- 650 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AHISKATÜRKLERİNİN KULLANILMASI
AHISKA TÜRKLERİNİN KULLANILMASI
Yakın bir arkadaşım 26 Aralık 2007 çarşamba gününün "Güneş" gazetesini uzatarak; şurada ki makaleyi bir okurmusun " dedi. Bende merakla, bana takdim edilen gazeteyi arkadaşımın elinden aldım, işaretle gösterdiği makaleyi okumaya başladım. İnanın çok ilginç, düşündürücü ve etkileyici bir haber idi.
Değerli okurlarımız, adı geçen gazete haberiyle ilgili düşüncelerimi daha ilerde sizlerle paylaşacağı. Ama müsaade ederseniz, bu habere girmeden önce, bugün halkımızın ne sıkıntılar, eziyetler ve azaplar içende olduklarından bahsedelim.
Değerli dergimizin okurları ve "Ahıska’lı" hemşerilerim, 14 – Kasım 2008’de halkımızın"Ahıska’dan" sürüldüklerine 64 sene doldu. Yeryüzünün ve dünyanın yaradılışından bu yana, hiçbir eşi benzeri olmayan, çok zor durumda olan vatansız ve yurtsuz yegâne tek bir halk varsa, ne yazık ki o da biz Ahıska Türkleriyiz.
Ne yazık ki diyorum, çünkü bizler ulu "Türk" milleti’nin şanlı, şerefli tarih sayfalarını yazmış olan neslinin bir parçasıyız. Ben, halkımdan ve milletimden gurur duyarım, milletimi ve vatanımı severimi, nihayet canımı vatan için, toprak için, Türk milleti için, feda etmeye her zaman hazırım. Geçmiş tarihimize baktığımızda bizi gururlandıran ve onurlandıran çok güzel ve parlak sayfalarımız var.
Bu parlak sayfalarımızı temiz tutmamız için, şimdiki ve gelecek nesillerimize iyi ve güzel bir şekilde tarihimizi öğretmeli ve aktarmalıyız.
Belki de "bizim tarihimiz mi var ?" diyenler olur, her türlü olur olmaz konular ederler, ama biz göğsümüzü gere, gere söyleye biliriz ki, bizi şanlı, şerefli tarihi sayfalarımız vardır. Bu tarihi biz hem kendimiz daha iyi öğrenmeliyiz, hem de gençlerimize öğretmeliyiz. Biz Ahıskalı’lar, Türk tarihinin altın sayfalarından olan " Atabekler Devletini 1267–1578" kuran, 1578 tarihinden sonra da, Büyük Osmanlı Devleti’nin himayesinde, 250 sene" Ahıska eyaleti" olarak Osmanlı topraklarını koruyan büyük atalarımızın evlatlarıyız. Bu dönemler Ahıska’nın en parlak dönemleri olmuştur, ta ki 1829 Rus işgaline kadar.
Rus işgali
Ahıska’nın ve Ahıska halkının bitmeyen çileleri ve dramı, Rus işgalinin ilk günlerinden itibaren başlanmış ve devam ederek gelmektedir. Ruslar, Ahıska’ya hâkim olduklarından sonra, bölgede bulunan Müslüman halkına ve bölgenin coğrafi düzenine büyük zararlar verdiler. 1829 Osmanlı - Rus Savaşı ve daha sonraki dönemlerde Ahıska’dan iç Anadolu’ya toplu şekilde göçler olmuştur. Rus zulmüne ve haksızlıklarına dayanamayan Türkler iç Anadolu’ya göç etmeye başlarlar. Bu büyük kitlede olan göçe ne Ruslar engel olur, ne de Osmanlı Devleti mani olur.
Ahıska’dan göç eden Türklerin evlerine, topraklarına, Ruslar iç Anadolu’dan, İran’dan, Suriye’den ve diğer bölgelerden gelen Ermenileri yerleştirdiler. Bütün bular Rusların Osmanlı Devletine ve diğer Türk topluluklarına karşı uyguladığı bir siyaset idi. Ahıska’ya, bundan sonra Ruslar tarafından büyük baskılar yapılmaya başlıyor. Gittikçe bölgede Ermeni nüfuzu artmaya başlıyor, Müslüman Türklerle, Ermeniler arasında tatsızlıklar ve çarpışmalar başlıyor. Ara - sıra Ermenilere Gürcüler de destek oluyorlardı.
