- 11386 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kar (Eleştiri)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
A L İ A K D E M İ R
* * *
K A R
(E L E Ş T İ R İ)
Bu millet bir milyon Ermeni’yi,
otuz bin Kürt’ü öldürdü. Orhan Pamuk
Orhan Pamuk, romanlarında çok geniş bir coğrafyayı işleyen Reşat Nuri’yi geçebilmek için doğu sınırını Kars’a taşımış. İç atmosferi sevgisizlik olan Kar romanının kurgusu samimi temeller üzerine kurulmamış.
‘Kar’ın kurgusu, on iki yıl Almanya’da sürgün hayatı yaşadıktan sonra, ‘ Belediye seçimleri ve intihar eden kadınlar için’ Kars’a gelen Ka ile atmış sekiz kuşağının eski tüfeği Lacivert üzerine kurulmuş. Karışık taharlı bir kumaş dokusunu andıran romanın örgüsüne Ka ve Lacivert hükmediyor, tuşeli bez gibi güzel, dokuyu bozmuyor. Bellekte iz bırakacak kimlikler yaratılmış.
Yazarın, derin devletin uzantısı tetikçi Yeşil’den esinlenerek yarattığı elektronik mühendisi ve radikal İslamcı terörist başının özgeçmişini kendi ağzından dinleyelim. ‘üniversitedeyken gençlerin peşine takılıp Amerikan uçak gemisinden çıkan denizcileri taşladım. …Grozni’de Çeçenlerle birlikte Ruslara karşı savaşırken aldığım yaradan dolayı sağ ayağım aksar. …Bosna’ya gittim, orada evlendiğim Boşnak kızı’ (s.321) Entelektüel bir şair olan Ka’nın öldürülüşünün ardındaki sis perdesini aralamaya çalışırsak, onun kimliğinin de ipuçlarını vermiş oluruz. Radikal İslamcı lider Lacivert’in yerini ‘Kars Darbesi’nin işbirlikçisi milliyetçi Z. Demirkol’a ispiyonlayan Ka’nın Almanya’da ‘Hicret adlı derginin ilk sayısında Lacivert’in ölümünden sorumlu olanlardan intikam alacaklarını’ (s.425) yazdığını öğreniyoruz.
Pamuk, Kar’da Kars’a ait bir dil oluşturamamış. Rol verdiği karakterlerden biri veya birkaçını o yöre ağzıyla konuşturabilirdi. Yaşanmış öykü ve olayları gerçeğine en yakın şekilde anlatımı edebiyat dilidir. Ayşe Kulin de ‘Bir Gün’de bunu yapmamış. Halk diliyle ilim olmaz ama, edebiyat olur. Hangi yöremiz olursa olsun, konuşmakta olduğumuz dil, yazın dilinin öğeleri değil mi? Dünyanın en zengin dilinin sözvarlıkları atasözü ve deyimleri kullanmayacaksınız, akıl alır şey değil. Yazar tecrübesini, her biri bir meşakkatin ardından halk arasında söylenen sözleri yazarak konuşturmalıydı. Siz, İstanbul’un eğlence merkezi Laila’da geçen bir olayı değil, hayatınızda iki kez seyahat için gittiğiniz Kars’ı yazıyorsunuz. Pamuk, Ahmet Altan gibi uzun, on altı satıra oturmuş (s.415) cümleler kurmaktan hiç çekinmiyor. Romanda geçen bellek tırmalayıcı radikal sözleri birlikte okuyalım.’Belediye seçimini Allah’ın partisi kazanacak.’ (s.31) ‘Allah mı büyüktür, devlet mi? (s.124) “ ‘İçimde Allah’a inanma’ diye bir söz duyuyorum.” (s.138) ‘Allah’ın olmadığı yer.’ (s.141) ‘Vatan yahut Türban’ (s.147) ‘Kahrolsun Allahsız Laikler, kahrolsun imansız faşistler!’ (s.156) ‘O da Atatürk gibi rakıcı!’ (s.192) Kutupluluk ilkesi bu kadar da keskin söylemlerle yapılmaz ki…
