- 995 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GECE HOCALARI;yıkanmanın tarihçesi
YIKANMA VE GUSÜL HAKKINDA;
Şimdi gusül abdestine geçmeden önce yıkanmanın tarihçesine de, kısaca değinmek istiyorum. Yazar Sedgwick’e göre; Avrupa ve Amerika tarihlerinin en önemli kısmında, temizliği ”uygunsuz” bir eylem olarak görüp, dini hükümlerle yasaklamışlardı. Normal vatandaşlarının yanı sıra, din adamları ve krallar da, bir ömür boyu yıkanmadan gayet mutlu bir şekilde yaşamışlardı. Aziz Francis ise “yıkanmamış bir vücut dindarlığın işaretidir” diyordu. İspanya Kraliçesi İzabel, hayat boyu sadece iki defa, doğumunda ve gerdeğe girerken banyo yapmış olmakla övünüyordu. Phildelphiya’da bir dönem, bir ay içerisinde, birden fazla banyo yapan kişiler hapse bile atılırmış. Avrupalılar ve Amerikalılar; 20. yüzyıl başlarına kadar müthiş bir pislik içinde yaşamışlar ve birçok insan buna bağlı hastalıklar yüzünden genç yaşta ölmüşlerdi. M.Ö. 1500’lere ait Ebers Papirüsü’nde anlatılanlara göre; Mısırlılar; deri hastalıklarından korunmak için, vücutlarını hayvan ve sebze yağları ile ovup, alkalinli tuzdan elde edilmiş, sabunsu bir madde ile yıkanırlarmış. M.Ö. 1700 civarında, efsanevi Kral Minos için, o dönemin en modern tekniği ile bir küvet yapılmış.
Birçok dönemler de hamamlar yapılmış, ama bu hamamları bazı uyanıklar kötü amaçlı kullandıkları için, birçok kez kapatılıp, açılmıştır. Ortaçağ boyunca Avrupa, bugün sıklıkla söylendiği gibi “1000 yıl yıkanmadan yaşadı”. Daha sonra sadece pazar günlerinde olmak üzere, haftada bir gün yıkanma izini çıkmış. Sadece onlar değil, Yunan ve Romalıların da, gerek özel gerekse genel temizlik anlayışları unutulmuş veya bastırılmış.
Özel ve genel temizlik; İslamiyet ile hayat buldu. Peygamberimizden sonra yeni bir medeniyet kuruldu. Yıkanmayı artık küvette değil de, şarıl şarıl akan temiz su ile yapıyorlardı. Hamam adabına, bütün Müslüman ülkeler özellikle dikkat ediyorlardı. Erkek kadın ayrı yerlerde, gayri ahlaki olmayan kıyafetlerle girip, vücut temizliği yapılıyordu. Haçlı seferleri sırasında bu hamamları tanıyan Hıristiyanlar, ülkelerine döndüklerinde bu fikri Avrupa’da tekrar canlandırdılar, ama yine aynı şeyler oldu. Hamamlar kötüye kullanılınca, teker teker kapatılarak, birkaç yüz yıl daha pisliğe gömüldüler.