1870’de yeni bir Osmanlı - Rus savaşı başlıyor. Bu savaşta Ahıskalılar Rus Emperyalist işkâlcılarına karşı Osmanlı ordusuna destek ederek savaşıyorlar. Ama ne yazık ki, Ahıskalı’ların bütün bu sevinçleri kısa bir süre sonra sona eriyor. Ahıska yine Rusların elinde kalıyor.
Birinci Dünya Savaş
1914 -1917 ve 1918 – 1921 yılları arasında, Ahıskalılar yeniden Osmanlı topraklarına katılma çabası içerisinde bulunuyorlar. Bu gibi çabaların ve gayretlerinin başında olan, Ahıska’nın önderleri ve o dönemin büyük liderleri Ömer Faik Nemanzade ve Server Atabek başçılık etmişlerdir. Ama ne yazık ki, bütün göstermiş oldukları çaba ve gayretlerinin hepsi boşa çıkmıştı. Bunun sebepçisi de, Büyük Osmanlı Devletinin memurlarından olan ve daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin Devlet Bakanı olan Ali Rıza Efendi’dir. Bunun delili ve sübutu 13-Mart 1921senesinde Moskova Anlaşmasından sonra yurda döndükten sonra, Ali Rıza Efendi şöyle dile getirir: " Ahıska’da bu kadar Müslüman Türk olduğunu bilmiyordum" der. Evet, kocaman Osmanlı devletinin ve daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin devlet adamının sözleridir bunlar. Sovyetler Birliği döneminde, 1927 -1937 yılları arasında diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi, Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde de kolhozlar yani " köy kooperatifleri " kurulmaya başlandı. Bu kooperatiflere köylülerin ellerinde, avuçlarında neyi var, neyi yok hep alınır. Vermeyenleri " Kulak*" ederek Sibirya’ya sürgün ediyorlar.
1937 – 1941 ikinci dünya savaşına kadar Ahıska’yı hemen, hemen temizlediler, yani bütün önde gelen hocaları, cami imamlarını, öğretmenleri ve diğer önder insanlarımızın çoğunu cezaevlerinde idam ettiler, büyük bir kısmını da Sibirya’ya sürgüne gönderdiler.
İkinci Dünya Savaşı
İkinci dünya savaşı, Ahıskalılara çok büyük darbe vurdu. Bu savaş Ahıskalılara ekonomik, coğrafi, maddi ve can kaybına yol açtı. Savaşın ilk günlerinden itibaren eli silah tutan gençler, yaşlılar askeriyeye alınıyorlardı. Hatta savaşın ortalarına doğru zaman - zaman, boyları uzun, uygun olan 15 – 16 yaşlarında genç çocukları bile savaşa ön cepheye gönderiyormuşlar. İkinci dünya savaşı 1941 – 1944 sonuna doğru, Ahıska’dan ön cepheye giden yaşlı ve genç askerlerin sayısı 42 bindir.
14.11.1944 yılında Stalin tarafından hazırlanan ve amele geçirilen çirkin ameli gerçekleştirildi. İkinci dünya savaşı bitmek üzere idi. Sovyet askeri birlikleri, Avrupa’nın tüm Slav ülkelerini Alman Nazilerinin işgalinden hilas ederek,
Nazi Almanya hudutlarına yaklaşmakta idiler.
İkinci Dünya Savaşının zaferi, Sovyetler Birliğinin kazanacağını belirlemişti. Ama zalim Stalinin beynini kurcalayan bir şeyler vardı, o Türkiye sınırları içerisinde olan bugün ki Kars, Ardahan, Artvin ve Erzurum’u nasıl yeniden Rusya sınırları içerisine katabilir diye. Türkiye’den bu arazileri, daha doğrusu bu İlleri nasıl koparacağının planlarını kuruyordu. Bu planının gerçekleşmesi için, üçüncü savaş cephesi açılması gerekiyor, ama nasıl? Bunun için Türkiye’yi gaza getirip kışkırtması gerekiyordu. Alman Nazilerinin yaptıkları, insanlık dışı olan eziyetlerinin daha da, beterini zalim Stalin gerçekleştiriyor.
