- 1350 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
İLK GEÇİŞ HAKKI
Yaz mevsimi, köylünün işinin gücünün çokça olduğu mevsimdir. Bu mevsimde köylüler, kendi tabirleriyle ‘kediyi bile çalıştırmalı’ derler. Tarlada mahsul hasat edileceği zaman; arazi düz ise tırpanla, eğer engebeli ve taşlı ise, orakla hasat ederlerdi. Olgunlaşan hububat tanesini yerlere akıtmadan, hasat etmek için evlerde eli orak tutan kim varsa tarlada çalışırdı.
Yine böyle işlerin kaynadığı bir hasat mevsimiydi; sabah kalktığımda evde kimseler kalmamıştı. Orağını ve tırpanını kapan tarlaya koşmuş, bir taraftan ekinler biçiliyor, bir taraftan kağnıya benzeyen büyük, kenarları bahçe çitine benzeyen at arabalarıyla harman yerine taşınıyordu.
Bazı günler benim uyandığımda, ebem ( babaanne) evde olur, tarladaki çalışanların yemeğini yapar, eşeğin üzerindeki heybenin bir gözüne yemeği, diğer gözüne su testisini koyarak, kendide eşeğe binip tarlaya giderdi.
Ben dört yaşında bir çocuktum ve evde tek başıma kalıyordum. Ebemin arkasından minik adımlarımı açabildiğim kadar, ağlayarak koşuyordum ama; ebem öyle ben ağlıyorum diye dönüp arkasına bakacak kadar duygusal biri değildi.
Öyle her ağladığımda kucağa alınmadığım gibi, neden ağladığım da sorulmazdı. Ben küçük bir çocuktum. Elim orak tutmuyordu daha. Onların ayaklarına dolaşmaktan başka bir işe yaramadığımı düşünürlerdi.
Kendi kendime ağlar ağlar susardım. Herkes kendi işiyle meşguldü. Eğer susturamazlarsa; şeker kutusuna ip bağlayıp, araba diye elime verirlerdi. Ah! O zaman dünyalar benim olurdu. İşte beni de insan yerine koyup ilgilenmişlerdi.
İpli arabamı elime alıp, evimizin önündeki gölün yanına giderdim. Terslikten çeşit çeşit böcekler toplayıp arabama doldururdum. Böceklerim öyle kuru karton üzerinde yatamazlardı. Altlarına, topladığım tavuk tüylerini yatak olarak sererdim. Çamurlardan solucan toplardım yemeleri için. Solucan bulamadığım zamanlarda da kimseye görünmeden tavukların yeminden aşırırdım. Böceklerim yem yemese bile ben hep önlerine koyardım. Zalim bir sahip değildim.
Arabam elimde, gölün yanındaki söğüt ağaçlarının altında oynardım hep. Burası benim oyun parkımdı. Kimseye ihtiyaç duymuyordum. Duysam da kimse yoktu zaten.
İşte bu sabah uyandığımda, yine ebem yoktu evde. Ben kalkmadan gitmişti yine. Neyse, bu gün benim arkasından ağlayacak kimsem yok. Boşu boşuna ağlamayayım sesimi duyan olmayacak nasılsa.
Ama içimde bir ümit kırıntısıyla evdeki bütün odaların kapısını açıp, tek tek bakıyorum. Bir canlı bulabilir miyim diye. Yanımda benimle dolaşan kediyi, saçaklarda uçuşan güvercinleri, merdivende bağlı karabaşı saymazsam; evde tek başınayım.
Yanımdaki kediyle birlikte ekmek evine girdim. Ekmek bezini açıp, sulanmış yufkanın birini aldım. Arasına peynir kırıklayıp güzel bir dürüm yaptım kendime. Dürümün ucundan koparıp, birazını kediye verdim. İpli arabamı elime alıp oyun parkıma, yani söğütlerin dibine gitmek için merdivenlerden inerken, karabaş bütün sevimliliğiyle, bana kuyruğunu sallıyordu ama; dürümümden ona vermeye hiç niyetim yoktu. Zaten birazını kediye vermiştim.
Karabaşa da verirsem ben ne yiyeceğim? Ekmeğimi eteğimin altına saklayarak karabaşa göstermeden dışarıya çıktım. Kapının önünden koyun sürüsü geçiyordu. Sürünün geçmesini beklemeden, burası bizim evin önüydü ve ilk geçiş hakkı benim diyerek geçmeye çalıştım. Çoban ve köpeği önden gidiyordu. Sürünün, iki büyük koçu arkadan geliyordu.
Benim minik adımlarım karşıya geçemeden koçlar bana yetişmişti. Senmişsin sürünün ortasından geçen? İlk geçiş hakkı kiminmiş şimdi sana gösteririz dercesine, koçlar bana saldırdı.
Burada koyunlar korunan, koçlarda koruyandı. Bende trafiği alt üst eden trafik canavarıydım. Bana ceza makbuzu kesmediler ama; boynuz darbeleriyle ilk geçiş hakkı kiminmiş gösterdiler. Bana yetişen koçlar, beni boynuzlarıyla toslamaya
Başladılar. Az önce köpeğe vermeye kıyamadığım ekmek elimden fırlayıp gitmiş. İpli arabam paramparça olmuştu.
