- 6785 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vahşi Kelebek (Eleştiri)
V A H Ş İ K E L E B E K
Z E Y N E P A L İ Y E
R O M A N
2002 Yunus Nadi Öykü Ödülünü alan ‘Vahşi Kelebek’, öykücülüğü kimseye bırakmayan ve en yüksek iyiyi yakalamak çaba sarf eden Zeynep Aliye’nin son öykü kitabı.
Öykülerine estetiklik veren Zeynep Aliye, cübürlü yaşamın acılarına inat erkeğin oligarşisine direnirken yazdıklarıyla mutluluğu yakalamış gibi görünüyor. İmgeselliği yoğun olarak yazısına katan yazar, öykülerinde aile içi şiddeti, kadının erkek karşısındaki çaresizliğini, kırılmalar ve sonu hüsranla biten evlilikleri okuruna anlatıyor. Kadın-erkek arasındaki çatışma kutupluluk ilkesi ile abartılı bir şekilde öne çıkarılırken mutsuz bir aile tablosu çiziliyor. Kurgular, kaleme feminist figür izlenimi veriyor. İç atmosferi sevgisizlik üzerine kurulan ‘Vahşi Kelebek’ öykü kitabında Zeynep Aliye’nin şairliğini ve bir kadın kaleme yakışan şiirsel düzyazısını da sıkça göremedik.
Dil işlek gibi görünse de, yazar dağarcığındaki tüm sözcükleri renk ayrımı yapmadan kullanmasını hoş karşılamıyorum. Tüm şair ve yazarlar olarak hiç olmazsa dilde milliyetçi olalım, buna ihtiyacımız da var. Canlı anlatımı ve iyi bir dil işçiliği olan Aliye, modern bir öykü yaratmaya çalışırken okuru simgelerle boğuyor. Okur çatlayan imgenin içinde kendini bulacağı yerde simgeleri, bulmaca gibi çözmeye çalışıyor. Tabi, bu arada yudumlamakta olduğu öykünün de tadını alamıyor. Okurun bazı öykülerde edilgen duruma düştüğü de söylenebilir. Öyküler, beş yıldız üzerinden yapılan değerlendirmede 2.5 yıldız aldı.
Öykü yelkenlisine binen okur, deneme coğrafyasında gezinti yapıyor. Zaman zaman destansı bir masal iklimini de yaşıyor. Diyalogsuz ve olaysız parıltılı sözlerle öykü yazarken istemeyerek de olsa kendimizi deneme oylumlarında buluyoruz. Burhan Günel’in öykülerinde olan devinime diğer öykülerde pek karşılaşmıyoruz. Umut, insanın ekmeği olduğu gibi sözcüklerde kalem tutan ellerin… ‘İnsanın iç dünyasını dışa vuran sözcük, insanla eşdeğerdir’ der Osman Bolulu.
Göl kıyısında oltasıyla balık tutmakta olan balıkçı doğada meydana gelen garip olayların şaşkınlığıyla paniğe kapılır. Aliye, öyküye heyecan katan ayrıntıları olay örgüsü içinde kısa cümlelerle dile getiriyor. ‘Elindeki bira şişesini bıraktı yere. Bir bela dolanıyordu… Bir bela…Nereden geldiği bilinmez bir felaket… Yüreği inanılmaz bir ritme kilitli artık. Kafası tek bir düşünceye saplanmış: Buradan uzaklaşmak… bir an önce… Ama sanki demirden iki külçe bacakları… Tıpkı bir kâbus… bacakları asi, söz dinlemez… Tam bir panik duygusu. Yere, nemli toprağın üzerine attı kendini birden. Kolları karşı çıkmaz ona…’ (s.108) Yazar, o anı çok güzel betimleyerek gerçekleri dile getirmiş. Arabasıyla sapasağlam balık tutmaya gelen insanın bacaklarına ne oldu? Hiç gerçekçi değil, şiir yazmıyoruz.!?..
Kitaptaki konuşma yüzdesi yaklaşık 0.5 (bir bile değil) olduğu için öykülerdeki katmanlar arası diyalogun sağlandığı da söylenemez. Dolayısı ile çok seslilik de verilememiş.