İşte zalim Stalin’in o çirkin planı
Stalin ikinci dünya savaşını kazanacağını emin olduğundan sonra o, çirkin planlarına girişimde bulunuyor. Bu planını gerçekleştirmeden önce, Ahıska’ya demir yolu projesini uyguluyor. Demir yolu Tiflis’ten, Türkiye sınırına yakın olan Adigön ilçesinin Vale kasabasına kadar, bir yıl içerisinde döşeniyor. Demir yolunun çalışmalarında gene de Ahıska’lı Türkler çalıştırılıyor. O demir yolunda çalışanlar da kimler idi? Geride kalan yaşlılar, gelin, kızlar ve genç 13- 14 yaşında çocuklar.
Çünkü bu azametli Türk yurdu olan, Ahıska’nın bütün eli silah tutanları ön cephelerde
savaşıyorlardı. Bundan dolayı Stalin ve onun gibi çirkin fikirli yandaşları Beriya ve Mikoyan’lara bir fırsat oldu ve bu çirkin planlarını gerçekleştirdiler. 1944 Yılının ilk yaz aylarından başlayarak kanun ve kararlar çıkarmaya başlıyorlar.
14 -15’i Kasım 1944 gecesi, Ahıska bölgesine daha önceden getirilip köylere konuşlanan askerler tarafında, bütün köylüler köy meydanına toplanılıyor ve orada herkese o kara haberi veriliyor.
Kara haberin adı da "SÜRGÜN" idi. Herkesin iki saat içerisinde toparlanmalarını emrettiler, kim ne alabildiyse aldı, alamayanları hemen arabalara alarak tren istasyonlarına götürdüler. İstasyonlar trenlerle doluydu, vagonların tamamı yük ve hayvan taşıyan vagonlardan ibaret idi. Köyler sayılı saatler içerisinde boşaltılıyordu tren istasyonlarında haftalara kadar bekletiliyordu.
Köylerin tamamı boşaltılarak istasyonlara toplandı, trenlerin tamamı dolduktan sonra yola çıkılmasına izin verildi. Yolculuk sonradan söylendi, Tiflis, Bakü, Astarhan ve oradan Orta Asya Cumhuriyetleri Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’a dağıtılmasına karar verilmişti. Bu sürgün yolculuğu yaklaşık bir ay sürdü, ama bu bir ay içerisinde uzun, soğuk yolculukta hastalık ve açlıktan ölenlerin sayısı 17 bini geçti. Ölenleri trenlerden karların üstüne atarak yolculuğa devam ediliyordu, insancasına mezar kazıyıp gömmek için izin vermiyorlardı. Bu üç cumhuriyete halkı dağıtıldıktan sonra da, açlıktan ve hastalıktan ölenler oldu. Ahıskalılara yapılan bütün bu acı işkenceler ve soykırım, yeryüzünde hiç bir halka, hiç bir millete yapılmamıştır.
Ancak Türkiye bütün bu acı şantajlara rağmen, Sovyetler Birliği tarafından yapılan hiç bir provokasyona uymadı, İkinci dünya savaşında Türkiye bitaraflığını korudu. Stalinin bütün çirkin düşüncelerinin ispatı, 2- Aralık 2007 pazar günü "Zaman" gazetesinin yazısında açıklık verilmiştir.
Bu yazıda şöyle deniliyor: " A.B.D. ve İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Moskova yönetimiyle yaptığı müzakerelerinin tutanakları, Jozef Stalin liderliğindeki Sovyetlerin o dönemde Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep ettiğini ve Boğazlarda üs kurmasını istediğini ortaya çıkardı. Bu açıklamaları bizzat Stalin’in ağzından ifade edinen belgedir.
Bundan başka dünyanın çeşitli ülkelerinden Ermenileri ( SSCB)’ye getirerek, işgal etmek istediği Doğu Anadolu’ya yerleştirilmesini planlamış. Bu konu A.B.D, İngiltere ve SSCB arasında 16 – 26 Aralık 1945’te Moskova’da düzenlenen dışişleri bakanları konferansının tutanaklarında bu iddialar Stalinin ağzından doğrulanıyor.