Orhan Pamuk, şaşırtıcı kurgusuyla heyecanı yirmi dokuzuncu bölüme kadar yüksek tutabilmiş. Ka’nın arkadaşı olarak yazarın kurmacadan içeri girmesi, dört yüz yirmi sekiz sayfalık romanın iki yüz ellinci sayfasında finale gelmiş gibi Ka’nın Frankfurt’ta öldürülüşünü yazması, yolculuğa çıkardığı okurun valizini elinden alıp pencereden aşağıya atıyor. Kurgunun sebeplerinden biri de yazarın kendini gizlemesidir. Yıpranacağını ve kimliğinin bit pazarına düşeceğini bildiği halde, tutar mı diyerek bu tür denemelere kalkışmak, bana pek akıllıca gelmiyor. Okuru sıkça romandan koparıp alan cümlelere birlikte göz atalım. “Ben de peşlerinden gitmek istedim ama ‘sanatçılar gibi çok içtiği’ söylenen yazarınız ayakta duramayacak kadar sarhoştu.” (s.421) “ ‘tıpkı Ka gibi’, (kendi romanının kahramanı) çıkardığım bir deftere yazdıklarım okuduğunuz kitabın başlangıcı olabilir : Ka’dan ve onun İpek’e duyduğu aşktan kendi hikâyemmiş gibi söz etmeye çalıştığımı hatırlıyorum.” (s.382) Yazar, bunları yapmakla roman formatından uzaklaşıyor. Kurgudaki boşluklardan biri de, albay Osman Nuri Çolak Kars’ta askeri bir ihtilal yaptıktan hemen sonra Üçüncü Ordu Komutanlığı neden müdahale etmiyor da, karın durmasını ve yolların açılmasını bekliyor? Ruslar, Kars’a girmiş olsa da, yolların açılmasını mı bekleyecekti yazar? Bir yanlış kurmaca daha : İhtilal sabahı Ka askeri kamyonla emniyet müdürlüğüne götürülürken, aklına “yeni bir şiir öylesine güçle ve tuhaf bir iyimserlik geldi ki, gaga burunlu MİT görevlisine ‘Bir çayhanede durup çay içmek mümkün mü?’ diye sordu. …bir askerî kamyonun dikkat çekmeyeceği Kanal Sokak’ta ocakbaşı çalışan bir çayhane gördüler” (s.182) oturmuş çay içerlerken Ka, ‘aklındaki şiiri rahat rahat’ yazabiliyor. Götürdükleri entelektüel bir şair değil, Kenan Evren de olsa ihtilal sabahı orada oturup çay içemez, hele şiir yazmak için ; buna Ahmet Altan gibi gülerler. Dışarıdan müdahale için Kars’a araçlar gelemiyor ama, askeri kamyonlar kentte dolaşabiliyor. Yukarıdaki cümlede ‘askerî’ sözcüğünün üzerine düzeltme (^) imi konmayacak, ‘ocakbaşı’ ise ayrı ayrı yazılacaktı.
Orhan Pamuk, ‘Şairler peygamberlerin varisleridir’ diyen Asaf Halet Çelebi’nin sözünden etkilenmiş, şair Ka’ya şiirleri ayet gibi indirterek, ona peygamber mi demek istiyor? Yoksa, dine hiciv mi yapıyor? “Kars’ta kendisine gelen şiirleri Ka bütünüyle kendi yazmış gibi hissetmiyordu. Bu şiirlerin kendi dışında bir yerden ‘geldiğini’, kendisinin onların yazılmasını ¬¬¬¬¬¬¬¬¬-¬ bir örnekte olduğu gibi söylenmesi – için yalnızca bir araç olduğuna inanıyordu.” (s.378) ‘Şiirin gelmekte olduğunu hissettiğim zaman onu gönderene şükranla doluyor içim’ (s.126) Yazar, türban takanlar ve imam hatipli öğrencilerin dini inanışlarının derin olmadığını ispat etmek ister gibi yazıyor. Kars’ta intihar eden kadınların türbanlı olduğunu sıkça ima ediyor. İntihar eden kızın ailesini kastederek, ‘onlar intihar ettiğine inanıyorlar mı?’ ‘İnanıyorlar. Önce annesi ve babasıyla Marianna’yı seyretmiş, sonra abdest almış, namaz kılmış.’ (s.87) Arkadaşı darbeci askerler tarafından öldürülen Fazıl’ın söylediklerini okuyalım. ‘Az önce kendimin de intihar edebileceğini söyledim. Rahmetli Necip’e ateist demek istemem. Ama şimdi içimde bir ateistin sesini duyuyorum.’ (s.286) Yazar, okuruna din düşmanlığı yapıyormuş izlenimi edindiriyor.