Sözcüklerle bizlere dil şöleni sunmaya çalışan Aliye’nin güzel pırıltılı söz çiçeklerini gelin birlikte okuyalım. ‘Alacakaranlık bir sezgi, kıyıda köşede bohçalanıp unutulmuş anılara’ (s.27) ‘Kuşku, yarasa kanatlarıyla bir o yana, bir bu yana kör uçuşunda.’ (s.27) ‘Dağı sıksa suyunu çıkartır, göğe uzansa Ay’ı indirebilir…’ (s.106) Şiirsel dille ne demiş, onu imleyelim. ‘Bedeni ateş ateş. Gözlerini yumdu sıkı, sımsıkı. Dili bir yer arıyordu kendine. Erkeğin eli ensesinden boynuna, oradan göğüs çukuruna kaydıkça, genzinde tuhaf bir koku, açlık…’ (s.17) Bir sorgulama odasında ‘Cehennemin resmi zebanileri tarafından’ yapılan sorgulamayı ve hoş olmayan seslere kulak verelim. ‘İşte o an patlıyor dudağındaki yara; kocaman, kat kat bir gül. Yanan sigarasını mı bastırdı dazlak şişko? Yumruğu muydu yoksa yüzünün ortasına inen? …Balgamsı tükürük saçıyor’ (s.20) “ ‘Komünist misin, oruspu musun?’ diyor. Soluğu irin kokuyor.” (s.32) Yazar, yabancı dillerden Türkçemize giren sözcükleri ‘belleğinin buzdolabına tıkmış,’ onları öykülerinde alıp alıp kullanıyor. ‘klasörler, dosyalar ve porselen çıpa biblosunun üzerinde durduğu formika’ (s.79) ‘Dilek’e bildirmek için semaforlara çekilen siyah koni mi?’ (s.89) Sayfada ortalama 16.4 kez yabancı sözcük kullanmış.
Türkçemize terim kazandırmak tüm yazarların en asli görevi olmalıdır. ‘bir terminatör kelebektir…’ (s.73) ‘Bilgisayar… Öykü ayrılık kahramanı…’ (s.160) ‘Ruh hastası bir diktatörün’ (s.90) Yazar, sayfada ortalama 3.9 kez terim kullanmış.
Zeynep Aliye’nin öykülerinde kullandığı simgelere bir göz atalım. Bakalım, bulmacayı çözüp labirentten çıkabilecek misiniz? ‘Hatta arada bir yalnızca ön ya da arka ayakları üzerinde kalıyor sandalye. İplerine tutunuyor Deniz, üzengiye tutunur gibi, denizin dalgasına tutunur gibi. Arada bir inilti duyuluyor… Depremin şiddeti sürekli çıkışta… Sandalye, ileri geri, sağa sola…’ (s.56) Elli yaşın üzerinde olanların çözdüklerini sanmıyorum!.. Bu bulmacanın ipuçları çok ama, kırsal kesimde yaşayanların çözebileceklerini sanmıyorum. ‘Berk’in parmağını dudaklarına götürdü Deniz, öpse öpse.. Alsa ağzına sonra, yudumlasa gül şarabına benzeyen sıvıyı…’ (s.60) Bulmacanın ipuçlarını biraz daha çok verelim. ‘ama annenin kolunda kocaman bir fare, farenin bakışları Jülide’nin bacaklarında. Bacakları yüzü yanıyor…’ (s.73)
Betimlemelerdeki izlek okuru kurguda buluşturuyor. Nefis, gizem yüklü betimlemeler okurun karşısına gelip, onu sıkça kucaklıyor. ‘Yaklaştı aynaya, kelebek de yaklaştı. Başını yana çekti Jülide, kelebek de kaydı aynada . Bu kez öbür tarafa eğdi kafasını, kelebek de peşi sıra. Birden aynada kendi yüzünü göremediğini düşündü Jülide. …Sanki Jülide’nin yüzünü ele geçirmişti kelebek. Ellerini yüzüne götürdü bu kez; aynadaki kelebeğin üzerine de pençe gibi kalın kemikli el çöktü aynı anda, parmak uçlarından ince ince kan sızan iki kalın kemikli el…’ (s.77) İşkence anını betimleyen şu iki cümleyi size okutmadan geçmeyeceğim. “Sanki dili bir yılanın dili bir anlığına uzayarak çıkıyor, sonra yine yuvasına. ‘Kim?’ Bir kirpi gibi gardını alıyor Zülal.” (s.26) Yazar, koluna girdiği okuru başka dünyalara yolculuğa çıkartabiliyor, sayfada ortalama 4.9 satır betimleme yapmış.