Stalin – Bevin arasında önce Bakü petrolleri ve İran konuşuluyor, sonra Türkiye. İngiltere Dışişleri Bakanı şöyle devam ediyor:” Türkiye ile ilgili sorun nedir? Biz Türkiye’nin müttefikiyiz ve bu sorunu anlamak istiyoruz.” 1922 – 1953 yıllar arasında SSCB’yi yöneten Stalin ise bu soruya oldukça net bir cevap vererek; “Boğazlarda üs kurmak ve Kars ile Ardahan’ı Sovyetler sınırları içerisine katmak istediklerini söylüyor.” 1870’ten itibaren Çarlık Rusya’sının denetimine giren Kars ve Ardahan’ın Kurtuluş Savaşı sonunda imzalanan 1921. tarihli Kars ve Moskova anlaşmalarıyla Türkiye’ye bırakıldığını hatırlatan Stalin, “1921’de zayıftık, Türkiye bundan faydalandı, bu haksızlık giderilsin” ifadelerini kullanıyor.
Bu görüşmelerde de Stalin’in planı tutmayınca, Sovyetler Birliğine toplayan Ermenileri Moskova yönetimi Rusya’nın iç kısmına yerleştiriyor. Bu eski Sovyetler Birliğinin eski çirkin amelleri.”
Gelelim sürgünden sonraya:
Ahıska Türkleri Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da da kullanıldılar. Tabiî ki Ahıskalılarla birlikte bu cumhuriyetlere Kırım Türkleri, Koreliler, Çeçenler ve başka halklarda sürülmüştü. Ve bu insanlarla birlikte tüm bataklıklar, kamışlıklar temizlenerek ekin, biçin yapılacak arazi durumuna getirdiler. Ahıskalı Türkler 1945’ten itibaren 1989 Fergana olaylarına kadar, pamuk tarlalarında, üzüm bağlarında, çiftliklerde ve seralarda çalıştılar, çalıştırıldılar. Bu büyük kardeşçe yaşama hayatı 1989 Haziran ayına kadar süregeldi.
Fergana olaylarından önce
1989 Fergana olayları, Ahıska Türklerinin üzerinde oynanacak yeni sahneleşmiş bir dizi oyunuydu. Fakat zavallı halkım bunda bihaberdi, hatta farkında değildi.
Bu olayların senaryosu daha 1980. yılın ilk günlerinde yazılmaya başlanmıştı, ancak yazılmış senaryo ne zaman ve nerede oynanacağı belirlenmemişti.
Fergana olaylarına değinmeden önce ben, birkaç analiz edilmiş ve bizzat kendim şahidi olmuş ve okumuş olduğum durumlara açıklık getirmek isterdim. Ben o zamanlar çok gençtim, siyasetten pek anlamazdım ve o kadarda ilgilenmezdim. 1985’te ben askere gittim, askerliğimi Sibirya’da yaptım.
Günlerin birinde görevden yeni gelmiştim, yemekten sonra dinlenme salonumuzda televizyonda haberleri izliyordum. Birden Özbekistanlı vatandaşlarımız diye bir haber geçti ve bu haberi izlemeye başladım. Bu haberde, televizyon muhabiri helikopterden inen vatandaşlardan intervyu alarak şöyle soruyor: “ Sayın vatandaş, sizin bu dönüşünüz neredendir?
Vatandaş:
—“ Biz Rusya’nın iç kısımlarından bir köye yerleşmiştik, buraya yerleşmemizin nedeni, devletimizin uyguladığı yeni proje idi.
Bu projenin kapsamı şöyledir; Rusya’nın çökmek üzere olan iç köy ekonomisini kalkındırma projesidir.
Bu projeye, Sovyetler Birliğinin Orta Asya Cumhuriyetlerinden aileleri teşvik etmekti. Bu köylere gelen her bir aileye kalkınma parası, iri ve küçükbaş hayvanlardan ve evler veriliyordu. Bunları hepsi karşılıksız veriliyordu. Ben ve ailem bu projeden faydalanmak için gelip yerleştik köye, fakat biz çok sıcak iklime alıştığımız için Rusya’nın şiddetli soğuklarına dayanamadık ve geri dönüyoruz” dedi.
