İSRÂ` VE Mİ`RÂC
İSRÂ` VE Mİ`RÂC
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
Miraç ve İsrâ olayından haber verip
Buyurmuştur:
<-Bir seferinde;
‘’Hatîm-i Şerif’’ de yatıyordum.
Cibrîl göğsümü açarak kalbimi yıkadı,
Îmân nuruyla doldurup yerine koydu.
Ardından;
Katırdan küçük merkepten büyük
Beyaz bir binit (Burak) getirildi.
Ben ve Cibril birlikte bindirildim.
Yükselerek dünya semasına varıldı.
Cibril gök kapısını çaldı.
— Kim o? denildi.
Cibrîl:
— Cibrîl`im! dedi.
— Yanındaki kimdir?
Cibrîl:
— Muhammed! Diye cevap verdi.
— Yâ,
O’na ‘’Mi`râc daveti’’ gönderildi mi?
Cibrîl:
— Evet gönderildi! Dedi.
— Merhabâ gelen zâta!
Bu gelen ne güzel yolcu? Denildi.
Ve gök kapısı açıldı.
Birinci semâda Âdem’le karşılaştım.
Cibrîl bana:
— Bu senin atan Âdem`dir;
O’na selâm ver! Dedi.
Selâm verdim;
Âdem;.
— Merhabâ hayırlı, iyi oğlum,
Sâlih peygamber! Dedi.
Yükselmeye devam ettik.
İkinci semâya vardığımızda
Cibrîl, onun da kapısını çaldı:
— Kim o? denildi.
Cibrîl:
— Cibril’im! dedi.
— Yanındaki kimdir? Denildi.
Cibrîl:
— Muhammed! Diye cevap verdi.
— Ya!
O’na ‘’Mi`râc daveti’’ gönderildi mi?
Cibrîl:
— Evet gönderildi! Dedi.
— Merhabâ gelen zâta!
Bu gelen ne güzel yolcu, denildi.
Ve kapı açıldı.
Biz bu ikinci semâda
Yahyâ ve Îsâ ile karşılaştık.
Onlar teyze oğullarıdır.
Cibrîl bana:
- Bu gördüklerin Yahyâ ve Îsâ`dır;
Onlara selâm ver! Dedi.
Ben de selâm verdim.
Onlar, selâmıma karşılık vererek;
Merhabâ hayırlı kardeş,
Salih peygamber! Dediler.
Sonra;
Üçüncü semâya yükseldik.
Bunun da kapısını çaldı, Cibril.
— Kim o! denildi.
Cibrîl:
— Cibrîl`im! dedi.
Görevli melek Hazin;
— Yanındaki kimdir? diye sordu..
Cibril:
— Muhammed! Dedi.
— Ya!
‘’O’na Mı`râc daveti’’ gönderildi mi?
Cibril:
— Evet gönderildi!
— Merhaba gelen zâta!
Bu gelen ne güzel yolcu, denildi.
Ve hemen gök kapısı açıldı.
Üçüncü semâya vardığımızda
Yusuf ile karşılaştım.
Cibril:
— Bu gördüğün Yûsuf`tur;
O’na selâm ver! Dedi.
Ben de Yûsuf`a selâm verdim.
O da mukabele etti;
Merhaba hayırlı kardeş,
sâlih peygamber! Dedi.
Sonra yükselmeye devam ettik>
………………………………..
(Hadisi şerif böylece devam eder.hadisi şerifin tamamına ulaşmak bugün için çok kolay.).
Hadisi şerifte bahse konu üçüncü sema ZÜHRE, Makam-ı Mahmuttur…( efendimiz bir başka hadislerinde Yusuf aleyhisselam için ‘’Kardeşim’ ’tabirini kullanarak ehline… Dünyada hizmet ederken aynı makamda (Zühre-Makam-ı Mahmut’ta) kaldıklarının haberini verdi.
Zühre-sıfatullahın kemalidir… Üçü celal, üçü cemal olan yedi semadan birisidir. İbadet ehli için Nur-u yeşildir. Efendimizin hizmet ve beka makamıdır. Bu yedi sema yukarıdan aşağıya doğru;
Zuhal; Müşteri, Merih, Şems, Zühre, Utarit ve kamerdir.(yedi kat gök)
Tamamı sıfatullah olup, nur-u tevhide ulaşmış olan zatın da sıfatlarıdır. Bu sıfatlarda ibadet ederek hizmet üretirken yararlanılan sayısız ilim vardır ki bu ilimlere İlmullah denir...
Bunları bilerek hizmet etmenin adı ’’marifetullahtır.’’
Zühre’nin evvelinden dostu Merih sıfatıdır. Merih; Makam-ı siyanettir. Celalidir…
Zühre’nin ahirinden dostu ise Kamer şerefidir. Cemaldir. Makam-ı şeriattır…
Makam-ı Mahmut Zühre’nin bir yüzü sıfat-ı celale (merih’e) bakar, bir yüzü sıfat-ı cemal (kamer) e bakar. Merih’in nuru kan kırmızısıdır. (bayrağımızın rengi),kamerin nuru ise(Ay ve yıldızın rengi olan süt) beyazdır. Bu nedenle zühre’nin nuru (kırmızı ve beyazın kemali olan) yeşildir. Bayrağımızdaki ‘’hilâl’’ ümmet-i Muhammed’i, ’’yıldız’’ zamanın zatını temsil eder. Zahirde ise kırmızı renk, silahlı gücümüzü(şehit kanlarını),’’hilâl’’ müslüman olan halkımızı, ’’yıldız’’ ise devlet başkanını temsil eder.
