- 893 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MENZİLHANE/ ARDAHAN ÖYKÜLERİ 59... kitap 55
Kamerli’ye gidiyorum.
Tam yüz küsür sene sonra nenemin köyünü; o zürriyetten biri olarak göreceğim.
Kamerli köyünün bağlı olduğu ilçenin adı: Şimdik; "Dmanis".
Ahıska’dan yola koyulacağız. Beni daha önce de köyümüze giden. Kardeşimi ve akrabalarımı götüren taksici Aram Usta götürecek. Üç gün evvelinden rezervasyon yaptırdım.
Ahıska’yı adam akıllı gezmek istiyorum.
Evleri görmek.
Suyunu içmek.
Ahıska’yı gezip tozmak istiyorum.
Sabahtan Aram Usta geldi.
"Kalk! Haydi, çok yatma! Yola koyulalım. Bize gidip kahvaltı edelim."
Mesketi Otel’in cadde sonundaki güzel evine gittik. Ahıska’nın en güzel semtidir burası. Tek katlı taş evler ve yolun genişliği de ayrıca kayda değen bir husus.
Salma "Lipton" çay ve omlet ve ekmek çok lezzetliydi. Bizim kestane şekeri gibi Aram’ların ceviz tatlısını yedim ve tadı damağımda kaldı.
Şekerden şerbetin içinde kalmış ve tatlanmıştı ceviz. Nefisliğini kabuklarından alıyordu iyi mi?
Dışta ki yeşil kabuk soyulmamış altında da kemik kabuk daha sertleşmeden koparılmış onunda altında cevizin içini şeker tadında yedim.
Kestane şekeri halt etmiş yanında.
Kabuk altında kabuklu ceviz hem de bal gibi..
Aram Usta: Başka Türk Turistlerin olduğunu ve ben eğer izin verirsem onların: Bizimle kafile; katılıp-katılamayacaklarını sordu.
Karavanalı Adana’lı Fotoğrafçılar yol bilmediklerinden yardım istemişlermiş bizim taksiciden. Ben kabul ettim. Usta’nın iki-üç kuruş kazancı olsundu.
Otelci ile de tanıştım. Bizim Ardahan’lı esnafların tanıdığı biriymiş. İsmi Samvel. Ardahan’ı hep tanıyor. Ardahanlılar Samver diyor. İsim aslında Tevrat’tan isimmiş: Samuel. Ben Samuel dedim. Oralı olacak mı, olmayacak mı diye. Hemen uyandı, tilki gibi:
"- Samuel benim ismim esasında bravo nasıl bildin. Ardahanlılar yanlış söylüyor beni ismi, sen söyledin şimdi oricin..."
Biz yola koyulacağız onların ellerinde gezilecek yerlerin listesi var. Şöförümüz bu yerlere götürecek bizi. Benim içinde harika bir proğram.
Ahıska’dan taksimiz çıktı. Fotoğraf sanatçıları bizi takiben artçı geliyorlar. Onlar ilkin ilk görüyorlardı; her bir manzarayı. Ben ikinci defa seyrine dalıyordum Gürcistan’ın.
Önceden, daha iyi görememiştim.
Önceden daha iyi görüyordum.
Ne çok yaşasa insan!
Ne çok görürmüş!..
Yolun ortasındayız! Ağaçların arasında yolu yürüyoruz; yoldayız.
Ağaçların ciciliği onca yeşil yapraklar ile ve hangi ismin ağacına asılıysa yapraklar. O ağaçların ismini bilemiyoruz ki!..
Ağaçları tarif etmek nasıl ve ne ile olasıdır ki.
Bir düstur deneyerek tarif-i adlanım yapıyoruz.
Ben ve şöför:
" Menzili süsleyen yemyeşil ağaçlar mağaçlar kağaçlar pağaçlar kukaçlar lar, ler; ve harikulade güzeller o ağaçların hepisi!.."
Geçiyoruz, gidiyoruz.
Köy evleri geçenlere baktığı gibi bize de bakıyorlar.
Geçerkene onlar ardımızda kalıyor. Bir iki hamlede bizlen gelmeğe çaba sarf ediyor...
Yeltenemiyor ki, mecalları yok!
Yekiniyor... dular!
Veysel:
" Sen kal dünya, ben giderim." dediği gibi.