Bu haber nedense öylesine aklımda kaldı benim, Askerliğim 1987 de bitti ve eve döndüm. 1988’de Özbekistan’ın Almalık şehrinde, Rus ve Özbek vatandaşları arasında olaylar çıktı, bu olayı devletin iç güçleri üç gün içerisinde bastırdılar. Bundan sonra Buhara ve Semerkant’te birkaç ufak olaylar çıktı, bu illerin yerli hükümeti güçlü çıktı ve olaylara büyümeden engel oldular. Ben askerliğimi yaptığım dönemlerde , “KGB” Özbekistan da bir operasyon başlattı, bu operasyona “ Özbek işi” adı verildi. Bu operasyona “KGB” tarafından iki kişi görevlendirildi, bunlar: İvanov ve Gdlyan idiler.
1986’da Özbekistan da, çok sayıda devlet görevlileri ve memurları tutuklandılar. Bu operasyonların nedeni, Özbekistan’da 6.000.000. ton pamuk üretiliyor diye kâğıt üzerinde geçmesi oldu. Aslında ise 5.500.000 ton üretilmişti. Başkent Taşkent’i evir, çevir ettikten sonra İvanov ile Gdlyan Buhara iline gidiyorlar, güya oradaki haksızlıklara müdahale etmeleri için. Bu iki şahıs, Buhara’da da çok sayıda devlet iş adamlarını tutukluyorlar, bu tutuklulardan biri de Buhara – Taşkent otoyolu trafik şube müdürü Ahıskalı bir yarbaydı, Adını hatırlamıyorum. Şimdi ben burada, bu yarbayın ceza evinden çıktıktan sonra, Özbekistan’ın “Sovyet Özbekistan’ı” gazetesine verdiği röportajından bir parçası ile paylaşacam.
Gdlyan:
— Bana bak hemşerim, gel sen bize senin üst düzeylerine bir şikâyette bulun, biz onları biraz silkeleyelim.
Ahıskalı Albay:
— Benim üst düzeylerim bana ne kötülük yaptı ki, ben onlardan şikâyetçi olayım. Ayrıca, bu şikâyet et dediğiniz insanlar, sürgün olunduğumuz yılları bana ve benim halkıma sahip çıktılar. Açlık ve savaş yıllarında biz bir kırık ekmeği beraber paylaştık kardeşçesine, acılı ve sevinçli günlerimizi hep beraber paylaştık. Ben bu halktan kötülük görmedim ki, nasıl şikâyetçi olayım.
Gdlyan:
— Bana bak Türk, bu şikâyeti ya yazarsın, ya da sana ve senin Ahıskalılarına öyle bir ceza veririm ki, Rusya’nın Sibirya ormanlarında ve bataklıklarında çiritirim.
Yarbay bu komploya baş katmayınca, buna da bir uydurma suçlama yaparak ceza evine konuluyor.”
İşte eski Sovyetler Birliğinin çirkin yüzünün bir parçası daha karşınızda.
Umarım bu olayı bilenler,okuyanlar, ya da bu anlattığım şahıs kendisi okur bu yazımızı ve daha net açıklık getirirler bu olaya.
Sene 1988’de Eski Sovyetler Birliğinde nüfus sayımı oldu, ama bu sefer ki nüfus sayımı ilerikilerinden daha farklıydı.
Farklılığı şudur, her zamanki gibi bütün ”mahalli reisler “ mahalle muhtarları sayımda ev, ev gezer sayım yapar. Ama bu sefer ki sayımın farkı şöyle idi; ilk önce Ad, Soyadı, Baba adı, Anne adı, doğum tarihi ve doğum yeri, kimlikte yazılı olan milliyeti ve asıl milliyeti, iş ve iş adresi ve ikamet ettiği adres yazılıyordu. O zamanlar bütün bunların farkında değildim, bütün bu incelemeler ne için gerek diye de merak etmedim. Çünkü aklımızın ucundan bile böyle bir şeyler geçmedi. Bize ne oyunlar hazırlandığından bizlerin hiç haberimiz yoktu.