Zat Zühre saatinde celalde bir efal yaparsa kırmızı, cemalde bir efal yaparsa beyaz nur (doğar)görülür. Kemalde efal yaptığında ise yeşil nur olarak, zatın müşahedesinde (tezahür eder)görülür. Görülen bu nurlar yapılan işin zahire çıkışında görevli meleklerin yaratıldığı anlamına gelir. Görülen nurların rengi de yaratışın vasfını belirler. Cemal mi, celal mi yoksa kemal mi zat hemen bilir. İstediği doğrultuda olan yaratılışa rıza gösterir, tecellisini bekler. Aksi halde efalini değiştirerek tecelliyi beklediği şekle dönüştürür. Allah teala c.c. Zamanın zatını nuru tevhitte (miraçta) tam yetkili kılmıştır.
Zat bu (Zühre şerefinde) makamda düzenli kalarak her şeyi celalden alıp cemale teali ettirir. Doğru hizmet edilirse hemen her güzel şey küffardan ayrılıp müminlere yönelir. Merih’ten gelen tecellileri müşahede ve muhakeme süzgecinden geçiren zat; kahır ve gazaba neden olacakları, cemal esma ve efalleriyle teshir ederek Kamer’e teali ettirir. Ki, esas işi budur. Maalesef zat evliyasının, yetişme zamanındaki ilmi yetersizlikleri ve / veya nefislerine hizmet etmeleri nedeniyle, tam zıddı tecelliler de yaşanır. Her güzel şeyin müminlerden ayrılıp kâfire yöneldiği de olur.
Hafız Hüseyin Kemal’in (g.s) yetiştiği ilk döneminde, hayır zannıyla yaptığı efaller, okuduğu esmalar nedeniyle, müslümanların ülkeleri ellerinden çıkmış, mü’minler kelimenin tam anlamıyla mahv olmuş, ya öldürülmüşler, ya sürülmüşler yahut yaşadıkları yerlerde asimile edilmişlerdir. Böyle (tecellide) büyük zatların acemi dönemleri, müslümanlar açısından tarihteki acılı sayfaların en üst sebebidir.
Hafız Hüseyin Kemal hz. Yaşadıklarını hatası ve sevabıyla ‘’Esrar-ı Hikmet’’ kitabında geleceğe aktarmış,(kendisinden sonra gelecek nesillere ve kutuplara) ibreti âlem için bırakmıştır. Bir daha aynı hatalar yapılmasın, aynı acılar yaşanmasın istemiştir. Böyle bir eserin eşi benzeri öncesinde ve sonrasında yazılmamıştır. Bu eserde verilen sırları açıklamaya (Hafız Hüseyin Kemal Sertyeşilışık’tan maada) kimsenin gücü ve yetkisi olmamıştır.
Kemale ermiş bir zat evliyasının zamanında müminler rahat, refah içinde mutlu yaşarlar. Çünkü O, Müslümanların gelişip çağı kucaklamaları için gerekli olan esma ve sıfatları düzenli bir şekilde tecelli ettirir. Halk’ın anlayacağı şekilde söylemek gerekirse göklerin her alandaki rahmetini,(dualarıyla ) müminler üzerine yağdırır. Onları hemen her alanda zaferden zafere ulaştırır. Efendimizin (s.a.v.) zamanı böyle geçmiştir.
Kendisinden sonra gelen hz. Ebu Bekir zamanında, efendimizin yaptığı dualar ve efaller nedeniyle gelişme ve huzur devam etmiş, giderek yeni zat’ların (ki Hz Ali g.a. s. hazretleri velayet makamının sahibi idi, hz Ebu Bekir, hz Ömer, hz. Osman vb. birçok sahabe kutup mertebesinde idiler.) cümlesinin içtenlikle yaptıkları duaları tecelliye geçmiştir.
Hz Ömer’in zamanı dahi Hz Ebu Bekir zamanı gibi mükemmel yaşanmıştır. Zamanında(kendisi tevhit ehliydi.<Müşteride> Sarı nurda tevhit olmuştu.) Adalet hat safhada tezahür etmiş, devlet büyümeyi, gelişmeyi mükemmel şekilde sürdürmüştür… Zamanla efendimizin dualarının etkisi azalıp, o dönemin tevhit ehlinin (ki her biri ayrı bir sıfatta tevhit olmuşlardı) tecellileri etkisini artırmaya başlayınca, birçok alanda ezdad (zıdlık, tezat) oluşmuş, hüküm celal sıfatına geçmiştir. Ezdad celaldendir.
Emir el Mü’minün, evliyalar serveri hz.Ali (g.a. s.) hazretleri; celalın en büyük sıfatlarından biri olan’’Utarit’’te tevhit olmuştur. Utarit fesat oluşturan bir celal sıfatıdır. Hz Ali (g.s.)Efendimizin tavsiyesi ile Makam-ı Müveddet (Dostluk ) olan ‘’Şems’’te kaldığından, Nur-u tevhidi (miracı), Şems’in önünden dostu Utarit’te mavi nurda olmuştur. Halife Hz Osman Zinnur’un zamanında yeni tecelliler kuvvet buldukça fesat yuvalanıp gelişirken, hz.Ali g.s. zamanında tecelli had safhaya varmış, özellikle siyasi alanı, birliği-bütünlüğü talan etmiştir. Siyasi istikrarın bozulmasının bir sonucu olarak yaşananlar, tarihlerde (olabildiğince) kayıtlıdır. Olup bitenler kader çerçevesinde değerlendirilmelidir. Efendimizin başarılarının gereği olarak zamanında birçok kutup yetişmiş, manevi alanda yapıp ettikleriyle çok başlılık tecelli etmiş, (aynı postta birçok aslan) gelişmelerin doğal sonucu da eklenince siyasi bölünmeler kaçınılmaz olmuştur. Efendimiz kendisinden sonra olacakları bir bir haber verdiğine göre sonuç kaçınılmazdı...
