- 1012 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
*- YAŞLANMAK
Geçenlerde bir komşu büyüğümüzün cenazesindeydik. Rahmetlinin defin işlemi yapılırken çoktandır görmediğim bir arkadaşımla birlikte bir kenara çekilmiş sohbet ediyorduk. Havadan sudan, kendi yapıp ettiklerimizden, çoluk çocuklardan işten güçten…
-Ne diyorsun sıraya biz mi girdik dersin? Baksana bizden önceki kuşaktan çevrede pek kimse kalmadı, neredeyse. Teker teker terk edip gidiyorlar bu dünyayı.” diyecek oldu lafın bir yerinde.
Tam cevap verecektim ki o biraz ilerimizde bir başına dikilen birini göstererek
-Şu karşıda dikilen Namık abi değil mi be? Diye sordu, şaşkınlıkla.
-Evet, o… dedim.
-Ne kadar da yaşlanmış, saçı sakalı ağarmış hoş kafada da saçı kalmamış ya. Dedi. Namık abi… Komşumuz… Bizden dört beş yaş büyük…
-Sen kendi kelini görmüyorsun galiba. Aynaya da mı bakmıyorsun yoksa? Dedim.
-Neredeyse beş vakit… Be kardeşim insan kendisini her saat görüyor. Onun için kendi görüntüsüne alışıyor. Böyle uzun zamandır görmediği birini gördüğü zaman da geçmişi hatırlayıp şaşırıyor işte.Gel yanına gidelim de bir merhaba diyeyim ona da. Dedi.
Namık abinin tarafa doğru yürümeye başladık.Haklıydı. Nedendir bilinmez ama insan yaşlanmayı hiç kendisine konduramaz. Çevresinde herkesin yaşlandığını görür de kendisinin yaşlandığının farkına varmaz. Ya da farkına varmak istemez. Saç ve sakaldaki beyazlar git gide çoğalmış ve hatta eski renk saçlar azınlığa düşmüş olsa bile yine de kuyruğu dik tutmanın yollarını arar.
Yakın zamana kadar orada burada “amca” diye hitap edildiğinde bir garip olur, irkilirdim. Şimdilerde alışmaya başladım, ağabeylikten amcalığa geçmiş olmaya. Ama hâlâ bu amca sözcüğünü duyduğumda üzerime pek alınmak istemem. Ve lâkin her ne kadar ben üzerime alınmak istemesem de gerçekler insana bunu her an hatırlatıyor.
Ben işe bisikletle gider gelirim. Geçenlerde biraz süratli gideyim dedim. Hızlandım. Hızlandıkça da kendimi beğenmeye başladım, derken yanımdan daha yeni yetme bir çocuğun bisikletiyle hızla geçip gittiğini görünce
-Boşuna genç pozlarına bürünme oğlum. Adamı işte böyle çırağa çıkartırlar. Dedim kendime ve bisikletimin hızını her zamanki aheste temposuna düşürdüm.
Zaman zaman sakal uzatırım, değişiklik olsun diye. Saç sakal uzayınca beyazlar daha net ortaya çıkıyor tabi. O zaman yaşlandığını daha bir anlıyor insan. Hoş saça sakala da gerek yok ya, insanın yaşlandığının farkına varması için. Meselâ eskiden bir çırpıda çıktığım merdivenleri artık teker teker çıkıyorum. ”Ağır abi” pozları takınarak sözüm ona yaşlandığımı kamufle ediyorum. En çok da kendimden…
Haftanın üç günü halı saha maçı yapardık, arkadaşlarla bundan beş altı yıl öncesine kadar. Şimdi bir gün bile oynayamaz olduk. Her birimizin bir bahanesi var. Benimkisi “Bel ağrısı... Güya doktor yasakladı.
Kısacası yaşlanıyoruz. Bunu her gün birkaç kez bana hatırlatıyor hayat. Ama ben yine de kabullenemiyorum. Bazen yaşlanmadığımı kanıtlamak isterken bile aslında yaşlandığım gerçeğiyle yüz yüze geliyorum.
Zıpkın gibi biriydim. İncecik… Şimdi göbeklenip yağlanmış ve hantallaşmış vücudumu ayaklarım taşımakta zorlanıyor. Hareketlerim gitgide daha da yavaşlıyor, her geçen günle birlikte biraz daha artarak. Saçlarım dökülmedi, yerlerinde duruyorlar. Ama gümüş rengi iyice belirgin oldu artık. Evde çocuklar “Pamuk dede oldun.” Diye. Şaka yapıyorlar (Özellikle küçük kızım) Aldırmaz görünüyorum ama içime oturuyor bu şakaları. Gülüp geçemiyorum. Ne yapmak lazım? Hiçbir şey, kabullenmekten başka… Kabullenmeyip ne yapacağım ki? Allah bilir ya şurada yaşadığım kadar daha yaşamayacağım. Ve gittikçe daha da yaşlanacağım. Kendimi buna hazırlamalı ve kalan ömrümün tadını mı çıkarmalıyım acaba? Galiba en iyisi bu… Kabullenmek, sindirmek. Bulunduğun anın değerini bilerek yaşamak…
Aklınızdan geçmiştir şimdi. “İyi de tüm bunlardan bana ne?” Gibi, ya da buna benzer bir düşünce. Evet haklısınız. Size ne, benim yaşlanmamdan? Değil mi ama?
RECEP AKIL