Bütün bu zincirlemeleri tabi ki ben Fergana olaylarından epey sonra, neredeyse 1993’lerde toparlayarak analiz ederek şu karara geldim: Bütün bu oyun ve senaryolar biz Ahıskalıların üzerine yazılmıştır.
Fergana olayları
Gittikçe günü, günden durumlar ağırlaşıyordu, ama biz yine de farkında değiliz. Mart, Nisan aylarında Fergana’dan kötü haberler gelmeye başlamıştı, ufak, tefek çarpışmalar cereyan ediyordu. Zavallı halkım, birkaç ay sonra başlarına ne külfetler geleceğinden hiç haberleri yoktu. Bu dönemlerde, eski Sovyetler Birliği büyük sarsıntılarla çalkalanıyordu hemen, hemen her köşesinde çarpışmalar cereyan ediyordu. Gittikçe dedi kodular atıyor, insanlar arasında şüpheler artıyor. Ortalıkta laf gezdirenler diyordu: Özbekler,1 - Mayıs’ta Türklere saldıracak. Bizim büyüklerimizde bizler için çok endişeli ve rahatsız oluyorlardı.
Çünkü onlar sürgünün ve açlığın ne olduğunu iyi biliyorlardı, ikinci dünya savaşı yıllarında o günleri yaşamıştılar. Bir daha bu acıları çekmek ve görmek istemiyorlardı. Beklenen, ama istenmeyen o korkunç facia çaldı kapımızı.
Gurbette yuva salmış, daha kırık kanatlarının yaraları yeni iyileşmiş kuşlar gibi, bir daha göç etmeye mecbur ediliyorlardı.3 – Haziran1989 da Fergana alevlendi. Hiçbir günahı, suçu olmayan Ahıskalı Türklerin dramı yine başladı. İlk günlerde, Fergana sokaklarında “TÜRKLERE ÖLÜM” yazılı pankartları açarak gösteriler yapıyorlar. “Bizim Özbekistan’ı terk edin, sizlere burada yer yoktur, Kafkasya’nıza defolun gidin” diye sloganlar atıyorlardı.
Olayların sabahısı günü, televizyonlarda ölüm haberleri yayınlanmaya başladılar. Artık Fergana’yı alev almış götürüyordu, Ahıska Türklerine ait olan bütün her şeye ateş veriyorlardı.
Bir yandan evler, bir taraftan arabalar, diğer taraftan yakalanan Ahıskalı Türklere akla gelmez işkenceleri uyguluyorlardı. Bir hafta – on gün şiddetli çarpışmalar oldu, yüzlerce insanımız genç, çocuk, yaşlı, kız, gelin diri – diri yakıldı, başları baltalarla vuruldu, iplerle el – ayakları gerilerek koparıldı, çırıl-çıplak kızlar, gelinler sokak - sokak gezdirildiler. Bu kanlı olayların cereyan ettiği günlerde, Fergana’ya Sovyetler Birliğinin Komünist Partisinin Merkezi Komitesi, meseleyi yerinde incelemek için Rıjkovu gönderiyor.
Rıjkov Fergana’ya geldiğinde, Ahıskalıların tamamını Askeri poligona toplamışlardı. Poligonda halkla bir araya gelip konuşması için bir miting düzenlendi. Bu toplantıyı başta Asim Bey ve arkadaşları tarafından sağlandı. Burada Rıjkov halka şöyle dedi:
— Değerli vatandaşlar ben, Merkezi Komiteden olayı yerinde incelemek için geldim, gezdim, dolaştım ve durumun çok kritik olduğunu gördüm. Şu anki durum çok acı verici ve üzücüdür. Ben burada çoğunuzla görüştüm, fikirlerinizi dinledim. Herkesin doğal hakkı olduğu gibi, sizlerde öz vatanınıza dönmek isteğinizi dile getirdiniz, nede olsa öz yurdunuzdur. Fakat değerli vatandaşlar, şu an bunu gerçekleştirmek mümkün değil, çünkü Gürcistan buna daha hazır değil.
Biz sizleri önce Rusya’nın sıcak iklimi olan bölgelere yerleştireceğiz, güvenliğinizi sağlayacağız, bu arada sizlerin vatana dönüşünüzü sağlamak için çalışmalarımızı yapacağız.
