- 874 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BABA, “BİR MUZ ALABİLİR MİYİM ? (Öykülerim)
ÖYKÜ
[ kalin ]
BABA, “BİR MUZ ALABİLİR MİYİM ?”
Emekçi Hüseyin, yaşamın zorladığı insanlardan biriydi. Kendisi de, eşi de yoksul ailelerden geldikleri için, okul çağlarında öğrenimleri yarım kalmıştı. Okuyamamışlardı. İçlerinde hep bir eksiklik, bir uhte olmuştu okul hayatı... Yaşayamadıkları öğrencilik. Evleninceye kadar akıllarından hep okumak isteği geçmiş, o özlemi unutamamışlardı.
Onlar da arkadaşları gibi okuyup, üniversiteleri bitirmek istemişlerdi. Fakat olmamıştı. Olamamıştı... Onun için çocuklarını okutmak, onların Yüksekokullar, Üniversiteleri bitirmelerini çok istiyorlardı. Her türlü fedakarlığı yapmayı da göze almışlardı. Büyük oğulları Doruk, başarılı bir öğrenciydi. Onun okuması, başarması için her türlü ödüller vereceklerini, armağanlar alacaklarını çekinmeden söylüyorlardı.
Doruk, İlköğretim 5. sınıf öğrencisiydi. Bu yılı Takdirname alarak kapatmayı istiyordu. Sessiz ama çok çalışıyor, bu düşüncesini ailesinden olağan gücüyle saklıyor, okulla ilgili sorulara özellikle cevap vermiyor, sessiz kalıyordu. Ailesi ise, bırakın takdiri sınıfı doğrudan geçmesine dünden razıydı bile... Çünkü bozuk aile bütçesi, yetersiz ekonomik şartlar, çeşitli sıkıntılar arasında iki öğrenci çocuğun masraflarını zor karşılayabiliyorlardı.
Baba Hüseyin, inşaat işlerinde gece gündüz demeden çalışıyor, hem ev kirası, hem mutfak giderleri ve çocukların günlük ihtiyaçlarına parayı zor yetiştirebiliyorlardı. Anne Güler, ev hanımı idi. Bazen, ev temizliklerine gidiyor, bazen de el işleri yapmaya çalışarak aile bütçesine, geçimlerine yardımcı olmaya çalışıyordu. Fakat yine de yetmiyor, bitmiyordu sıkıntılar. Çoğu zaman mutfak ihtiyaçlarını kısıp onlara, harcama yapıyorlardı. Çoğu kez; her türlü sebze ve meyva üretilen bir beldede oldukları halde, meyvaların birkısmını alıp, ekono-mik nedenlerle eve götüremiyor, çocuklarına yediremiyor, buna güçleri yetmiyordu. Bu yüz-den de hep boyunları bükük, içleri buruktu... “Ahhh, ah yoksulluk...” deyip, acısını sinele-rine çekiyorlardı.
İşte, bu şartlarda çocuklarını büyütüyor, Doruk’u okutmaya çalışıyorlardı. Küçük oğulları Ufuk’un öğrenimi yeni başlamıştı amma Doruk’un öğrenim masrafları ağır geliyordu. Hergün de artarak erişilmez, karşılanamaz oluyordu. Çok zordu şartları... Bu yıl İlköğretim 5. sınıf bitecek, 6. sınıfa gidecekti Doruk. Notları yine çok iyiydi. Teşekkürü garantilemiş, TAK-DİRNAME’ ye gidiyordu... Takdirname alacaktı yıl sonu. Anne, babası sordukça belli etmiyor, her zaman “İyi sayılır, zayıfım yok...” diyordu. Sanki; büyüyüp de küçülmüş, o yaşta olgun bir “KÜÇÜK ADAM” oluvermiş gibiydi.