Zeynep Aliye, okuru düşüngüye iten felsefik sorular yöneltiyor. Öykülerin felsefi içeriği var. ‘Sahi nedir alınmak, nazlanmak? İnsan kime naz yapabilir? Kim nazını çeker ki insanın?’ (s.9) ‘silip atmadı ki kafasından, yüreğinden? Kendini neden hep onun bir parçasıymış gibi duyumsuyor ve vazgeçemiyor ki? Elini ısıtamayan, yüreğini sevginin coşkusuyla sarıp sarmalayamayan bu ilişki zaten Dilek’in hangi boşluğunu doldurabilir ki? Dudaklarındaki kuruluğu, içindeki boşluğu’ (s.86) Aliye, cümlenin sonuna koyduğu soru çengelleriyle yolu sonlamıyor, okuruna, anahtarı bulabileceği yeri gösteriyor. Okuru aynı düşüngüye çakılı bırakmamak için sayfada ortalama 2.6 adet soru yöneltmiş.
Kırılmış, incinmiş bir kadın höykünmesi (iç ses) izlenimi veren öykülerden yapılan alıntıları birlikte okuyalım. ‘Karşısına dikildi iri cüssesiyle. Dudağını kıvırarak, daha çok alay eder gibi… küçümser gibi… baktı… baktı…’ (s.177) “ ‘Söyle, ben oruspuyum de, haydi!’ Kara kapkara iki – üç gölge heyula gibi tepesinde. Üstünde dünyanın bütün erkekleri.” (s.42) ‘Masadaki bütün erkeklerin salyaları yapışıyor…’ (s.75) “ ‘Bırak boş lafları; rakıyı dolaba koydun mu?’ der Semih; ya da ‘Haydi yiyecek bir şeyler getir, açım…’ ” (s.178) ‘….Senden nefret ediyorum aşağılık herif…’ (s.179) Aliye’nin öykülerini bu şekilde yazması okura, yanlı davranıyor izlenimi veriyor.
Bellek çakımı gibi gelen iç konuşmalara kulak verelim. “ ‘Hiçbir doğal göğüs böyle biçimli olamaz’ diyecekti, vazgeçti.” (s.10) “ ‘Buldum belamı’ diye geçirdi içinden. ‘Böyle biriyle uğraşamam. Manyak, ruh hastası, sadist…’ ” (s.15)
Bir düş tutkunu olan Zeynep Aliye, benzetmeyi İç Anadolu düzlüğünde tapınak gibi duran Erciyes kadar seviyor olmalı!.. Okuruna kanat takıp uçuruyor. ‘Sımsıkı sarıldı beline, bacaklarını bacaklarına doladı bir su yılanı gibi.’ (s.14) ‘Üzerine gümüş rengi ay tozları serpilmiş bir geline benzediğini’ (s.49) Sayfada ortalama 2.5 kez benzetme kullanmış.
Aliye, öykülerinde şaşırtıcı şekilde hayattan bir istem olan imgelere yer vermiş. ‘Gevrek, gevrek kocaman gülüyor. İçindeki deniz yeniden dalgalanıyor.’ (s.29) ‘İstanbul’a yanında yığınla anı ve bir ordu kelebekle gidiyor…’ (s.73) ‘İçindeki kuyuyu bir boşaltabilse…’ (s.177) Sayfada ortalama 4.6 kez imge kullanmış.