Böylece bu kandırmaca laflarla, poligonda toplanan Ahıskalıların tamamını Rusya’nın 5 – 6 illerine dağıttılar. Ahıska Türklerinin tamamını, daha önceden hazırlamış oldukları bölgelere uçaklarla götürerek dağıttılar. Götürülen yerlere halk yerleşince, bazı yerli hükümetler tarafından olan yetkililer, Ahıska Türklerinin önde gelenlerine: “Siz çok geç kaldınız, biz sizleri daha geçen seneden beri bekliyoruz” demişlerdi.
Bütün bunlar yetmemiş gibi, ortaya her zaman yeni formüller atıyorlar.
“Ah zavallı Ahıskalılar, nelere daha dayanacaksınız? Ne acıları yine tadacaksınız, nelere sabredeceksiniz? Zavallı, mazlum Ahıskalı hemşerilerim. Bu kadar çektikleri acılar yetmedi, bu kadar keder yetmedi, yeni sürprizlerle karşılaşmalar devam ediyor.
1989 – 1990’dan bu yana başımıza gelmediği musibetler kalmadı sanıyorduk, ama halkımın daha göreceği çok şeyler varmış.
Krasnodar bölgesinde yaşayan Ahıskalı Türkler, faciadan onlarca yıllar geçmesine rağmen, ne söz verilen öz vatanlarına döne bilmişler, ne de Krasnodar bölgesinde ikamet ettikleri yerlerinde nüfus kaydı olabildiler. İster yerli hükümet tarafından, isterse de yerli sakinler tarafından buralarda Ahıskalı hemşerilerimiz istenilmeyen misafirler gözüyle görüldüler.
Bu nedenle, Ahıskalı Türkler sürekli çeşitli tahriklere, hakaretlere maruz kalıyorlar. Hatta zaman, zaman yerli hükümet bile zavallı hemşerilerimize sert davranıyorlar.
Bütün bunlara sabrederek, sonunda Amerika Devletine müracaat ederek kurtuluş yolunu bu müracaatta buldular. Tüm buna benzer kurtuluş yolları, Ahıska Türklüğüne, kimliğine ve tarihine büyük ve ağır darbeler vermektedir.
Krasnodar bölgesinde ikamet eden Ahıska Türkleri, %40 – 50’si Okyanusun diğer tarafında olan Amerika kıtasına göç etmelerine karar veriyorlar ve Rusya devleti çok düşünmeden bu göçe evet diyerek izin veriyor. Büyük Şanlı Türk Dünyasının bir parçası olan, çaresiz ortada kalıp ne yapacağını bilmeyen, kimden medet, kimden yardım gelecek diye yollarını bekleyen Ahıska Türkleri, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush’un “Amerika’ya davet” teklifini kabul etmekten başka çare bulamadılar. Maalesef ve maalesef, kocaman yanı başımızda duran 70 milyonluk Türkiye Devleti, kendi kanından, canından, teninden olan öz be öz Ahıska Türklerine sahip çıkamadı. Haydı Amerika’ya giden 15 bin kişiyi elden kaçırdı diyelim, peki geride kalanlara niye sahip çıkmıyor Türkiye? Neden hala Türkiye’de ikamet eden Ahıskalı Türklerine çalışma müsaadesi verilmiyor?
Neden Ahıska Türklerine vatandaşlığa müracaatları kolaylaştırılmıyor?
Niçin bu garip halkın insan hakları, demokratik bir ülkede ayakaltı oluyor?
Neden?
Bakın bu insanlara bu kadar zulüm, işkence yapılır mı? Bu kadar acı çektirilir mi?
Değerli Türkiye devletlileri, dini bir, dili bir, kanı bir örf adetleri bir olan, öz be öz Ahıskalı Türk kardeşlerinize sahip çıkın. Zira sahip çıkmazsanız, sahip çıkanlar bulunur ve bu halkı yeryüzünden silinmeye mahkûm ederler.
Şimdi gelelim yukarıda bahsettiğim gazete makalesine, makalenin başlığı da çok güzel.
“Kuş pisliğine bastı, milyoner oldu!”
Amerikalı kapıcı Shaeton Stewart’ı (56) “ talih kuşu” 1998 yılında yakaladı!