Koçların her toslamasıyla, kendimi yerde buluyordum. Yoldaki taş ve çakıllar yüzüme gözüme batıyor. Canımı acıtıyordu. Ne kadar bağırdıysam çobana duyuramadım. Benim cılız sesim koyunların çıngırak sesleri arasında kaybolup gidiyordu. Koçların boynuz darbeleriyle yüzüm gözüm parçalanmış, kan revan içinde kalmıştı. Ne kadar dayandığımı bilmiyorum; bayılmışım. Gözlerimi açtığımda yabancı bir kadın bana bakıyordu. Evin önünden geçerken beni baygın yol ortasında yatarken bulup evine getirmişti. Nasılsa akşam anası gelir teslim ederim demiş, bu iyi yürekli kadın. Ona minnettarım…
Emine Uysal /10/10/2009
YORUMLAR
Sevgili gönül dostu herzamankı gıbı yazınız çok güzel olmuş.Güzel anınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.Keşke hep çoçuk kalabilsek ,onlar okadar masum kı hıc bır dertlerı kaygıları yok.Hersey çocuklukdakı gıbı olsa hiç büyümesek ne güzel olur du değilmi?Sevgilerimle..
Sevgili arkadaşım; beklediğim anın için teşekkür ederim.
Sen ilk anlattığında da etkilenmiş ve kendimi kötü hissetmiştim ama; bütünüyle bir hikaye olunca daha çok içine giriyor insan yazının ve olayın.
Bu arada sesini birilerine duyurmak için ağlama meselesine gelince; laf aramızda bende dünyanın merkezi kendim olduğum zamanlarda olur olmaz daha çok dikkat çekmek için baş vurduğum bir yöntemdi ağlamak. :))
Yeni yazılarında buluşmak dileğiyle sevgilerimi bırakıyorum sayfana.
Okudum yazını EMİNECİĞİM, Köy de büyüyen bir çocuğun hisleri ile birlikte yaşadığı olayı anlatman çok güzeldi. Köyde büyümenin artıları da eksileride vardır. Köy çocuklarını koruyan olmaz. Onlar kendilerini korumayı öğrenmek zorundadırlar. O yüzden büyüdüklerinde hiç kimse bükemez bileklerini....Tebrik ediyorum, başarılarının devamı dileklerimle....sevgimle...
SEVGİLİ ARKADAŞIM, BEN DE KÖY ÇOCUĞUYUM. ANLATTIKLARININ ÇOĞUNU BEN DE YAŞADIM. KÖYLÜK YERLERDE ANALAR ÖZELLİKLE İŞ ZAMANI ÇOCUKLARINA BAKAMAZLARDI Kİ. YETİŞMESİ GEREKEN İŞ VAR. TARLADAKİ ÜRÜN EĞER BUĞPDAYSA YAĞMURDAN ISLANMAMASI İÇİN ORAKLA BİÇİLİR YADA TIRPANLA, DESTELENİR VE PATOZ MAKİNALARI BEKLENMEYE BAŞLANIRDI. SIRA GELECEK TE SAP-SAMANDAN AYRILACAK. GECENİN ÜÇÜNE KADAR TARLADA ÇALIŞTIKLARINI BİLİRİM BEN ANNEM VE BABAMIN. İŞTE BU EMEK. AMA BİLMEYEN EMEĞİN NE OLDUĞUNU BİLEMEZ. O YÜZDEN DE ÇOCUKLAR KENDİ KENDİLERİNE BÜYÜÜRLER. ANIN ÇOK GÜZELDİ. GÖZLERİMİN ÖNÜNDE CANLANDI SANKİ BİR AN. BİRAZCIK TA GÜLÜMSEDİM AMA KIZMA. ÜZÜLDÜM VE CANIM DA YANDI ASLINDA. BEN YEMEK YAPMAYI 11 YAŞIMDA ÖĞRENDİM. MECBURDUM. ANNEM TARLADAYDI VE BENİM YEMEĞİMİ YEMEK ONLAR İÇİN BÜYÜK BİR NİMETTİ. HA KAYBETTİM Mİ HAYIR KAZANDIM. BABAM ÖĞRETMEN OLDUĞU HALDE BİZLER İÇİN TARLADA IRGAT GİBİ ÇALIŞIRDI. KUTLUYORUM CANIM BENİM. SEVGİLERİMLE :)))
O zamanlar insanlar ne kadar sevgi ve güven dolu idi değil mi Emine hanım. Hiç kimse kimseye kuşku ile bakmadan alıp evine götürebiliyor, kimse yaralı olan birini ortada bırakmıyordu.
Ya şimdi? Şimdi ölse de kimse dönüp bakmıyor bile. Çünkü insanlarda güven ve sevgi bitti.
Yine çok güzeldi yazınız. Sevgiler yüreğinize. Köyüme gittim bir anda