Hz Ali g.a:s. hazretleri (Utarit’te) mavi nurla tevhit oldu demiştik. Bu tevhidin hikmet-i gereği yaptığı efalleri, ibadetleri celal tecellisinin güçlenmesine, inançta ve sosyal alanda fesat çıkmasına, dolayısıyla zahiri iktidarın kaybedilmesine sebep olmuştur. Zahirdeki her tavır ve davranış hikmetin gereği olduğundan, o devri inceleyen insaf ehli olup bitene kader çerçevesinde bakarak durum tespitinden başka söze gerek görmemişlerdir.
Hikmetullah’ın iktizası böyledir.
Sıfatı celal olan Utarit’te yapılan her iş küffara, münafıklara yarar. Utarit kendisinde ibadet eden zata cehennemi dünyada iken yaşatır. Ahiretinde makamı yine <veli> yahut <nebi>dir ancak dünya hayatı çok büyük zorluklarla geçer. Ve o makamın mensupları çoğunlukla <ecel-i kaza> ile ahirete intikal ederler. Bu nedenle Zat evliyasının bu makamda zaruri ihtiyaçlar (Küffarla mücahede ya Utarit’te yahut Merih’te yapılır) dışında iş yapması marifetullah icabı son derecede yasaktır.
Bu ezeli takdirden haberdar olan efendimiz, kendisinden sonra olup bitecekleri birer birer ayrıntılı anlatarak, (evlad-ı resule) yapılacak kötü muameleleri, her türden olumsuzlukları hafifletmek istemiştir. Hz Hasan ve Hüseyin efendilerimizin hangi sıfatta, hangi nurla tevhit olup, hangi tecellilere maruz kalarak eziyet göreceklerini bildirmiştir. Ezeli takdirin sonucu oluşan o günlerin tecellilerini, siyasi alanda halen tartışıyor, aradaki ayrılıkları gidermeye çalışıyoruz.
Kerbela olayı, sıfat-ı celalın yeniden (bambaşka bir yüzle ) bayrağını göndere diktiğinin resmidir. Cahiliye döneminin aleni şirkleri, o devirden itibaren örtülü, gizli şirklere dönüşmüştür.
Efendimizin vefatından itibaren otuz yıl geçtikten sonra oluşan istibdat dönemi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar (Kur’an-ı Kerimin hedefleri açısından) utanç verecek şekilde devam etmiştir. İktidar Türk’lerin eline geçinceye kadar, dinin her alanında tahrifat yapılmış, hukuk sisteminde (köklü) sapmalarla, din / bilim insanlarından (fesada karşı çıkanlara) akıl almaz zulümler yapılarak, siyasi sistem uzun yıllar devam edecek saltanata dönüştürülmüştür.
Hanedanlardan kurtulmak yirminci yüzyıla kalmıştır. Arada bir insaflı yöneticiler gelmiş( istisna-i dönemler yaşanmış ) olsa da şeriatın aldığı yaralardan, özellikle hukuki tahriflerin, halk iradesine tecavüzlerin, kişisel hak ve hürriyetlerdeki kısıtlamaların sonucu, maalesef islam âlemi özellikle fen bilimlerinde sürekli kan kaybetmiş, dünyevi bilimlerin ve tekâmülün bayrağı küffara kaptırılmıştır.
Bütün bu zamanlarda gelip geçmiş yüzlerce (zahirde)şöhretli evliya, maalesef hikmet ilmini ( Kur’an-ı Kerimi deşifre ederek) kâmilen zahire çıkarıp, sonraki nesillere aktaramamışlar.
Yahut gizliliğine bina-en sözlü olarak aktarırken zamanla kaybedilmesine sebep olmuşlardır. Halk arasında yaptıkları (söylenen ) birtakım kerameti kevniyelerle şöhret bulmuş olsalar da çoğu nefislerini bile kurtaramamışlar, ya hapishanelerde çile çekmişler yahut şehit edilmişlerdir. İlimde sıfattan zata geçememişlerdir.
Maddi her türlü gelişme de manevi ilimlerin ehil ellerde olmasına bağlıdır. Gökler harekete geçmeden yerler deprenemez. Gökleri harekete geçiren kuvvet ve kudret ise zat evliyasının esma ve efal ile yaptığı marifetullah hizmetidir…’’Kıyamet hacıdan, hocadan kopacaktır’’ atalar sözünde gerçek payı vardır. Bir hadisi şerifte; ’’Emanet ehline teslim edilmediği zaman kıyameti bekleyiniz’ buyrulmaktadır. Bu hadis her alanı kapsamakla birlikte ’ledünni sırra’, zat evliyasının ehliyetine atıfta bulunmaktadır.
Bütün bu olanları, olacakları efendimiz yüzlerce hadisiyle beyan etmiştir. Hükmün kendisinden sonra yeniden celalin eline geçeceğini o kadar net bilmiş ve bildirmiş ki makamının ne kadar yüksek olduğunun bir nişanesi olarak, hadisi şerifleri ortadadır.
Sonunda devran dönmüş, zaman (1857–1957) gelmiş; Adı Hafız Hüseyin Kemal Sertyeşilışık olan bir Zat-ı Muhterem yetişmiştir. Hikmet ilmini efendimizin uyguladığı şekliyle (yeniden tecrübe ederek-kırk yılda-düşe kalka ) zahire çıkarmış, ’’Esrar-ı Hikmet Beyanı’’ adında, büyük boy 900 sayfalık bir kitapla kaydı rapt altına almıştır. Böylece bu en yüksek ilim olan ‘’İlmullah-ilmi ledün’’ keşfedilip, insanlık tarihinde ilk defa, açıkça kayıt altına alınmıştır. Bu çabalar sürdürülürken oluşan tecelliler, insanlığa ve islam dünyasına akıl almaz bedeller ödetmiştir.
