Dil Yaramız
Konfüçyüs’e sormuşlar: “Devlet başkanı olsaydınız ve bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Büyük filozof şöyle cevap vermiş: “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil düzensiz olursa kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa işler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet, hukuk yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Sözün nelere kadir olduğunu vurguladığı bir şiirinde Yunus şöyle diyor:
“Söz ola kese savaşı;
Söz ola bitire başı.
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.”
Halk dilinde, günlük konuşmalarda, bu şiirin ikinci dizesi genellikle “Söz ola kestire başı.” şeklinde telaffuz ediliyor. Aslında bir bakıma şaire de haksızlık yapılıyor. Çünkü Yunus, gönül adamıdır. Onun baş kestirmekle zaten işi olmaz. Hâlbuki “baş” eski Türkçede “yara” anlamındadır. “Bitmek” de “yaranın bitişmesi, kaynaşması, iyileşmesi” anlamındadır. Demek ki şaire göre bazen bir söz, yarayı (gönül yarasını) bile tedavi eder, iyileştirir.
Dili doğru konuşmak, kelimeleri doğru anlamlarıyla ve yerli yerinde kullanmak ve doğru telaffuz etmek, doğru yazmak gerçekten çok önemlidir. Fuzuli’nin ifadesiyle;
“Gâh bir harf sukutuyla kılar nadiri nar,
Gâh bir nokta kusuruyla gözü kör eyler [Yazmayı bilmeyen kişi, bazen bir harfi düşürür de nadir (eşsiz) i nar (ateş) yapar-Bazen bir nokta hatası ile gözü kör eder.].” Yazıda bir nokta eksik veya yanlış konulduğunda veya bir kelime yanlış anlamda kullanıldığında ortaya çıkan ve telafisi mümkün olmayan dil hataları, insan ilişkilerini farklı mecralara sürükleyebiliyor. Kelimelerin anlamlarına ne kadar vâkıfız? Konuşurken veya yazarken atasözü, deyim veya kelimeleri yerli yerinde ve doğru anlamlarıyla kullanabiliyor muyuz?
Mesela, “Su uyur, düşman uyumaz.” atasözündeki su kelimesinin doğrusu “sü”dür.
Sü, Göktürkçede “asker” demektir. Yani bir başka ifadeyle “Asker uyur, düşman uyumaz.” anlamında bir atasözüdür.
“Bıçak yarası geçer, dîl yarası geçmez.” atasözündeki “dîl” Farsça bir kelimedir ve “gönül” anlamındadır. Yoksa dildeki biyolojik yaralarla ilgili bir söz değildir.
Dilimize Farsçadan geçmiş olan bir başka “su” kelimesi daha vardır. Su, Farsçada “taraf, yön” anlamındadır. Dolayısıyla “Saat 9.00 sularında…” ifadesindeki su “etrafında, civarında”
demektir. “Havadan sudan konuşmak” deyimindeki “hava”nın doğrusu “hevâ” olmalıdır. Hevâ “istek, arzu, heves” anlamındadır. Yani istekler, hevesler yönünde konuşulduğunu ifade eden bir deyimdir. Bir ülkenin deniz sınırlarını ifade eden “kara suları”ndaki su da “etraf, yön, yan” anlamındadır.
“Sakla samanı gelir zamanı.” atasözündeki saman Farsçadır, servet, zenginlik anlamındadır. Ekinlerin hayvanlara yedirilen ufalanmış sapları olarak bilinen samanla hiçbir ilgisi yoktur.
Mahkeme salonlarında görmeye alıştığımız “Adalet mülkün temelidir.” sözündeki mülk “bir devletin ülkesi” anlamındadır. Yani adalet, bir devletin ve ülkenin temelidir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın atasözü hâline gelmiş olan;
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” beytindeki devlet kelimesi “saadet, zenginlik, talih” anlamındadır.
Yer adı olarak kullanılan Yazıbaşı ve Pamukyazı, Akyazı vd. kelimelerindeki “yazı” kelimesi de Türkçedir ve “ova” anlamındadır. “Kamelya” kelimesinin doğrusu da “kameriyye” olmalıdır. Bilindiği gibi “kamer” Arapçadır ve “ay” demektir.
“Hile hurda …” ikilemesindeki hurda kelimesinin doğrusu hud’a şeklindedir.
Bu kelime Arapçadır ve “aldatma, oyun, dalavere” anlamındadır. Dilimizdeki hurda kelimesiyle ilgisi yoktur. Yine “taht el kale” Arapça bir tamlamadır. Taht “alt, aşağı” demektir. “Kale altı” anlamındaki bu tamlama dilimizde “tahta kale” şeklinde ve yanlış olarak kullanılmaktadır. Günlük konuşmalarımızda sıkça kullandığımız “eli mahkûm” kelimesinin doğrusu “el mahkûm” dur. “El” Arapçada isimlerden önce gelen bir ön edattır (el veda kelimesinde olduğu gibi). Bit pazarının doğrusu “bed pazarı” dır. Bed, Farsçada “eski, yaramaz, çirkin” anlamındadır. Türkçedeki bitle ilgili değildir.
Şu hususu da göz ardı etmemek gerekir ki atalarımız “Galat-ı meşhur, lugat-i fasihten evladır (Dil yanlışları yaygınlaşmış ve toplumda yanlış biçimiyle benimsenmişse o hâliyle kullanmak daha doğru olur.).” demişlerdir. Bu veciz söz de aslında dikkate alınması gereken önemli bir dil kuralıdır.
Türkçemizi doğru konuşmak, doğru yazmak ne güzel!
YORUMLAR
Yazıyı okumaya başladığımda, devemını çok faklı beklemiştim.. gerçekten kelimeleri nerde ve nasıl kullanacağımızı bilmeden kullanırız çoğu zaman...
Aslı bozula bozula Türkçemizin hali ortada..
Teşekkür ederim... Güzel bir yazı çok şey öğrendim... Yunusun sözü ne güzel;
“Söz ola kese savaşı;
Söz ola bitire başı.
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.”
Kısa ve öz...Uzatmadan ne çok şay anlatmış meğer...
Şimdiye kadar okuduğum yazıların içinde hiç bu kadar yararlanabileceğim bilgilere rastlamamıştım
“Havadan sudan konuşmak” deyimindeki “hava”nın doğrusu “hevâ” olmalıdır. Hevâ “istek, arzu, heves” anlamındadır. Yani istekler, hevesler yönünde konuşulduğunu ifade eden bir deyimdir.
Bu" havadan sudan "deyimi;istek,arzu,hevesten ziyade ;Önemli bir konu değil,kayda değer bir konu bulamadığımızdan zaman geçirmek için ileriden,geriden konuşuyoruz anlamında değil mi?
Paylaşımınız için çok teşekkür ederim,güzel bir konuya değinmişsiniz,payıma düşeni aldım.
Saygılar