Bulut kadar özgürlük alanı olan deyimler zaman zaman eğreti görevi de yaparlar. ‘Kaşık düşmanı…’ (s.25) ‘Yüreği ağzına geliyor’ (s.126) ‘Okulu kıran yaramaz çocuklar’ (s.164) Aliye’nin deyimleri pek sevmediğini görüyoruz. Sayfada ortalama 0.9 kez yer vermiş. İçinde yaşadığımız toplumun dilini yansıtıp kültürünün izini süren atasözlerini yazar öykülerinde hiç kullanmamış.
Türkçemizin anlatım gücünü artıran ve ona renk verip estetik katan ikilemeler tarihin her döneminde şairler ve yazarlar tarafından kullanılmıştır. ‘bıçağın geride bıraktığı çakıl çukul bir görüntü’ (s.39) ‘Dalga dalga, döne döne keskin bir döner kokusu.’ Sayfada ortalama 1.6 kez ikileme yapmış.
Zeynep Aliye, Yan anlamların geniş coğrafyasında imgeden olduğu gibi mecaz anlamından da faydalanıyor. “ ‘Hayatımda başka kadınlar da var.’ Apansız, hiç planlanmadan söylenmiş bir cümleydi. Namludan kendiliğinden fırlamış ve karşısına ilk çıkana çarpmıştı. Kadın bu kaza kurşununu fark etmedi ilk an.” (s.12) ‘Bütün ölmeye yatmış hücreleri diriliyor.’ (s.29) ‘hava akımı, yerdeki rüzgâr kırpıntılarına kan veriyor.’ (s.40)
Aliye’nin öykülerinde montaj tekniğinden de faydalandığını görüyoruz. “Altına da, ‘Bir kadın iktidar tacını yatakta, asasını mutfakta elde eder. Bu ikisi, yaşamındaki bütün sorunları ve sorunları çözebileceği yerdir. Ama hep tetikte olmak, hep zırhını kuşanmış olarak tırnaklarını tırmalamaya hep hazır tutarak’ yazılı taşı koyuyor.” (s.129) Yazar, öykülerine 2 türkü (3 dize), 2 şarkı (2 dize) ve bir söz alıntı yapmış.
Zeynep Aliye, diyalogların dışındaki anlatılarda da noktalamadan sonra cümleye küçük harfle başlıyor. ‘iddiası uydurma… bir toplu firarDI o… gitmeleri gerekiyordu… gittiler…’ (s.155) ‘Yüzü, zifiri gecede bir baykuş; yarasa… yok hayır’ (s.19) ‘yazan BEN, yani KLAVYEDE, EN SEVDİĞİ TUŞ’a sarılmış’ (s.175) Noktalamaları bilinen anlamların dışında da kullandığını görüyoruz. ‘saat?..’ (s.65) ‘başka nedir ki?!’ (s.86) ‘olan hınç duygusu!..’ (s.90)
Birkaç öyküde farklı anlatım teknikleri deneyen Zeynep Aliye değişik bir üslup kullanmadığı için modern bir öyküyü yakalayamamış. Bu tür denemelerin iyi olmadığı ve güzellik katmadığı söylenemez. Parıltılı kalemi albenili yaşamın içine bandırarak aldıklarımızın satır aralarını bezeyerek öyküler yazıyoruz. Fotoğrafa, edebiyatın yetim kalan kız ve oğlan kardeşini katmıyor, onları birbirleriyle konuşurken görüntülemiyoruz. * * * Vahşi Kelebek / Zeynep Aliye / Bilgi Yayınevi / 187 s. * * * Düzene muhalif şair var mı? Eleştirmen de şair gibi muhalif olmalı mı?
YORUMLAR
Valla sonuna kadar okyamadım, ne yalan söyleyeyim. Yoksa eleştiriye duyarsız değilim.
Ama sayın arkadaşım, siz de eleştiri yazınızı böyle birbiri içine geçecek şekilde değil de daha okunaklı birşekilde yazsaydınız, belki sonuna kadar gidebilirdim. Öyle kopyala yapıştır yapmak yetmiyor yani.