Esrar-ı Hikmet kitabında efendimizin bu ilmi hangi kaygıyla gizlediğini anlayamadığını bildiren H.H.Kemal hz. bundan böyle kıyamete kadar bu ilmin (ehline) zahir olduğunu ancak, (avama bildirmenin doğru olmadığını ) sakıncalarını da açıklayarak tembih etmeyi ihmal etmemiştir.
Balkan savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve nihayet, İkinci Dünya Savaşı bu zatın zamanının emsalsiz (muazzam) tecellileridir. Yetmiş yıl devam eden Soğuk savaş Dönemi de bunlara dâhildir. Bugünkü dünya haritasını çizen (hizmetleriyle) kendisidir. Bu zatın küffara karşı en son mücahedesi ‘’Kore Savaşı’’ olmuştur.
Ardından Oğlu merhum Hafız Süleyman Sertyeşilışık ‘’Vietnam Savaşı’’nı hikmette başlatmış, ancak kendisini savunamadığından yaptığı iş dünyadan vakitsiz gidişine sebep olmuştur.
Hikmette savaş başlatmak son derecede tehlikeli olduğundan, bu işe soyunanların birçoğu ahirete vakitsiz gitmişler, başlattıkları savaşı dünya gözüyle görememişlerdir.
Allah’ın sıfatı celalinin tabiatı, kan ve gözyaşı olduğundan, İlmullah yolunun yolcularına olgunluk çağlarına gelmeden, çeşitli tuzaklar kurarak, erken ölümlerine sebep olur. Kemale eren marifetullah ehlinin, celalin başına dert olacağını iyi bilen şeytan, iman ehline karşı giriştiği mücadelede çoğunlukla galip gelmiştir. Tarih, ağırlıklı olarak şeytanın zaferleriyle doludur.
Kur’an-ı Kerim; inananların nüfusa oranının azınlıkta kaldığını, ekseriyetin inanmadığını, belli bir vakte kadarda inanmayacaklarını, ancak sonunda islamın muzaffer olacağını onlarca ayetle belirtir.
Bahse konu ilim (ilm-i LEDÜN) bu yüzden çok zor bir ilimdir.
Mensubu olan kişilerin sadece din konusunu değil, zahir ilimlerini de çok iyi bilmeleri gerekir. Ancak her çağda bugünkü gibi ilme ulaşmak kolay olmadı. Yeterince örgün eğitim yapılmadığı gibi, kitaba ulaşmak ta kolay değildi. Maksat geçmişi yargılamak değil, ibret almaktır…
‘‘Geçmişteki hataların çaresini bulur muydum?
Acıları çekmeseydim bugünkü ben olur muydum?’’
Görevi (1957 de) devir alan ‘’Hacı İsmail fidan’’ hz. (g.s) küffar la mücahede nin doğrudan savaş yoluyla olduğu fikri sabitinden kendini kurtaramayarak, efallerini çoğunlukla celalda yapmış, zamanında birçok savaş başlatmış, üstelik hikmet ilminin şartlarına da tam olarak riayet etmemiştir.
Hikmetin gereği olarak bir yerde savaş başlatmak isteyen zatın, savaşmak istediği ülkeye gitmesi, ordunun önünde olması gerektiği halde, oturduğu yerden okumuş, bundan da özellikle Türkiye olumsuz olarak etkilenmiştir. Üstelik maksat beklendiği gibi hâsıl olmamış, yenilmesini beklediği ülkeler savaştan galip çıkmıştır. Kendisi zahir ilimlerinden yeterince haberdar değildi. Üstelik yıldızının Utarit olduğunu söyler, olumsuzluklarına katlanmamızı ima ederdi. Beyaz nurda tevhit olduğunu söylediği halde sert mizaçlı yani celalda idi.
Şehirli kültüründen uzak, ömrünü köyde geçirmiş bir zat evliyası idi. Herhangi bir tarikatta yetişmediğinden tekke kültürü edinmemişti. Ulaştığı menzillere hangi güçlüklerle katlanarak, ne gibi tehlikeleri atlatarak vardığını uzun uzun anlatırdı. Yaşadıkları akıl almaz zorluklardı. Siz pişirilip önünüze getirilmiş pilavı yemekten şikâyetçisiniz derdi.
Biz birkaç öğrencisinin hiç bir zorluğumuzu ciddiye almazdı.
Manada mertebe sahibi olmak yetmez. Herkes Hz Muhammed s.a.v. olmadığı gibi, Cebrail gibi bir rehbere (açıktan) malik değildir. İlmi sürekli işareten (vahiy) yoluyla almak durumunda olan zatlar, her zaman hataya açıktırlar. O yüzden hayatları sürekli sıratta geçer.
Hocamın zamanı Ülkemiz açısından, darbeler, ihtilaller, terör olaylarıyla geçmiştir.(!957–1987) yaptıklarının etkisi pek tabii olarak halen devam etmektedir. Elindeki kitabın Zat’ın hayatını nasıl koruyacağına dair bölümlerinden faydalandığı için, korkusuzca bir savaştan netice almadan bir başkasını tecelli ettirmiş, Türkiye’ye olan zararlarını göz ardı ederek, celal efallerine aralıksız devam etmiştir. Sonunda seksenli yaşlarında olduğu halde, uyarılarımıza rağmen, körfez savaşını tecelli ettirmeye çalışırken,(dalgınlığı nedeniyle kendisini koruyamamış), hikmet şehidi olmuştur. Rahmetullahi aleyh.