Güvercin pisliğine basan Stewart, dengesini kaybedip, merdivenlerden aşağıya yuvarlandı. Boynu ve burnu kırılan kapıcı, o an için bu kazanın hayatını değiştireceğinden habersiz idi. Sonra temizliğini yapılmadığını gerekçe göstererek tazminat davası açtı. Bu dava, sekiz yıla yakın süren hukuk mücadelesi geçtiğimiz günlerde Stewart’ın zaferiyle sonuçlandı. Mahkeme, kapıcıya 7,2 milyon dolar ödenmesine karar verdi. Bu rakam daha sonra “ pislikten sakınmadı” gerekçesiyle 6 milyon dolara indirildi. Tazminatı kazanan kapıcı; “ bu parayla ev alacağını ve kızlarıyla torununu Florida’ya eğlence parkına götüreceğini söyledi “
Güle – güle harca, helaldir sana Stewart.
Görüyorsunuz değerli hemşerilerim, insan hakları nasıl talep olunur? Görüyorsunuz Demokraside nasıl hak kazanılıyor?
Ama şu bizim halimize bakın! Bizler bin bir köşeye serpilmiş buğday gibi bir halkız. Adımız üstümüzde, Türk milletiyiz, Türk olduğumuz için bu hallerdeyiz, Türk olduğumuz için bu sıkıntıları hem Türkiye’de, hem de yurt dışının bin bir köşesinde çekiyoruz.
Bakın, görün değerli Ahıska halkımın Liderleri! İnsan hakları işte böyle kazanılır. Böyle bir marifetiniz var ise, sizin de elinizden geliyorsa, alın böyle tazminat davasını sizde kazanın, kurtarın sefalette, açlıktan hem milleti, hem kendinizi. Her türlü fırsatınız var, eğer değerlendire bilirseniz !
BAYRAM KUZUK
YORUMLAR
Kocaman bir imparatorluğun varisleri olmak kolay değil.Hele bu Koca Osmanlı İmparatorluğu yarısı içten diğer yarısı dıştan zararlılar tarafından kemirilen koca bir çınar ise iki kere düşünmek lazımdır.Bu yüzyılların incisi İmparatorluk topraklarını genişletirken içindeki azınlıkları içişlerinde ve dini inanışlarında serbest bırakırken demokrasi gereği onlarla birlikte olan içinde barındırdığı kendi hain vatandaşları tarafından uğradığı ihanetlerle belli zamanlarda o yemyeşil gümrah dallarını ve kollarını kaybetmeye başladı.İsmi Ahmet ,Mehmet, Hasan ,Hüseyin vb...idi.Ama Gavur diye addettikleri kişilerin hainlerinin haptığı hainliklerden daha da ileri gidiyorlardı.Yakın tarihimizde olduğu gibi.Musul ve Kerkük'ün elden gitmesi,Mısır ve Şamın yitirilmesi.Tunus ve cezayir'in durumu. vb..... vb... Kafkasların durumu....Dedesi elma yemiş torununun dişi kamaşmış.............Bunların da düşünülmesi lazım.........gidenler gitti.............Elimizdekine daha sıkı sarılalım hep birlikte.........üstümüze düşen görevi yapalım.Ağzımızı bozmadan................
Yazı güzeldi efendim.Kutluyorum yüreğinizi.Saygılarımla.
neneh. tarafından 9/26/2009 1:09:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bayram Bey yazınızı hüzün içerisinde okudum. Bu bilgilerle bizi aydınlattığınız için sağolun.
Benim de anne tarafım ahızka kökenli... zamanında Ardahanın Posof ilçesine yerleşmiş bir Sülale. Hatta anneannemin dayısı da yöresinde çok ünlü bir zat olan "Molla Memed".
Umarım Büyük Türkiye devleti, Ahıska Halkının yıllardır uğradığı bu Zalimliklere ve eziyetlere dur der. Gerçi şimdiye kadar Amerikaya yaranmak amacıyla Ermenistanla arasını düzeltmek için çalıştığının yarısı kadar çalışsa, çoktan bu mesele halledilmişti ya... neyse, sinirlenmeden yorumumu bitireyim yoksa ağzım bozulacak.