- 1210 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uzay-Zaman üzerine bir deneme..
Uzay-zaman..
Maddenin var olma biçimlerinden biri uzaydır; ve uzay, maddenin genel var olma biçimidir. Uzay dışında madde olamayacağı gibi, maddenin bulunmadığı yerde de uzay olamaz.
Evrende var olan tüm nesnelerin, birbirlerinin yerini alarak zincirlendikleri sonsuz süre olarak tanımlayabileceğimiz “zaman” kavramıyla sıkıca bağımlıdır.
Gerçekte: zaman, uzay ve hareket, maddenin varlık biçimlerini kavramsal olarak dile getiren felsefesel kategorilerdir.
Evrende bulunan tüm nesnelerin, belli bir yeri kaplama ve diğer nesnelere göre belli bir yerde bulunma nesnel özellilikleri, uzay felsefi kategorisinin içeriğini oluşturur.
Bütün maddesel süreçlerin, birbirlerinin ardından belli bir sıra izleme ve farklı durumlardan geçerek evrimleşme nesnel özelliği de, zaman felsefi kategorisinin içeriğini oluşturur.
Uzay felsefi kategorisi, birlikte var olan sonsuz sayıdaki nesnelerin evrensel dağılımını; Zaman felsefi kategorisi ise, ardı ardına oluşan sayısız ve sonsuz olgu ve olayların evrensel gelişimini dile getirir.
Zamanın bölünemeyen en küçük parçasını dile getiren AN sözcüğü üzerinde, tüm düşünce tarihi süresince çeşitli fikirler ileri sürülmüştür.
An sözcüğü, hem evrensel gelişimin algılanabilir en küçük bölümünü, hem de insanın zihinsel faaliyetinin en küçük dilimini tanımlaması bakımından, anlaşılması güç bir kavram olarak, idealist ve materyalist düşünürler tarafından üzerinde en çok tartışılan kavramlardan biri olarak çıkıyor karşımıza.
An kavramı ve onun dile getirdiği nesnel gerçeklik; ilkin, uzay ve zaman kavramlarının, maddeden bağımsızlığı düşüncesinden kaynaklı olarak, yalnızca düşünsel olanla değerlendiriliyordu.
Anaksagoras onu bilinçli bir töz saymış, Plotinos araçsız olarak ancak sezgi gücüyle kavranabilen, aklın da üstünde temel bir ilke olarak tanımlamıştı.
Aristoteles’ten başlayarak, idealist düşünce zincirine katılan tüm idealist düşünürler, an kavramını, - kendi bilincine varma-, düşünmenin düşünülmesi olarak yorumlamışlardı.
Descartes’e göre “an” düşünmektir. Ruh dediğimiz şey, görevi düşünmek olan ve bedenimizden farklı bir bölümümüzdür.
Tanrı bilime göre an, ruhtur ve tanrıdır, başka bir şey olamaz.
Düşünce tarihi süresince an kavramı; ’öznel an’ ve ’nesnel an’ olarak ikiye ayrılmış ve öznel olanın mutlaklaştırılmasıyla öznel idealizme; nesnel olanın mutlaklaştırılmasıyla da nesnel idealizme ulaşılmıştır.
Her ikisininde temelinde, maddeden bağımsız bir an bulunduğu gerçeği var sayıldığı için, maddenin bir bağıntılar bütünlülüğü olduğunu tanıtlayan bilime karşı ve bilim dışıdırlar.
Zamanın bölünemeyen en küçük parçasını dile getiren an kavramı, kendine özgü bir zamanı olmayan bir zaman birimini anlatır.
Hareket halindeki maddenin hareketi, nasıl ki her cisim için farklıysa, hareketle sıkıca bağımlı olan zamanın, yani anın da her cisimde farklı olması gerekir.