1957 den başlayarak 1991 körfez savaşına kadar bütün savaşlar kendisi tarafından tecelli ettirilmiştir. Sadece 1960 ihtilalinin Hafız Hüseyin Kemal hz. tarafından tecelli ettirildiğini, ’’Menderesin çiftliğinin satıldığını, kendisinin asıldığını ben göremeyeceğim, ama sizler şahit olacaksınız’’ dediğini anlatırdı.
Rahmetli hocam hz. Hacı İsmail Fidan’ın soğuk savaşı bitiren mücahedesine öğrencisi olarak bizzat katıldım. Kıbrıs savaşında ise Şaban Duman kardeşimle birlikte kısmen katkıda bulunmuştuk. Yeni öğrencisi idim ve ne verirse okuyordum. Komünizm ’in sona erdirilmesi için yaptığımız manevi mücadele sırasında okuduğum esmalar nedeniyle düştüğüm celal çukurundan 2003 te (oluşan ölüm tecellisinden kurtulmak isterken) yaşadığım tecrübeler sayesinde çıkmayı başardım. Bu konu başka vesile ile ayrıca yazılacaktır.
Yerine geçen acemi kutup, uzun süre celalden yakasını kurtaramadığı için, Türkiye ve islam dünyası bundan aşırı derecede etkilenmiştir. Giden zatın yaptığı efallerin etkisine istifrak olan dünya, ABD nin akıl almaz politikalarına muhatap olmuştur. Dünyada ve Irak’ta masum kanları boş yere dökülmüştür, dökülmeye de devam etmektedir. Bu akıl almaz savaşın bir başka yüzü de Müslümanlar üzerindeki psikolojik etkileridir. Küffar teknolojideki üstünlüğünü Bağdat’ın bombalanması olayını dünya televizyonlarından naklen vererek psikolojik savaşta, doğrudan savaştan daha başarılı sonuçlar elde etmiştir. Acz içinde kalmışlıkları bir kez daha yüzlerine vurulan Müslümanların, geleceklerinden ve inançlarından şüpheye düşmelerine neden olmuştur.
Şeytanın istediği tam da budur.
Azizim;
Zat evliyası olan kişi, yaptığı her işin, okuduğu her duanın maliyetini iyi hesaplaması gerekir. İslama ve insanlığa onun efallerinden daha büyük faydayı ve zararı kimse veremez. Bu savaşta da her savaşta olduğu gibi birçok müslüman dininden diyanetinden, canından malından olmuştur.
Savaş insanlık için en büyük fitnedir.
Bu olayda da her zamanki gibi sıfatı Celalın (şeytanın) dilediği olmuştur.
Güçler dengesi hesaplanmadan harp kapısını açmak akıl karı değildir. Ayrıca ilm-i ledün teshir ilmi olarak kullanılmalı her tecelliye sabırla ulaşmaya çalışılmalıdır. Yeterince tecrübe sahibi olmadan harp kapısı asla açılmamalıdır. Gerçi zat evliyaları dahi genel küll kadere tabidirler. Bunun en güzel ispatı, efendimizin; Hocam rahmetlinin döneminde olup biten hemen her olayı, çağımıza ulaşan hadisleri ile bildirmesidir. Bağdat’ın işgali, Kâbe’de kan dökülmesi vb. olaylar hadislerde açıkça anlatılmıştır. Fırat’ın suyunun kesilmesi, Suriye devlet başkanı hafız Esat’ın davranışları ve islam dünyasının bunlardan nasıl etkilendiği hadisi şeriflerde çok açık anlatılmaktadır. Bugüne dönük hadisi şeriflerde genellikle müjdeler vardır…
Nihayet işler kontrol altına alınmış görünüyor. Gidişat odur ki hidayet çağı başlatmıştır. Bundan böyle daha huzurlu bir Dünya ve Türkiye umut edebiliriz. Zamanla Türkiye’nin ve islam âleminin yıldızının parladığını,(dünyada adaletin göreceli olarak tecelli ettiğini) müşahede edebileceğiz, inşaallah. Bunun ilk işaretleri alınmıştır. Gide gide her basiret sahibi fark edecektir.(bu satırlar 2006 da yazılmıştır)
Zaman, umulur ki bizi haklı çıkarır.
Bu ilim İlmullah’ tır… Hikmetullah tır. Bu ilmin icrasına Marifetullah denir. Kur’an-ı Kerim’in (ehline açıkça) beyan ettiği üzere, her tecelli bu ilim mensuplarının(zat evliyalarının) hizmeti ledün’ünden kaynaklanır. Yanlış yapılırsa celal tecellisi dünyayı yakar yıkar, doğru yapılabilirse kalplar ve dünya-ahiret ihya olur. Hidayet çağının başlamasına işaret
El Hadid Suresi 16. ve 17. ayetleridir.
‘’İman edenler için vakti gelmedi mi ki Kalpleri Allah’ın zikrine ve Kur’an’ın aşkına coşsun;
Ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra; Üzerlerinden(olumsuz bir dönem)zaman geçipte kalpleri katılaşmış Ve çoğu fasık olmuş kimseler gibi olmasınlar.’’
‘’Bilmiş olun ki Allah; Yeri ( kalpleri ve gönülleri) ölümünden sonra (yeniden )diriltir.
Biz size ayetleri (ibret için-uygun olanlarını zikrederek hükmünü yenileyin diye) açıkladık.
