- 869 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GECE HOCALARI;Allahı anlamak
Birkaç gün sonra Fatma Hanım, gelini Zelihayı ve torunu küçük Fatma’yı da alıp Nuray Hanımı almaya gitti. Hep birlikte dolmuşa binip Emine’nin evine doğru yola çıktılar. Dolmuş büyük bir mezarlığın yanında durdu. Fatma Hanım, Nuray Hanım ve kucağında uyumuş olan küçük Fatma olduğu halde Zeliha, dolmuştan inerek mezarlığın içine doğru ilerlediler. İçlerinden fatihalar okuyarak, bir yandan da mezar taşlarına bakarak, hiç konuşmadan mezarlığı geçip, Emine’nin evine vardılar. İçerisi çok kalabalıktı. Kısa bir hoş geldin faslından sonra, Nuray Hanım’ın Hoca olduğunu anlayan cemaat, ona en köşedeki yeri açıp oturttular. Cemaatin saygısından utanarak gösterilen yere oturan Nuray Hanım, gülümseyerek sohbetine başladı.
—Selamünaleyküm! Allah’ın Rahmeti, merhameti üzerinize olsun bacılarım. Sohbetime Allah sevgisi ile başlamak istiyorum. Mü’min, vücudunun bütün azaları ile Allah’tan korkandır. Ve bütün azaları ile Allah’ı sevendir. Allah korkusunun ve sevgisinin, vücutta alametleri vardır. Birinci alamet; dilde belirir. Allah’ı sevip ve Allah’tan korkan dil yalandan, kovuculuktan, iftiradan, gıybetten sakınır. İkinci alamet; kalpte belirir. Kalpte Allah sevgisi ve korkusu varsa; içinde kin, garez, kıskançlık olmaz. Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurur: “Ateş odunu nasıl yakar bitirirse, kıskançlıkta iyilikleri öyle yer bitirir.” Üçüncü alamet; gözde belirir. Allah’ı sevip korkan göz, dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil de, ibret nazarı ile bakar. Çiçekte, ağaçta, böcekte hatta insanlarda, Allah’ı arar. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Kim gözünü haramla doldurursa, Allah da, kıyamette onun gözünü ateşle doldurur” buyurmuştur. Dördüncü alamet; karında belirir. Haram lokma yemek büyük günahlardan biridir. Karnınızı haram lokma ile doldurmayın. Ne gelirse içine alan karın, belki de kıyamette içi ateş ile doldurulmuş olarak dirilecek.birde ekleyim öldüğümüzde cesedimizin ilk şişeceği yer karnıdır.yani ilk karın şişer. Beşinci alamet; ellerde belirir. Allah korkusunu taşıyan el; harama, zulme, günaha uzanmaz. Hayır, işler, sadaka verir, zekât verir, Kur’an tutar, dua eder. Altıncı alamet; ayaklarda belirir. Allah’tan korkan ayaklar, haram, günah işlenen yerlere gitmez, hayırlı amel işlenen yerlere gider. Son alamet; ameldedir. Allah’ı sevip onun azabından korkan kul, her ibadetini “yapıyor” desinler diye değil, Allah için yapar. Yaptığı her hayırlı işte, Allah’ın rızasını gözetir. Günahtan sakınıp hayıra koşar. Çünkü bilir ki, Zuhruf suresinin 35. ayetinde “Günahlardan sakınanlar cennet nimetleri içindedirler”. Tur suresinin 17. ayetinde ise; “Allah’tan korkmayan kalp mühürlenir.” Güzel Rabbim, yarattığı bütün nimetlerini, bizlere vermiş. O ki, kuru küçük bir tohumu, toprağa attığımızda, boy boy ağaçlar ve dallarında farklı kokuları, renkleri