O evler kalıyor!.. Biz arabamızla gidiyoruz.
Yaprakların hışıltılı çır-çır böcek çırıltıları gözümüzde ve göynümüze hıfzederek!..
Lad-ı Kars’taki ineklerin yolakta yürümeleri gibi.
Çığal inekler geçtiğimiz köyde kalıyor.
Zavot gaşkalı boz-duman inekler köydeki kervan paradında evlerin ara yerinde bıraktık!
...
Her neyi bıraktıksa.
Ayrı kaldık.
Ayrılıpmıştık!
... Mürgüleyen gibiydim. Arabamız durdu. Bakışlarım uyandı. Çeşmenin sesi ile indiğimi anladım. Soğuk suyun kokusu sesinden çarçabuk ulaşıyor. Susayan, su içmek isteyen için.
Arzu ve istek. Algılarımıza haber veriyor.
Biz istiyoruz? Soğuk kokusunu suya lütfediyor?
Kanarak suyu içtik.
Nana’nın yeriymiş. Kadıncağız Türkçeyi iyi konuşuyor. Ardahanlıların uğradığı bir mekan olduğunu çıkarsıyorum: "Ola!"lı kelimelerden anlaşılıyor.
Sıcaktan ve düştüğümüz düz ovanın izleyiğinden serinlemek ve sakinlemek her şeyden önce geliverdi.
Kokular; çiçeklerden koşup genzimize erişiyor. Böceklerin çırlamaları ise hoş. Serap gibi manzaralar değişip, evrişiyor.
Manzara: Yeşilden yeşile, mat renklerden, parlak mavilere, sıcak yeşillere evrilip geçiyordu ağacı ve onun renkleri.
Güzel manzaralar: Pasaj halinde ve nesneler ki eşya da diyebiliriz. Şeritte açılıp koyulanan skaladaki pasajın en kralını yaşıyor!
Gözlerimize inanamıyoruz: Arto Dayı’nın verdiği ev yapımı üzüm şarabı işin üstüne tuz-biber ekiyor.
" -Çek götür!"
" -Vur götür!"
"-Saki koş gel; neresi burası?"
Gori’de bir menzilhane!..
İnsan geceden başlayan bir kaç gün süren bir gündüzlemeyi, gecelemeyi buracıkta arzu ediyor!..
"Renklerin sıralı sürünüp geçişme" modülasyonu.
Yedi düvel dört yönün esen rüzgarı menzilhane’den geçiyor. Gözümüzün önünde boşlukta her yön esiyor ve yitişip gidiyor.
Gözümüzün bir oyunuydu yahut mekandaki oyunun serabıydı!
Ne sayarsak sayalım; tesiri altında kalınan şey: Biricik ve başka tesadüfüne rast gelmediğimiz menzilhane’nin kendisinden içre şirinliğiydi!
Özgün, güzel, renk modülasyonu ve üzüm şarabının son mestaneliği.
Hoş başlar ve serler en eski mestliklerin hoşlanmış serleri...
"Gün var,
Hava temiz,
Su kaynar,
Hoşgeldin diyen var,
Canına sağlık iste!
Değil mi? "
Araba tamircisiymiş Arto Dayı. Boncuk terlerin altında altı, yedi kişiye üzüm suyunu ikram etti. Helal olsun!
Bereketli sofrasında kuyruklu et haşlamasını paylaştı. Merdin lokması bitmezmiş. Bir, iki kadeh içtik, daha fazla da içmişizdir, üzüm şarabı. Arto Dayı bağdaşından hiç kımıldamadı. Nana Hanım onun dediğini çeviriyordu. Nana’da iyiliği yüzüne vurmuş insanlardan.
Fotoğraf çeken fotoğrafcılara Zaza dedi ki:
" -Bırakın fotosunu çekmeği üzüm şarabının, içseze. Enstantane önemliymiş. Fakat oğulcan onu çekmeyin, onu yaşamaya bakın!"
Nana’nın bakışları...
Arto’nun sunduğu beyaz üzüm şarabı.
Enstantaneler...
Zaza ne dese beğenirsiniz?
" S.k.i..m enstantanesini! Bico! Yemişim enstantanesini! Götürün... dikin bardakları ola!.."
İÇSEZE..!
Y.Yılmaz/26/09/2009/gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.