Siyasal solun tiyatroda altın yıllarını yaşadığı dönemde jakoben devrimci, halk kahramanı rollerini oynayan Sunay Zaim, darbeci arkadaşı albay Osman Nuri Çolak’la birlikte otururken gazete sahibi Serdar Bey gelir. Ona, ‘Ka hakkında çıkan yalanları düzeltmesini istedi. …Gazeteci, yaz! Diye bağırdı sonra Sunay, Serdar Bey’e’ (s.335) Pamuk, askeri darbelerden sonra komutanların gazete sahipleri ve yöneticilerine nasıl davrandıklarını, gazetede çıkan haberleri nasıl düzelttirdiklerini detaylı olarak yazmış. Askeri ihtilallerden sonra darbecilerin yanında onların isteklerini söyleyen, derin devletin uzantısı sivil darbecilerin de olduğunu dile getirmiş.
Orhan Pamuk felsefe yapmayı çok seviyor, hemen her olaya felsefe penceresinden bakıyor. Okurunu silkeleyip alaşağı etmek ister gibi sorular yöneltiyor. ‘Bu şiir neden güzel?’ (s.90) ‘Avrupa’da başka bir Allah mı var?’ (s.97) ‘Allah yoksa yoksulların çektiği onca acının anlamı nedir?’ (s.104) “…peki, Kars’ta ‘gelen’ şiirlerin nereden geldiğini söylesin, onu rahat bırakacağım.” (s.126) Yazar, Kar romanının her sayfasında okuruna, yaklaşık 1.1 soru yöneltmiş. Ahmet Altan’ın ‘En Uzun Gece’sinde de 1.1 soru sorulmuş.
‘Gerçek aydın, toplumuyla çatışan kişidir’ felsefesinden yola çıkan Pamuk, rol verip konuşturduğu karakterlere, kendi içlerindeki yolculukta çağrışımlarla dolu sesi, İçmonologla okuruna anlatıyor. “…yolcu ‘belki yeni bir şey görürüm’ diye gözlerini dört açıp” (s.9) Yazar, Muhtarla karşılaşan Ka’nın aslında konuşmadıkları halde, Ka’nın aklından geçenleri monolog gibi yazmış. “Önce birbirlerine hayallerinde şöyle dediler : ‘şimdi ikimiz de bir çeşit sürgün hayatı yaşadığımıza ve öyle çok başarılı, muzaffer ve mutlu olmadığımıza göre zor bir şeymiş hayat! Şair olmak da yetmiyormuş… Siyasetin gölgesi bu yüzden üzerimize bu kadar vurdu.’ ”(s.55)
Orhan Pamuk, ayrıntıların işlevselliğini işte roman dedirtecek kadar güzel, hiçbir romanda olmayacak kadar da çok yapıyor. Sanırım romanlarını yazarken tüm bilgi, becerisini ve benliğini ortaya koyuyor, çok başarılı. “ ‘Aydın Foto Sarayı’nın kırmızı ilan lambası yedi yıldır bozuktur,’ diye fısıldadı Fazıl. ‘Kırmızı ışığı arada bir yanar söner ve her seferinde oradaki iğde ağacı Necip’in ranzasından bakınca sanki alev alıp tutuşmuş gibi gözükür.’ ” (s.419)
Her sayfada ortalama 2.7 adet / satır betimleme yapan yazar, bin dokuz yüzlü yılların son basamaklarını çıkarken Kars insanının yaşamındaki toplumsal koşullarına psikolojik ve sosyolojik açıdan derinlemesine bakmamış. Gazi unvanı da almış (1876) serhat kenti Kars’ın aynasına, İstanbul’dan bakınca demek ki bu kadar görünüyor. ‘Kırk dört yıldır salonu ısıtan Alman malı iri bohem sobadan tuhaf bir ses çıkmış, teneke borusu delindiği için dumanlar öfkeli bir çaydanlığın ağzından çıkar gibi tütmeye başlamıştı.’ (s.157) Alman hayranlığından mı, yoksa onları iyi tanıdığından mı olacak Alman isimlerini sıkça kullanmış. Okurunu sıkmama adına yaptığı güzel betimlemelerinde, Türkçemizde en çok tekrarlanan ikinci sözcük olan ‘bir’i Kar’da 4.2 adet / sayfa kullanmış. Betimlemeleri güçlendirme adına eğretileme de yapıyor. ‘Kar taneleri uzaktan ne kadar zavallı gözüküyor, ne kadar zavallı benim hayatım.’ (s.89)