Umulur ki (ne demek istediğimizi anlar işlerinize yön verirsiniz) akıl edersiniz.’’ buyrulmaktadır.( bu ayetler 41 gün okunarak biiznillah tecelli ettirilmiştir. Gelişmeleri takip ediyoruz.)
Hakk teala böyle takdir etmiş… Her tecellinin Hakk olduğunu, hayretten sıyrılan, nur görmeye başlayıp, celalın etkisinden yakalarını kurtaran, zulmet perdelerini açabilen canlar apaçık anlar. Şeriat ehline imandan başka yol yoktur. Dilerse inanır, ehlini arar, bulur, dilerse reddeder, başka inanışlarla aklını teskin eder.
Şimdi sadede gelerek hadisin açıklamasına dönebiliriz.
Şeriat-ı Muhammed-i Zühre (Kemal) makamından,(Cemal) Kamer’e inmiştir.
Miraç yolculuğunun teferruatlı verilmesi, hangi peygamberin hayatlarında, hangi evkatta (sema) kaldıklarını, şeriatlarının hangi makamlara inzal olunduğunu, dolayısıyla celalda veya cemalde oluşlarını açıklamak içindir. Hikâyeleri Kur’an’da anlatıldığından, bu sayede saatlerin (evkatlar) özelliklerini bulup çıkarmak mümkün hale gelmiştir.
’Mi’raç olayı’ Mana âleminde (tümden),dünya zamanına göre çok kısa (yoğunlaştırılmış) zaman diliminde olup bitmiştir.’’ Allah zaman içinde an yarattığı gibi an içinde zaman yaratmaya da kadirdir.’’ Rüyalar buna delildir. Birkaç saniyelik rüyalarda geniş zamanları yaşadığımızı her insan bilir.
’Mi’rac’ olayının devamı hakkında başka hadisler de vardır. Mi’raç Ruhen gerçekleşmiş bir olaydır. Cesedin bu işte bir nasibi yoktur. Yükselmeler enfüsidir. Hâşâ! Allah uzaklarda bir yerlerde değildir. O bize ‘’şah damarımızdan daha yakındır’’. Miraç olayı da enfüsi olarak yaşanılan, sözle izahı kolay olmayan, O’na yolculuktur. Zaten afakî olarak ne varsa, bire bir enfüste de vardır. Bu tür sırlar,
’’Temiz olmayanlar bu kitaba yaklaşamazlar ‘’
Hükmü gereğince, ancak kendilerini her yönden temizleyenleredir. Her abdest alan bu sırrı anlayamaz.’ Tevhit nurunda’ abdest alınıp, ’’el Kuddüs et Tahir’’ talimiyle birlikte cümle Sıfatullah’a istifrak (gark-istila) olmak, beşeri varlığını ilahi nurlarla arındırmış olmak lazımdır. Bu hadisi şerif ve devamı hikmet ehline gizli sırlar ihtiva etmektedir.
Diğer göklerde hz. Musa ve hz Davut’un makamları vardır. O da ehlini ilgilendirmektedir. Bu yolla Bütün zamanların görev alacak ‘’ZAT’’ evliyalarına bilgi ulaştırılmaktadır. Anlattıklarımızı kabulde zorlananlara Kur’an-ı Kerimi daha dikkatli okumalarını tavsiye ederiz.
Ayrıca Hz Mevlana’ya kulak vermelerini öneririz.
O mübarek buyuruyor ki;
Hz. Mevlana
Der ki:
I.
Ey akıllı / fikirli er
Apaçık görmek istersen eğer
Canlar canı
Cananı
Şu canından geç
Yırt, at gözdeki, gönüldeki perdeleri
Yaşarken ölümü seç
Ölünür
Mezara girilir ya hani
O ölümü değil tabii ki
Seni değiştiren
Karanlıktan aydınlığa çıkaran ölümü seç
O
En güzel haber veren
Peygamber; hz Muhammed( s.a.v)
Ey ulular:
‘Ölmeden önce ölünüz’ demiştir.
Nitekim
Ben de ölmeden önce öldüm de
Bu sesi / nefesi
Bu şanı / şöhreti
O taraftan aldım, getirdim
A
Azizim;
Kıyamet ol da
Hayyül Kayyum’u gör
Ki;
Her şeyi görmenin gereğini yap
Mademki bu beden ruha alettir
Şu halde bu hakiki ölüm değildir
Nefis
Tanrı nuruna ulaşıp değişti mi?
Bu beden kılıcı
Lütuf ve ihsan sahibi Rabbin elindedir
Artık
Tanrının takdiri olur
O kulun rızası
Tanrı takdirine rıza verir
Zorla değil
Sevap için değildir
Bu rızalık
Kendiliğinden meydana gelir
Takdir Ona hoş gelir de
Artık hayatı
Zevk için istemez
Yaşamı
Kendisi için istenen şey olmaktan çıkar
Sebil olur
Ezeli emir neyse
İsteyerek ve severek ona uyar
Hayat ve ölüm aynileşir
Yaşarsa Allah için yaşar
Ölürse Allah için ölür
Korkudan,
Hastalıktan değil.
İmanı, itaati
Allah’ın dileği
Rızası içindir.
Cennet için,
Huri / kılman için değil.
Küfrü terk edişi
Yanmak / yakılmak korkusuyla değil
Allah içindir
Onlar
Merhamet timsali tanrı erleridirler
İşleri yönetmek üzere görevli
Tanrı buyruğunun sahibidirler
II.
Azizim;
Bilesin / bildiresin ki
Cömertlik,
Sebepsiz vermektir
Temizlik,
Her şeyi yaratana verip arınmaktır
Öyle ki
Bu
Bütün şeriatların ötesindedir
III.