olan meyveler veriyor. Topraktan çıkan bitkilerin kimini yiyip besleniyoruz, kimini ise şifa için, ilaç yapıyoruz. Hayvanları da bizlere hizmet için yaratmıştır. Onların da etinden, sütünden, tüyünden, derisinden, hatta kuvvetinden yararlanıyoruz. Rabbim bize, nimetlerimden yiyip için, bana şükredin, bana kulluk edin demiş. O öyle büyüktür ki! Kendisine iman edeni de, iman etmeyeni de nimetleri ile nimetlendiriyor. Bütün yaratılanları farklı şekilde, farklı renkte, farklı tatta başkalaştıran, hangi zekânın işidir? Bütün bunlar O’nun büyüklüğünün, yaratıcılığının ispatı değil midir? Yaratılan nimetleri yerken, kullanırken, yeterince şükredip, Yaratanı seviyor muyuz? Allah’ı hasta olduğumuzda, ihtiyar olduğumuzda mı anıp hatırlayacağız? Allah sadece yaşlının, hastanın, fakir ve acizin Allah’ı mı? Gençken, sağlıklı iken, zengin iken mutlu iken, hatta eğlenirken Allah hatırlanmaz, tersi olunca; dua ve yardım isteriz. Duamız kabul olmadığı zaman da; “Ben sana ne yaptım da, bu iş başıma geldi” diye veryansın ederiz. Sen Allah için bir şey yapmadın ki, ne yaptınsa nefsin için ve desinler diye yaptın. İsyan etmeye ne hakkın var! Şunu hiç unutmayın! Kuluna zulüm etmez hâşâ Hüdası, kulun çektiği kendi cezası. Allah yarattıklarına merhametle yaklaşır, Allah merhametsiz değildir. Bir hikâye vardır, bununla ilgili... Hz. İbrahim çok cömertmiş. Sofrasında mutlaka bir misafiri olurmuş. Misafirsiz yemek yemezmiş. Bir gün yine yemek yiyecek ama yemeğini paylaşacak kimse yok. Boğazından aşmamış, dışarı çıkıp yemeğini paylaşabileceği birini aramış, sonunda bir ihtiyar bulmuş. Aç olup olmadığını sormuş. Aç olduğunu öğrenince, kolundan tutup evine götürmüş. Tam yemeğe başlayacakken, Hz. İbrahim besmele çekmiş, yaşlı adam çekmemiş. Bu durum Hz. İbrahim’in dikkatini çekmiş, sormuş. Adam da Mecusi (ateşe tapan) olduğunu söylemiş. Bunu duyan Hz. İbrahim’in yüz ifadesi değişmiş. Bunu anlayan yaşlı adam, sofradan kalkıp gitmiş. O sırada Allah melekleri ile Hz. İbrahim e seslenmiş; “Ey İbrahim, o mecusinin, bana inanmadığı halde seksen sene rızkını verdim. Sen nasıl olur da bir lokma ekmeğini paylaşmazsın?”
Hemen yerinden kalkan Hz. İbrahim, koşarak mecusinin yanına varmış. Allah’ın söylediklerini anlatmış. Mecusi şaşkınlık içinde konuşmuş. “Ben doğduğumdan bu yana ateşe taparım, bir kez olsun beni koruyup müdafaa etmedi. Senin Allah’ın ne güzel Allah ki, kendisine inanmadığım halde benim için Peygamberini azarlıyor” diyerek, iman etmiş.
Nuray Hanım sohbetini sürdürürken, kadınlar can kulağı ile onu dinliyorlardı. Bazıları gözyaşına hâkim olamamış, sessizce gözyaşı döküyorlardı. Fatma Hanım ise memnundu. İçinden, Nuray Hanımın da iyi bir hatibe olduğunu geçiriyordu. Gerçi Rabia Hanım da iyi bir hatibe idi, ama o böyle sohbetler yapmıyor, sadece Şıhhından ve onun yaptıklarından bahsediyordu. Allah sevgisini, hiç böyle düşünmemişti. İyice kendini verip, Nuray Hanımın anlattıklarını, aklına yazmaya başladı.