Aradan aylar geçmiş, bir öğretim ve eğitim yılının sonuna gelinmişti. Bugün karneler alınacaktı. Doruk, hiç heyecanlı değildi. İşte, son derste bitmişti. Herkes karnesini almış, bir öğretim ve eğitim yılı çalışmasının sonucunu, karşılığını görmüştü. Kimisi gülüyor, kimisi ağlıyordu. Öğretmenler, her zamanki öğütlerini veriyorlardı öğrencilerine... Doruk’un öğretmeni, sınıftaki öğrencilerine onu örnek gösteriyor, onun gibi çalışmalarını öneriyordu. Çünkü Doruk; okulun öğrencileri içinde Takdirname alan 3 öğrenciden biriydi... ve o da, 5. sınıflar arasında TEK öğrenciydi.
Takdirname alan öğrencilere karne ve Takdirnameleri okulun öğrencilerinin tümünün önünde törenle verilmiş, Okul Müdürü de onlara övgüler yağdırıp teşekkür etmiş, tek tek gözlerinden öpüp tokalaşarak, Takdirname ve karneleri kendilerine vermişti.
Doruk’un gözleri bir noktaya dikilmiş, sanki olayların hiçbiri onlarla ilgili değilmiş gibi tepkisiz, heyecansız, soğuk tavırlarla çevreyi izliyordu. Takdirname alan çocukların öğretmenleri sonra anne, babaları da kutlanıp tebrik edilerek, tören dağıldı. Herkes çocuğunu alıp evine gitti. Okul tatile girdi.
Okulun açıldığı ilk günden buyana; Doruk’un babası Hüseyin’in oğluna, bir sözü vardı. Bu yılda sınıfı doğrudan geçerse, karneyi alınca ona bir bisiklet alacaktı. Bu sözü gereği ertesi günü Hüseyin, oğlunu alıp bisiklet satan bir acentaya götürdü. Acentada sıra ile dizili bisikletlerin başında durdular. Babası Doruk’a : “Oğlum; seç, beğen bir rengini alalım...” dedi. Doruk, uzun uzun bisikletlere baktı. O sırada acenta dükkanının ön tarafındaki caddeden, bir seyyar el arabası üzerinde çeşitli meyvalar olan, bir manav bağırarak geçiyordu. Doruk camdan onu görünce, hemen acentadan dışarıya fırladı. Seyyar manavı durdurdu. Meyvaların arasında, en üstte muzlar vardı. Çok da güzel muzdu onlar... İri iri. Her biri sapsarı. Dikkat çekici.
Oğlunun arkasından baba Hüseyin de caddeye fırlamıştı. Gelip manavın başında o da durmuş, oğlunun hareketlerini izliyordu. Çocuk babasına döndü. Seyyar manav arabasın-daki muzları göstererek; “ Baba, bir tane muz alabilir miyim? “ diye, sordu.
Hüseyin; yarış atı gibi sınavdan sınava sürülen çocuklara yapılan en büyük haksız-lığın, en acı ve açık ilgisizlik ve de bilgisizliğin o an farkına vardı. Ama sanırım, biraz geç kalmıştı. BİTTİ.
Eylül 2009
Suat TUTAK
YORUMLAR
Müthiş duygulandım Fuat bey ne acı ve gerçek bir konuya değilmişsiniz.Baştan sona gerçeğin kendisi.Bir kızım var üniversitede okuyor.Şimdi bazen sohbetlerimizde hala gözleri kocaman kocaman açılıyor anlatırken hayatım dersanerde geçti diye sitem ediyor.
Onlar daha bir kırmızı pabucun bir iri muzun mutlu ettiği bir dünyada yaşamak isterken bir çok çabuk büyütüyoruz üzerlerine gereğinden fazla yükler vererek.
Paylaşım için teşekkürler.
Oğlunun arkasından baba Hüseyin de caddeye fırlamıştı. Gelip manavın başında o da durmuş, oğlunun hareketlerini izliyordu. Çocuk babasına döndü. Seyyar manav arabasın-daki muzları göstererek; “ Baba, bir tane muz alabilir miyim? “ diye, sordu.
Hüseyin; yarış atı gibi sınavdan sınava sürülen çocuklara yapılan en büyük haksız-lığın, en acı ve açık ilgisizlik ve de bilgisizliğin o an farkına vardı. Ama sanırım, biraz geç kalmıştı. BİTTİ.
zaten başımıza ne gelse
cehaletten geliyor.
saygımla.