O dönem Avrupa’sında güçlü bir yeri olan Türkiye’yi ve Türkleri yakından tanıma şansına erişenler, hamamları yeniden gündeme getirip, kullanmaya başladılar. O günlerde pislik içinde yüzen Avrupalı ve Amerikalı; insan ve hayvan dışkıları ile birlikte yaşıyordu. Kıyafetler mikrop içinde, vücutlar kokuyordu. Salgın hastalıklar peş peşe yayılıyordu. Oysa o dönemde Türk insanı, Akşemsettin sayesinde, mikropların nasıl bulaştığını çok iyi bildiği gibi, hastalıklara karşı aşı bile bulmuştu…
Nuray Hanımın anlattıklarını kadınlar pür dikkat dinliyorlardı. Bu durum Nuray Hanımın çok hoşuna gitmişti. Bir konuyu anlatacağı zaman, önce o konuya cemaatin iyice ilgisini çekmesi gerekiyordu, böylelikle anlatacağı konuyu daha iyi anlayıp uygulayacaklarını düşünüyordu. Konuşmasına ses tonunu değiştirmeden devam etti:
—Neyse şimdi gusülden bahsetmek istiyorum. Cima, hayız, nifas hallerinde; yani guslü gerektirecek bu gibi durumlarda, kadın olsun, erkek olsun vakit geçirmeden gusül abdesti alması gerekiyor. Gusül alırken vücudumuz üryan yani çıplak olduğu için yönümüzü kıbleye doğru değil de, kıbleyi yan tarafımıza alalım: Bu adap gereği yapılan bir davranıştır. Önce taharet ederiz, sonra gusül abdesti almaya niyet ederiz, gerçi gusül için banyoya girmek de bir niyettir ama yine de, dil ile söylememiz uygun olur. Daha sonra ağız içi ve burun içi dâhil olmak üzere bütün vücudumuzun her yerini, kuru yer kalmayacak şekilde güzelce yıkayarak...
Konuşmanın bu sırasında kadınlar kendi aralarında konuşup kaynaşmışlardı. Kadınlardan biri çekinerek:
—Hocam, bizim mahallede bir kadın hoca var. O demişti ki, doğum kontrolü için takılan, spirali olanın cünüplüğü çıkarmaz demişti. Hatta bir kadın ölmüştü yıkamak için oraya gelmişti, kadında spiral olduğunu öğrenince elini sokup cenazeden spirali çıkarmıştı. Bize de cünüplüğün çıkması için elinizi içine sokarak taharet edin demişti. Biz de hocadır, doğrusunu bilir diye hep öyle yaptık.
Nuray Hoca, derin bir of çekerek Rabia Hocaya baktı. Rabia Hoca Nuray Hanımın sinirlendiğini görünce gülümseyerek:
—Valla ben demedim! Diye espri yaptı.
Nuray Hanım meraklı gözlerle bakan kadınlara bakarak konuşmaya devam etti.
—Guslün farzı üçtür! Ağız içini yıkamak, burun içini yıkamak ve vücudun dışını kuru yer kalmayacak şekilde yıkamaktır. Sünnetlerine gelince; ağız içini, burun içini üç kere yıkamak veya namaz abdesti gibi abdest alarak yıkanmayı tamamlamaktır. Bunları bilmiş olsaydınız, sadece ağız ve burun içi deniliyor, başka bir organın içi denilmiyor!
Kadınlardan biri daha söze girdi.
—Hocam, aynı hoca bir de ‘banyo yaparken çıplak olmanın’ büyük günah olduğunu söylemişti.
Nuray Hanım gülerek:
—Peki, o hoca elbise ile mi banyo yapıyormuş? O hoca yanlış anlatmış olabilir. Belki adap gereği etrafımızda bulunan, görmediğimiz varlıklar nedeni ile utanma duygumuzu kaybetmememiz için biraz daha edepli olmamızı söylemek istemiş olabilir. İslam dini zor bir din değildir. İslamiyet, “zorlaştırmayın kolaylaştırın” ilkesi ile hareket ederken, böyle saçma hurafelerle insanları kandırmanın vebali büyüktür. Her âdeti ibadet sanmayın, her duyduğunuza inanmayın, araştırın! Büyük İslam âlimlerinin ilmihal kitapları var, alıp okuyun!
Şimdi guslün sağlığımıza yararını anlatmak istiyorum. Su hayattır, su sağlıktır, su şifadır. Hayız nifas ve cimadan sonra, gevşeyip tembelleşen vücut, su ile canlanır. Vücutta birikip halsizlik yapan negatif elektrik, su ile akıp giderken vücut elektriği dengelenir. Günlük gerginliği alıp, zindelik ve ferahlık verir. Bu arada su ne çok sıcak, nede soğuk olmalıdır. Çünkü ılık su, cildi güzelleştirir. Yıkanma bitince; el, kol ve bacaklara soğuk su tutulması, vücuda sıhhat ve enerji verir...