- 920 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AZRAİL'DEN KAÇAN ADAM
Asaf Efendi, orta halli, orta boylu, orta yaşlı bir adam olup, karnıyarığı çok severdi. Yasalara bağlı olduğundan, futboldan başka hiçbir şeyle ilgilenmezdi. Maşallah ne kalbi vardı, ne de umutsuz bir hastalığı. Çok sevdiği karısı ile çocuklarından başka kimsesi yoktu. Böyle olmasına karşın, bir gün kapısı çalındı.
“Etme eyleme” dedi, Asaf Efendi. Azrail’in haberli geldiği nerede görülmüştü ki?
Azrail, yine de bir şans tanıdı.
“Yarına hazır ol. Bakkala, manava, kasaba borçlarını öde. Ev kirasını, birkaç yıllık birden ver” dedi.
Sevinsin miydi, üzülsün müydü, Asaf Efendi. Çünkü, Azrail’in söylediklerini yapacak durumda değildi. Sonunda doğruyu söylemeyi yeğledi, alacaklılara.
“Durum bu merkezde. Borçlarınızı ödeyemeyeceğim. İstediğiniz yere şikayet edin” dedi.
Alacaklılar önce güldüler, sonra da çıldıracak gibi oldular. Öyle ki, Asaf Efendi’yi Tanrı katına gönderiverdiler.
Azrail, görevinin engellendiğini duyunca çok kızdı ve hemen Tanrı’nın huzuruna çıktı. Tanrı, her zaman olduğu gibi gökyüzünde beyaz bulutlardan yapılmış görkemli sarayında, bir eli yağda bir eli balda yaşıyor, zaman zaman da önündeki ekranlardan gezegenleri izliyordu. Azrail’i uzun uzun izleyen Tanrı, onu beceriksizlikle suçladı. Böyle giderse, emekliye bile ayırabileceğini söyledi. Azrail ise, affedilmesini önerdi.
Tanrı, yalvarmalara dayanamayıp bu isteği kabul ettikten sonra şöyle dedi:
“Asaf Efendi ölmeyecek. Şu anda komadan çıkıyor. İyileşir iyileşmez işini gör. Hadi şimdi defol !”
Asaf Efendi Tanrı’nın yardımıyla kısa sürede sağlığına kavuştu. Yine karnıyarık yemeye, futbol maçlarına gitmeye başladı ama nedense Azrail’i unutmuştu. Oysa ki, Azrail’in onu hiç unutmaya niyeti yoktu. Bu nedenle, Asaf Efendi’yi futbol maçına gitmek için evden çıktığı bir gün yakalayıp:
“Artık şu işi bitirelim. Senin yüzünden azar işittim” dedi.
Asaf Efendi ise, pazarlığın çıkar yol olmayacağını bildiğinden tek çareyi kaçmakta buldu. Asaf Efendi önde, Azrail arkada sokak sokak, cadde cadde koştular. Azrail kimseye görünmediğinden, Asaf Efendi’yi görenler:
“Aaa.! Adamcağız delirmiş” deyip güldüler.
Az sonra gülüşmeler bağrışmalara döndü. Çünkü Asaf Efendi, yeşil ışıkta, karşıdan karşıya geçerken ezilmişti. Çevreden koşuşanlar, Asaf Efendi’yi ezip de kaçan otomobilin arkasından bağırdılar. Koltuklar kirlenir diye, kimse Asaf Efendi’yi hastaneye götürmedi.
Asaf Efendi, bir kez daha Tanrı katına çıkmak zorunda kaldı.
“Benim bu işte hiçbir suçum yok” dedi. Aynı şeyleri, Azrail de söyledi ve affını istedi. Tanrı, o gün iyi yanından kalkmıştı. Bu yüzden, Azrail’e hiç zorluk çıkarmadı.