Pamuk, birer eğretileme olan benzetmeleri, sayfada 1.5 adet kullanmış. ‘…bütün özel timciler gibi kötülük ettikçe dili açılan’ (s.357) ‘kış uykusuna yatmış hayvanlar gibi gizlendikleri deliklerden çıkmıyorlardı.’ (s.57) ‘suç işlemiş gibi süklüm büklüm gitti.’ (s.421) ‘küskün çocuklar gibi ikisi de susunca’ (s.55) ‘şişman ve ihtiyar köpekler gibi uslu uslu’ (s.66) Yazar, Karakterleriyle geniş kapsamlı insan manzaraları oluştururken, iyi biçilen rolleri diyaloglarla güçlendirmiş. Romanın yaklaşık yüzde 33.6’ sı diyaloglarla geçiyor. Yukarıdaki benzetmelerde de görüleceği gibi gençleri yeni işlek dille, yaşlıları da eski kasvetli dille konuşturmamış.
Ülkesinin bir mizah cenneti olduğunu bilen Pamuk, sıkça mizah da yapar. Turgut Bey, kızlarıyla melodramatik bir dizi olan Marianna’yı seyrederken heyecanlanır. “Kapitalistlere karşı bu kızın da kendince bir savaş verdiğini söyler, bazen da ‘dayan kızım, Kars’tan destek geliyor,’ diye ekrana seslenirdi.” (s.239)
Gazete, dergi, şiir, parti sloganı, bant kaydı gibi yerlerden alıntı yapıldığı yazılmış. Bunların da kurgu gibi kurmacanın birer parçası mı olduğu bilinmiyor.
Orhan Pamuk, geleceğin klasik romanını yaratabilmeyi düşlerken kurguda yaptığı denemeler ve alışık olmadığımız keskin söylemler silueti bozmuş, ‘Kar’ı belleğimizde iz bırakan bir roman olarak hatırlayacağız. Sivri uçların mükemmelliği bozduğunu tarih hep bize söyledi…
Sivri dilli yazarın, bu ülke için yazdıklarını, gelin büyüteç altına alalım. ‘acı çekme zevki ve Türk’ün eğlenceli zavallılığı havasıyla gülüşerek izlendi.’ (s.140) ‘Pek çok Türk’ün birlikte çalıştığı yerlere özgü o tuhaf dağınıklık ve hareket vardı.’ (s.178) Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu bildiğimiz gibi, dünyaya gammazlayan muhbirin de kim olduğunu biliyoruz. “ ‘Kars’taki ve bütün Anadolu’daki milyonlarca Ermeni’nin nerede olduğunu’ sinsice sormuş, not tutan muhbir ona acıdığından kim olduğunu kâğıda yazmamıştı.” (s.279) Sevgi ve hoşgörü, içsel direnç tellerine su verir. Pamuk’un yazın diliyle ulusal bütünlüğe katlısı olmadığı gibi siyasi söylemleriyle zararı da dokunuyor.
Hoşumuza gitmeyen alevi ve komünistleri (!) Madımak’ta yaktığımız gibi Pamuk’u da tutuşturmaya kalkarsak hiç şaşmam! * * *Orhan Pamuk, Kar, İletişim, 428 s.
YORUMLAR
"Halk diliyle ilim olmaz ama, edebiyat olur" diyorsunuz; ama uluslararası satış yaptığını düşündüğünüz bir romanın, şiveli konuşturmaya yer vermesi ne kadar iyi olur sizce. Bir Rus romanında, halk diliyle yazıldığına ben rastlamadım. Halkı anlatan bir roman olsa bile, bence onların yürekleri kaleme alınır, ağızları değil. Çalışmanız güzel olmuş. tebrik ediyorum.