorum ama; yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum. Ben öğrencisi Emineyim.’ Kadın önce şaşırdı, sonra toparlanıp,
-Yaşıyor yaşıyor! Sen nerden arıyorsun ? Hangi yıl seni okuttu ?
-Kırk yıl oldu.’ dedim. Kadın şaşırdı . Aradan kırk yıl geçmiş ve unutmamış, birisi arıyor.
_Hocan evde yok. Ben gelince söyleyeyim. Akşam tekrar ara.’ Dedi
Akşamı iple çekip tekrar aradım. Sesimi duyunca öğretmenim çok sevindi.
_Öğretmenim, yarın pazar seni ziyarete gelmek istiyorum.’ Biraz durakladı
_Yarın biz Ankara’ya gidecek gibiyiz. Planımız değişirse seni ararım.’ Dedi
Gece yirmi dört den sonra öğretmenim aradı.
-Biz gitmiyoruz Emine! Sabah erken gel! Kahvaltı etme, seni kahvaltıya bekliyoruz!’ deyip Adresi verdi.
Sabah erkenden ilk otobüsle, torunumla birlikte gittik. Öğretmenim beni kapıda bekliyordu. O eski yakışıklılığından pek bir şey kaybetmemiş, aynı sevecenliğiyle beni kucakladı. İçeriye birlikte girdik. Sofra hazır bekliyordu. Ankara’ ya götürmek için bir çok yiyecek hazırlamışlar, gidemeyince hepsi bana kalmıştı.
_Emine kızım; bak bunları senin için hazırlamadık ama; senin kalbin o kadar temiz ki; hepsi sana kısmet oldu dedi. O eski dobracı haliyle. Kahvaltıdan sonra öğretmenim bizi Alaşehir’de gezdirdi. Akşam otobüse kadar getirip bindirdi.
Ayrılmadan, birbirimizden telefonlarımızı aldık. Zaman zaman telefonla konuştuk. Sonra ben, ailevi sorunlarım nedeniyle arayamadım. Öğretmenimde aramadı. Aradan iki yıl geçmişti. İlk arayan öğretmenim oldu. Ben koşarak öğretmenime gittim. Hasretle kucaklaştık yine.
Beni gururla karısına gösterip.
_İşte! Beni mutlu eden tablo bu; aradan kırk yıl geçse de koşup gelmeleri.’ Dedi…
Emine Uysal /10/10/2009
_
YORUMLAR
Canım benim okurken çok duygulandım. İlkokul öğretmenleri hiç unutulmaz nedense. Gerçe benim ilköğretmenim babamdı. O farklı bir şey. Hem baba hem öğretmen. Ama o sevinci her iki tarafında nasıl yaşadığını tahmin edebiliyorum. Çok güzeldi. Yüreciğine sağlık. Sevgilerimle :))))))))
EMİNE ABLACIĞIM,
Yazınızı okuyunca çok duygulandım.bende 3 ay önce 20 yıl oluyor görmediğim ilk okul öğretmenimi aradım.sesi aynıydı.ama ya kendi...dakikalarca tlf konuştuk ama görmek henüz nasip olmadı.nedense öğretmenlerin çocuklarının üzerinde çok emekleri hakları olıyor.onların emeklerini ve haklarını rabbim kat kat bu dünyada ve ahirette versin.sizinde yüreğinize sağlık yazınız çok içten ve samimi olmuş.sevgiler,saygılar.
SEVGİLİ EMİNE,
Bir harf öğreteni unutmayan,vefa örneği hüzün dolu öykün beni etkiledi....ÖĞRETMENLİK mesleği severek ve karşılık beklemeden yapılır..Yarınlarımız olan çocuklarımızı ne kadar iyi yetiştirirsek ülkemiz o kadar ileri gider...ne mutlu seni yetiştiren öğretmene.....saygılarımla....