O günden sonra Azrail, Asaf Efendi’nin komadan çıkmasını bekledi. Bir süre sonra Asaf Efendi hem komadan, hem de hastaneden çıktı. Çıktı ama aklında hep Azrail vardı. Azrail de, sanki onun gölgesiydi. Bu nedenle, eve geliş ve gidiş saatlerini değiştiren Asaf Efendi, Azrail’e yakalanmamak amacıyla kalabalık yerlerde gezmeye başladı. Örneğin, nerede bir miting ya da yürüyüş var, Asaf Efendi de oradaydı.
Günlerden bir gün, izini kaybettirmek için pahalılığı protesto mitingine katıldı. Azrail bu duruma bir kızdı, bir kızdı ki sormayın.. Nasıl kızmasın? Mitingin ortasında patlayan bir bomba yüzünden ölenler arasında Asaf Efendi de vardı.
Azrail, bu kez de görevini yerine getiremediği için üzgündü. Yine Tanrı’nın huzuruna çıkıp, boyun büktü. Tanrı, kızgınlığından küplere bindi. Azrail’e söylemediği lafı bırakmadı:
“Yazıklar olsun sana! Bir bomba kadar olamadın” dedi.
Azrail ise;
“Bir şans daha” dedi, başka bir şey demedi.
Tanrı’dan umut kesilir mi? Kafası, kolu, bacağı her bir yana dağılmış olan Asaf Efendi’yi hastaneye kaldırdılar. Diktiler, bağladılar, canına can kattılar. Asaf Efendi’yi eskisinden daha sağlam yaptılar.
Asaf Efendi, daha önce olduğu gibi evine yine değişik saatlerde ve değişik yollardan gelip gidiyordu. Böylece, Azrail’i sinirden çatlatıyordu. Artık, iş inada binmişti. Asaf Efendi:
“Ben, bu canı sana verirsem adam değilim” diyordu, Azrail’e..
Günler böyle geçerken, Azrail düşündü taşındı ve bir karara vardı.
“Bu adam, nasıl olsa evine yatmaya gelecek. Bir gece kapısında bekleyip, canını alırım” dedi.
Düşündüğü gibi de yaptı. Asaf Efendi’ni kapısında oturup bekledi. Hem de sabaha kadar. Çünkü o gece, Asaf Efendi evine gelmemişti. Azrail, bunun nedenini sabahleyin evin içine doluşan konu komşudan öğrendi.
“Ah, ah! Vah, vah! Asaf Efendi, belediyenin açtığı kanalizasyon çukuruna düşüp ölmüş. Allah taksiratını affetsin” dediler.
Azrail şaştı kaldı bu işe. İvedilikle Tanrı’ya anlattı her şeyi. Tanrı ise, öyle kızdı ki, bulutlardan yapılmış sarayı titredi.
“Ben ettim, sen etme” diyerek yalvaran Azrail’e şunları söyledi:
“Asaf’ı dünyaya getiremem artık. Herif bok içinde. Şimdi, yıkıl karşımdan!”
Belediye, Asaf Efendi’yi anlı-şanlı bir törenle gömdü. Törene, Azrail de katıldı mı, katılmadı mı bilmiyoruz..
(Küçücük Edebiyat ve Sanat Dergisi-Haziran 1980)
YORUMLAR
Özür dilerim ama bu şekilde bir yaklaşım çok rahatsız edici, öyle ki Allahın mukassedatına bir nevi saldırı gibi... Niyetinizin bu olmadığını biliyorum lakin, ben genç zihinlerin bu türden hikayelerle , insanlara can veren , kan veren ve onları halifetullah makamına koyacak kadar değer veren yaratıcının bu şekilde bir hikayeye konu edilmesinden çok rahatsız oldum.. Çünkü bunu okuyaran nice güzel insanların aklında, zihninde bir parça kalacak... İster istemez zihinlerdeki Allah algısı , ötelerde bir yerlerde eli sopalı, hiç bir işi doğru düzgün yapamayan bir ALLAH algısı yerleşecek, peki bu yerleştirdiğiniz algının sizin açınızdan ne kadar zararlı olduğunu da bir düşünseniz...
Altını çiziyorum, kötü bir niyetle yazmadığınıza inanıyorum lakin...
Saygılarımla..
Yağmur SANCAK