Nuray Hanım önüne konan sehpanın üzerindeki sudan bir yudum içerek, konuşmasına devam etti.
—Bacılarım! Rabbimin senin yaptığınız ibadetlere ihtiyacı yok! Namaz farz, senin şahsi borcun, oruç şahsi borcun. Bu gibi ibadetleri, kişi kendi yapmakla mükelleftir. Kimse, kimsenin yerine ibadet edemez. Buraya gelirken mezarlıktan geçtik. Mezar taşlarındaki doğum ve ölüm tarihlerine baktım. Ölüm genç yaşlı dinlememiş, almış götürmüş.
O sırada kadınlardan birisi:
—Ben bir yere giderken mezarlıktan hiç geçmem. Korkarım!
Diğer kadınlar bu laf üzerine gülüştüler. Nuray Hanımda gülerek:
—Sen ne diye ölüden korkuyorsun? Onlar dünyayı terk etmiş gitmiş. Onlar sadece yoldan geçenler, dua etse de gitse diye, bekleşirler dururlar. Bir zararları dokunmaz ki! Sen asıl diriden kork!
Kadınlardan biri daha lafa karışır:
—Doğru dedin, Hocam! Mezarlıkta bile, adam soyup cinayet işliyorlar!
Ortalık kaynamış, herkes bir mezarlık hikâyesi anlatmaya başlamıştı. Nuray Hanım kadınları kibar bir dille susturup, konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
—Hiç bilemezsiniz, buradan çıkınca ayağınız bir taşa takılıp düşer ölürsünüz. Farz edelim, şu an öldünüz. Ahiret için bir hazırlığınız var mı? Kış geliyor diye odun, kömür, patates, soğan vs. aldınız, tamam! Kışa hazırsınız. Farz edin ki, kış gelmeden, aldıklarınızı yemeden öldünüz. Toprağın altı için ne hazırladınız? Hazırlığınız var mı? Ömrünüz boyunca hep dünya için çalıştınız, mal mülk biriktirdiniz, dünya ile iki iyi arkadaş oldunuz. Bu nasıl arkadaşlıktır ki, sizi son nefeste, en zor durumunuzda yalnız bırakıyor! Bu nasıl arkadaşlık ki, sen Azrail’in pençesinde, dilin mühürlenmiş konuşamaz bir halde canından can verirken, umursamıyor, yalnız bırakıyor. Gözlerinizi kapayıp rabıta yapın yani hayal kurun. Ölmüşsünüz, sizi soydular, bütün yakınlarınız üzerinize kapanıp ağlaşıyorlar. Cesedinizi musalla taşına yatırmışlar, su döküp yıkıyorlar. Sonra kurulayıp birkaç parça beze sarıyorlar. Hani nerede kat kat elbiselerin? Pahalı güzel giysilerin? Sen onları ne hayallerle, ne heveslerle almıştın oysa! Sonra omuzlar üzerinde, elden ele verilerek, mezarlığa kadar götürürler. Bu da sevdiğin değer verdiğin yakınlarının sana yapacağı son hizmettir. Oysa onları Allah’tan bile çok sevip, ömrün boyunca onlara hizmet etmiştin. Hadi kurtarsınlar seni! Sevdiklerin itina ile tabuttan çıkarıp seni boylu boyunca kuru, soğuk toprağa yatırırlar. Nerde kat kat yatağın? Nerde halıların, koltuğun, eşyaların? Üstelik bütün bu mal varlığını toparlayıp kazanmak için ne fedakârlıklar yapıp, ibadetlerinden ödün veriştin. Bu nasıl arkadaşlıktır ki, sen toprağın altına girerken, o değer verdiklerin toprağın üstünde kalıp, seni yalnız bırakıyor. Üzerinize topraklar atılırken, kimden imdat isteyeceksiniz?