Onlar
Şiddet zamanlarında
Sıkıntı vakitlerinde
Yaratılmışa
Annenin bebeğine acıması gibi acırlar da
Bedel talep etmeden
Rüşvet almadan
Gece- gündüz ihtiyaç giderirler
O erler
Ne tanrıyı sınarlar
Ne de kar zarar hesabı yaparlar
Alemlere direktirler
O tanrı erleri
Gizli dertlerin, gizli tabipleri
Muhabbetin / adaletin,
Rahmetin ta kendisidirler
İlletsiz
Rüşvetsiz daimi vericidirler
Sen de
Azizim
Bu suretle bilmiş ol ki
Kuddüs Tahir Rabbin
Yürekli mi yürekli
Yiğit mi yiğit öyle kulları vardır ki
Aramızda sıradan biri gibi dolaşır
Senin gibi /benim gibi yer içer
Ama
Dünya yalanının bıyığını koparırlar
Otağlarını, her daim, müminler için
Yardım kal’asının burcuna kurarlar
Bu şehitler
Biteviye yeniden / yeniden gazi olurlar
Bu Tanrı tutsakları,
Mücahitler
Her zaman her yerde
Yokluktan baş gösterir
Yeni /yeni baştan yardım elde ederler de
Anadan doğma kör değilsen eğer
Gör, gör derler.
Alanya /2008
Şimdi de Abdülkadir Geylani hz. den istimdat dileyelim
Ve Risale-i Gavsiye’den: bir bölümüne başvuralım.
………………………..
‘’-Ya gavs-ı a’zam…
İnsan sırrımdır.
Onun sırrıyım ben.
Eğer insan
İndimdeki menziline arif olsaydı
Derdi ki;
Bütün nefislerdeki nefsim ben,
Bu anda mülk yoktur
Benden başka…
— Ya gavs-ı a’zam:
İnsanın yemesi, içmesi
Mekânın hayatta duruşu,
Yayılışı ve konuşması, susması, yaptığı işi
Teveccüh ettiği şey
Gaib olduğu her ne varsa benim.
Sakini,
Muharriki,
Müsekkini benim.
Ve dahi buyurdu ki;
—Ya gavs-ı a’zam,
İnsanın cismi ve nefsi,
Kalbi, ruhu, işitmesi, görmesi
Eli ayağı ve tümünü nefsimle açıkladım
Âlemlerde ancak ben varım
Ve ben dahi onun gayri değilim.
Ve Rabbi Teâlâ devamla, dedi ki;
—Ya gavs-ı a’zam
Fakr aşkıyla yanan
İhtiyaç ateşiyle kavrulmuş birini görürsen
Yaklaş ona
Şüphesiz ki onunla aramda hicap yoktur
………………………………………….’’
Bu hatırlatmalardan sonra konumuza devam ediyoruz.
Bu hadisin zımni (örtülü-gizli) anlamı miraç olayının sürekli olduğudur. Kıyamete kadar her devirde bir Zat miracı yaşayacak, geri dönüp insanların hidayeti, dünya düzeninin devamı için mücadele edecektir. Bu adetullahtır. Kıyamete kadar böylece devam edecektir.
Yeni bir şeriat gelmeyecek, her gelen zat teorik olarak Kur’an-ı Azimüşşan ‘a tabi olarak hizmet verecektir. Kur’an-ın hükmü bakidir. Nur-u tevhide ulaşan ‘’her zat’’ efalinde muhtar olmakla beraber hakikate sadık kalmakla yükümlüdür. Kur’an’dan sapmalar ancak (hata’en) yapılan işlerdendir. Hata’en bile olsa sapma olduğunda, zat kendisi ve dönemindeki insanlar çile çekerler.
Zat kemale erinceye kadar ( insan olarak hatadan muaf olmadığı için) kusur yapması doğaldır. Kemale varınca, ya kendisi hatalı gidişatı giderir yahut kendisinden sonra gelen zatlar o olumsuz tecelliyi ortadan kaldırmaya çalışırlar.
Hikmet ilmi en zor ilimdir. Çok üstün fedakârlıkla çalışılması gerekir. Kişisel gayretin yanında mükemmel yetiştirilmekte gerekir ki bu her zaman mümkün olmaz. Ayrıca hatasızlık kimsenin harcı değildir. Bu nedenle Kitabullah’ta ümmetin sürekli salâvat getirmek suretiyle O zatlara dua ile yardım etmeleri istenmiş, hatta emir edilmiştir. Yapılan salâvatın içinde hem ‘’Efendimiz,’’ hem ‘’ zamanın zatı’’, hem de ‘’Ümmet’’ dâhildir. O nedenle salâvatı şerifleri Allah’u teala hicapsız kabul edeceğini müjdelemiştir.
’’Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’’ hükmü gereğince sorumluluk ortaktır.
Bir müminin yapabileceği en büyük dua salâvatı şerifedir. Birçok salâvat tertibi vardır. En kısa ve kâmil olanı; ‘’Allahümme salli ala seyyidina Muhammed’in ve âlâ âli seyyidina Muhammed.’’ şeklinde olanıdır. Âli kelimesinde aile efradı vardır ki, bizler dâhil bütün müminlerdir.