Bu düşünceden hareketle mutlak bir şimdi, yani şu an yok diyebiliriz. Örneğin, biz İzmir’in hangi semtinde olursak olalım ve Kuzey Amerika’nın herhangi bir yerinden gerçekleştirilen naklen canlı yayında bir b.ks maçını izlediğimizi var sayalım. Kolumuzdaki saate baktığımızda diyelim ki saatin 12-30 olduğunu görüyoruz, bizimle aynı anda aynı programı izleyen bir Amerika’lı insan da bizimle aynı anda saatine baksın, o saatin 20-30 olduğunu görecektir. İki coğrafya arasındaki sekiz saatlik fark, aynı zamanı yaşayan iki insana zamanın göreliliğinden dolayı farklı görünecektir.
An bu algılanışıyla kuramsal bir kavramdır.
Gerçekte nokta nasıl mekansız bir mekansa, yani insan zekasının yarattığı bir koordinatsa ve çizgi denilen şey de noktaların sıralanmasıyla elde ediliyorsa, an da aynı biçimde zamansız bir zamanı dile getirir ve zaman içinde gerçekleşen hareket de zamansız zaman parçaları olan anların sıralanmasıyla tasarımlanır.
Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm, an kavramı üzerindeki tüm metafizik İdealist yanlışlıkları çürütmüş, temizlemiş ve ona bilimsel ve gerçek anlamını kazandırmıştır.
Biyolojik evrimin en yüksek organsal bütünlüğü olan insanın beyinsel bir fonksiyonu olan an, insanların tarihsel ve toplumsal eylemlerinin, yani üretim sürecinin bir yansımasıdır. Bu yansıma insanların tarihsel ve toplumsal eylemliliklerine katkıda bulunur ve bu eylemlilikleri etkiler.
An, nasıl ki insan eylemini etkileyip geliştiriyorsa, insan eylemi de anı etkiler ve geliştirir. Bu durum diyalektik yasalılığın zorunlu bir sonucudur.
Aristoteles maddenin bulunmadığı yerde zaman ve uzay bulunmaz demekle, maddenin bağıntılarını yüzyıllarca önce göstermişti.
Yakın çağ idealistleri, özellikle de Kant, zamanın gerçekte var bulunmadığını, zamanın insan bilincinin bir tasarımı olduğunu söylüyordu. Bergson, insanın zamanda değil, zamanın insanın içinde yaşadığını söylemekle Kant’ın düşüncesini tekrarlıyordu.
Çağının en önemli fizik bilgini olan Newton, zaman ve uzayın, insandan bağımsız olduğunu söylemekle yetinmeyip, maddeden de ayrı olduğunu dile getiriyordu. Mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarını ilk kez o ileri sürmüştü. Daha da ileri giderek zaman ve uzayın tanrı tarafından yaratıldığını söylüyordu.
Tüm bu metafizik, idealist saçmalıklara 20. yüzyılın büyük bilim adamı Albert Einstein, kesin ve bilimsel bir şekilde son verdi ve zaman ve uzayın mutlak değil de göreli olduğunu bilimsel olarak tanıtladı.
Evren, Einstein’in belirttiği gibi dört boyutlu bir uzay zaman birlikteliğidir. “Zaman boyutu da bilinmeden, bir uçağın x enleminde, y boylamında z yüksekliğinde olması, bir hava trafikçisi için bir anlam taşımaz”.
Aynı anda biri saksıya, biri bahçeye ekilen iki tohumdan gelişecek olan çiçeklerden, saksıya ekilen; saksı toprağının bahçe toprağına oranla daha bakımlı olması ve daha korunaklı bir ortamda bulunması nedeniyle, bahçeye ekilen tohumdan, daha erken ve daha güçlü yetişecektir. Bu da bize saksıda yetişen çiçekle, bahçede yetişen çiçeğin zamanlarının farklı bulunduğunu ve zamanın göreli olduğunu tanıtlar.
Zaman ve uzay kategorilerinin daha derinden kavranmasını sağlayabilmek için “uzam” kavramının da bilimsel bir açılımı gerekir.