Nuray Hanım gözleri kapalı bir şekilde, yüzünde acı tebessümle konuşmasını sürdürdü.
—Karanlıkta, nefsinizle baş başa kaldığınızda, her şeyin yalan olduğunu anlayıp feryat edersiniz. “Allah’ım, bana üç gün ömür ver! Beni buradan çıkart ki, sana gece gündüz ibadet edeyim! İki gün bari ömür ver, kendimi sana affettireyim! Bari bir günlük ömür ver, sana nasıl kul olunurmuş, göstereyim! Olanca günahımla geldim buraya, bilmiyordum öleceğimi! Daha çok yaşarım sanıyordum! Bilemedim, affet Allah’ım!
Nuray Hanımın nefesi tükenmiş, sesi titriyordu. Derin bir nefes alıp, ses tonunu yükselterek gözlerini açıp, kadınlara bakarak, biraz sert bir şekilde konuşmasına devam etti.
—Münker ve Nekir gelip de “Rabbin kim?” diye sorduğunda, ne cevap vereceksin?
Tam bu sırada kadınlarda bir kaçı titreyip Allah! Diye bağırdı.. Diğerlerinin de içi ürpermiş, kalplerine ölüm korkusu girmişti. Kimi ağlıyor kimi başını sallayıp anlatılanları onaylıyordu. Nuray Hanım konuşmalarına devam etti:
—Münker ve Nekir, “Rabbin kim” diye sorduğu vakit, sen verilecek cevabı istediğin kadar ezberle, kalpte ne varsa, cevap olarak onu verirsin. Mesela yaşarken kalbin en çok ne ile meşgul oluyorsa, o cevabı verirsin. Örneğin “Rabbin kim?” Rabbim para. “Rabbin kim?” Rabbim oğlum! Artık çok geçtir. İş işten geçmiştir. İbn Mes’ut (r.a.) rivayet ediyor: Bir defasında Rasulullah’a soruldu: “Hangi mümin daha zekidir?” Şöyle buyurdular: “Ölümü çok hatırlayan, ölüme en iyi hazırlanan mümin.”
Ah nefis! Kâfir nefis! Hiç sevmez namaz kılmayı, hiç sevmez oruç tutmayı, hiç sevmez ibadet etmeyi. Ölümü ret eden nefis! Ah, kendini ölümsüz zanneden kibirli nefis. Bacılarım, kendinize gelin! Hayat kısa, ne zaman ne olacağını bilemezsiniz. Hepimiz bir gün bu üstünde salınarak gezdiğimiz toprağın altına girdiğimizde, toprak soracak “bana hangi amelinle geldin?” diye... Çok geç olmadan kendimize gelelim. Kıyamet kopup hesap günü geldiği zaman, avukatı olmayan Mahkeme-i Kübra’da, hâkimi Allah olan bir huzura çıkarılacaksın. Yaptıklarının hesabını verebilecek misin? Hesabını verebileceğin kadar günah işle. Ne cehennem gereksiz yere yaratıldı, ne de cennet. Her ikisi de kendilerine layık insanlar için yaratıldı. Yatağına girdiğin zaman biraz düşün, kendini sorgula... Acaba bu gün Allah için ne yaptım? Her gün mutlaka kendine sor! Bu gün şeytana mı çalıştın, yoksa Allah’a mı çalıştın?
Kadınlar başları önlerinde kederli bir hüzünle dinliyorlardı. Nuray Hanım, iman konusu üzerine biraz daha sohbet yapıp, arkasından kısa bir dua ile sohbetini tamamladı.
Fatma Hanım çok memnundu, çünkü cemaat Nuray Hanımı çok sevmişti. Vakit epey geç olmuştu. İçlerinde huzurlu bir mutlulukla, gittikleri gibi mezarlıktan bu sefer konuşarak geçip, dolmuşa binerek evlerine geldiler.