Der beyan-ı
Evliya’yı Kibar Ve Enbiya
( Esrar-ı Hakikat )
***** VUSLATA ERENLER *****
Evliya-i kibarın serurudur kutup, Kemal hikmette emri şeriatı tutup
Marifetullahta şol güller gibi kokup, Zahir efalinden görürler tecelliyatı
Dünyada kutup her zaman bir tanedir, Onda ilmlerin ilmi ilm-i ledün vardır
Mümin’lere gayet şefaatkâr, yardır, Gece gündüz demez eder Hakk’a niyazı
Müminler için durmadan dualar eder. Onları Hakkullah’a makbul kullar eder
Sırrullah’ta sırdan sırra durmayıp gider, Hem güzel bilir, işler marifetullahı
Her daim duası kabul marifetullah, Sırrı ilm-i ledünde işi hikmetullah
Vahiyle gördüğü nurlar hep sıfatullah, Vahdetten seyreder daim Cemalullah’ı
Bilmez nedir zorluk işinde yoktur zeval, Gördüğü nurlardan verir haber hep cemal
Zat efalindendir dünyada cümle kemal, Dilerse her daim mamur eder viranı
Dünyayı diler harap eder diler mamur, Efalinde yoktur acziyet yahut kusur
Mülkü dilediğinden alır veya verir, Gösterir kullara izzeti ya hakiri.
İlmullah’ı tarif etse çok olur kutup, Kutuplar onun zamanında çok olup
Kendisi dahi kemal kutbulaktap olup, İhtiyaç olur, ziyaret eder cananı
Evliya-i kibar içinde olan kutup, Hâkim hükmü baştanbaşa cihanı tutup
Melekler dahi kemaline hayran olup, An içinde mukadderdir her dem efali
Efalinden mukadder olur bütün işler, Ya ne taraf olmalı arkası demişler
Ravza-i mutahhara’yı evla görmüşler, Tecelli arkadan zuhur bilin erkânı
Önünde olan ile mücahede eder, Efal zat sıfatullah’a intikal eder
Sıfatullah kemali hikmette devreder, İradeden emre sudur eder fermanı
Emrinden zahire esma eder tecelli, Hakikat bu marifetullah’ın kemali
Zahirde mutlak zuhur eder zat efali, Efalinden zuhur etmiştir pür tecelli
Efalı marifetullahla tevhit olur, Her işi zatın saadetle hâsıl olur
Beşerde kemalle cemal tecelli olur, Saadete erer mü’minlerin canları
İlk önce ilmi ebedandan haberler alır, İsterse karşılar efalin tecellisi az olur
Saadete dair ise tecellide bırakır, Külliyen zuhur eder zahire tecellisi
Biri rüyadır haberi tevilen verir, Rüya ilmi çok geniştir zor bilinir
Zamanla zat rüyaya bakmaz olur, Devrinde tecelliyat bulur kemali
Beş ilim içinde iş geri kalmaz, Zat, sıfat, esma, evkat, efal ayrılmaz
Cemal efalinden hiç zarar olmaz, Kemal hakikatin marifetullah şanı
Efal celal olursa sonuç celal olur, Öyle efalden küffara yardım olur
Celal efalinden tecelli keder olur, Zat tecrit eder daim celal efalini
Celal küffar sıfatına hep yardım eder, Cemal efal dahi küffara zarar eder
Cemal efali müminleri memnun eder, Zatın müminlere rahmeti pek çok oldu
Efal celal müminleri daim incitir, Zat celal efalini tecrit etmelidir
Ol vakit celal her daim mahkûmdur, Hâkimdir cemal kudretten zatın fermanı
Cemalde ise efali, kuvvet cemaldedir, Kudretullahta müminler kemaldedir
Zatın efali zahiren kudretullahtır, İşler efali, müminler bulur kemali
Bütün esmaullah olmuştur zata sıfat, Okur esmayı efalden olur tecelliyat
Okuma celal esmasın, olmasın sıfat, Celalden değil, cemalden olsun tecelli
San-i bedi-adır, Kudretullah san’atı, Mücahedesinde fasıl eder davayı
Zatın kemali halleder azım sevdayı, Tevhit olmuştur sıfatullah olur efali
Celal efalini tecrit hem mahkûm eder, Zat efalinde kemalden kemale gider
Cemal bakidir kudretten hünerler eder, Marifetullahta kavidir metaneti
Mahfuzdur mahlûkat, efal cemal hıfz eder, Cemalde ziyan yok, kemal tecelli eder.
Marifetullahtan kemalde hünerler eder, Açılır sırru hakikatte kudret meydanı
Esma el Hüsna okuyup efaline başlar, Ezel budur, zat efalinden olur işler
İlmi ledünde buna marifetullah demişler, Tevhidi hakikat sırrından aldım haberi.
Okurken arkan Ravza-i mutahharayı, Ya reisi hükümete dönük olmalı
Ondan müminler çok büyük kuvvet bulmalı, Hakikat marifetullah hikmet beyanı
Müminler kuvvet bulur böyle tertiple, Efal cemal işlenir her biri adapla
Evvela niyet etmektir, cemal esmayla, Efale uygun manada olur esması
Esma el hüsna esma-i azam kuvveti, Cenabı hak halk eder tez âli kudreti
Memnun ve mesrur olur büyük Türk milleti, Aktap Türk’tür, daim şeref bulur milleti.
**** El yazması kitabın orijinalinden sadeleştirerek yayınlayan
Hacı Ali bayram
YORUMLAR
Balkan savaşları,Birinci Dünya Savaşı,Kurtuluş Savaşı ve nihayet,İkinci Dünya Savaşı bu zatın zamanının emsalsiz (muazzam) tecellileridir.Yetmiş yıl devam eden Soğuk savaş Dönemi de bunlara dahildir.Bugünkü dünya haritasını çizen (hizmetiyle)kendisidir.Bu zatın en son savaşı ‘’Kore Savaşı’’olmuştur.
DOĞRUSU,
Ne inancıma ne mantığıma uygun gelmedi.