Ölçülebilen uzay anlamını içeren Uzam kavramı; var olan tüm gök cisimlerinin evrendeki yayılımını ve var bulundukları nesnel durumu dile getirir ve uzay kavramının daha net anlaşılmasına olanak sağlar.
Bu anlamda evrendeki her cismin, her nesnenin bir uzayı, bir de uzamı vardır.
İnsan zekasının evreni anlama, ona bir anlam verebilme mücadelesinin, insanı getirmiş bulunduğu nokta, gökbilimin bu gün ulaştığı nokta; yüz milyarlarca gök cismini sayıp, haritalandırıp, kategorize etme başarısını göstermiştir.
Ancak, madde ve onun bağıntılarının sonsuz ve sınırsızlığı, insanın ölçebileceği uzayın da sonsuz ve sınırsızlığını belirler. Sonsuzca gelişme yeteneğine sahip olan evren ve onun bir parçası olan insan, bilimin açmış olduğu yolda ilerleyerek tüm evreni bilme yoluna girmiştir.
Tarihsel ve Diyalektik Materyalizmin derinliğinin kavranabilmesi için, uzam kavramının bilinmesi büyük bir önem taşımaktadır:
Zamana göre süre neyse; uzaya göre de uzam odur.
Evrensel gelişme, derinliği, uzunluğu ve genişliği kapsar. Maddenin temel niteliği olan yer kaplama, yani maddenin kendiliği; evrensel gelişimini bu üç boyut içerisinde gerçekleştirir. Bu evrensel gelişmede insanın ölçebildiği alan uzam, ölçülebilme olasılığı olan, yani evrenin gelişme yeteneği uzaydır. Uzay asla zamandan bağımsız düşünülemez, çünkü zamansız var olamaz.
Bu duruma uzay ve zamanın bir parçası olan birey insandan bir örnek verecek olursak; Ortalama olarak 65 yıl olarak değerlendirilen bir insanın ömrü, 65 yıllık yaşamı boyunca beyinsel faaliyet bakımından 65 yıllık bir bilgi birikimini oluşturur. Bu durum o insanın uzamı anlamına gelir.
Oysa ki o insanın beyninin kapasitesi çok daha fazla bilgiyi algılayabilecek yetenektedir. İşte bu yüksek kapasite yeteneği de o insanın uzayı anlamına gelir.
Bir birey olarak kendi uzamımızı ölçebilmek olanaklarına bu gün itibarıyla sahibiz.
Bu ölçme işleminin temel ölçütü; yaklaşık dört bin yıllık düşünce tarihimizin ne kadarına hakim olduğumuzdur.
İnsan, bir birey olarak tüm yaşamı boyunca insanlaşmasını tamamlayamaz:
İnsanlığın tüm bilgi birikimini içselleştirip ona egemen olamaz. Olanakların yetersizliği ve yaşamın kısalığı buna izin vermez.
Çünkü insanlık verili bir değer değil, öğrenilen bir değerdir.
Bir insan yürümeyi öğrenir, konuşmayı öğrenir, üretmeyi ve paylaşmayı öğrenir. Kısaca bir insanın tüm yaşamı öğrenme üzerine kuruludur. Bu öğrenme süreci insanın seçebileceği bir şey değildir. Doğal bir süreçtir ve iki koldan gelişir.
Biri yaşayarak, (pratik) biri bilinçli bir okumayla (teorik), hiçbir insan bu sürecin dışında kalamaz, çünkü insanın tümü zaten bu demektir.
Bir birey olarak bizim uzamımız, tüm evren; yani, Doğa, Toplum ve birey hakkında bildiklerimizle sınırlıdır.
Ancak bu sınırlılık bizim bilinçli öğrenmemizle genişleyen bir sınırlılık olduğu için bizim egemenliğimiz altındadır. İnsanın doğaya egemenliği kavramı bence bu anlamı içermektedir.
Sonsuz uzay içinde, bilincimizi genişletmek, yani uzamımızı artırmak için daha fazla okuyalım, daha fazla tartışalım ve daha fazla yazalım.
Sedat Akıncı..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.