- 1201 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmişin Gölgesinde Geleceği Yaşamak...(1)
1.Bölüm
Nehir yavaşça gözlerini araladı. Bugün tatilin daha doğrusu kahrolası tatilin ilk günü diye düşündü. Derin bir nefes aldı. Saate baktı. Her tatilde olduğu gibi bu tatilde de yatma ve kalkma saatleri epey değişecekti anlaşılan. Saat bire geliyordu. Gece çok geç saate dek müzik dinlemiş, kitap okumuş, bulmaca çözmüştü. Her zamanki gibi... Monoton günlere merhaba dedi içinden. Yatağından kalktı mutfağa yöneldi. Gördüğü rüya daha doğrusu rüyalar nedeniyle her zamanki gibi sürekli uyanmıştı uykusundan ve boğazı iyice kurumuştu. Soğuk bir şeyler içmesi gerekiyordu. Hmm kola istiyorum diye düşündü. Doğruca buzdolabına gidip kolayı aldı ve kendisine bir bardak kola koydu. Kolasını bir dikişte bitirince kendisini rahatlamış hissetti.
A: Geç saatlere dek uyumadın yine değil mi? Şu yüzünün haline bak ölü gibisin. Tatil başladı sen yine bu haldesin. Hoş tatil olmasa da bu haldesin ya neyse.
N: Anne başlama yine. Bak tekrar söylüyorum. U-YU-YA-MI-YO-RUM.
Bunu söylerken Aylin’in yüzünde yine o umursamaz ve inanmaz tavır vardı. Gözleri yavaşça kola bardağına kaydı.
A: Hı hı. Kesin öyledir. Bir de kola içmişsin. Kahvaltı yapmadan hem de. Aferin böyle devam et Nehir Berfu.
Annesi ona Nehir Berfu diye hitap etmişti. Demek ki gerçekten kızmıştı ona. Kızdığı zamanlarda tam ismini söylerdi onun. Sözlerini bitirdiğinde kapıya ulaşmıştı. Son kez dönüp kızına baktı ve kafasını sağa sola sallayarak mutfaktan çıktı. Nehir her zaman niye Berfu diye düşünmüştü. Bu ismin anlamını bile bilmiyordu. Nehir ismin annesi koymuştu tamam ama Berfu da neyin nesiydi. O bu ismi niye koymuştu? Ama sonra bunun gereksizliğini fark edip düşünmekten vazgeçmişti.
N: Evet aynen böyle devam edeceğim.
Nehir annesinin bunu duyup duymadığını bilmiyordu. Umurumda değilsiniz, hiç biriniz diye düşündü.
Dolaba gidip bira almaya karar verdi. Ona ancak bu iyi geliyordu. Dolabı açtığında ikinin ancak yeterli olacağına karar verdi. Biraları alıp odasına yöneldi. Salonun önünden geçerken anne ve babasının konuşmalarını duyup olduğu durakladı ve dinlemeye başladı.
Ar: Ne diyordu o sana?
Nehir: babamın bana hep o diye hitap etmesinden nefret ediyorum diye düşündü. Babama duyduğum nefretin yanında bu hiç kalır gerçi diye de ekledi.
Ay: Yine uyuyamadım masallarını sayıkladı. Uyumayı denemiyor ki uyuyabilsin. Hep müzik, hep kitap… Dünyayla alakası kalmadı artık…
Nehir anlamıştı konuşmanın devamının nereye gittiğini. Dinlemeye gerek olmadığını düşündü ve odasına çıktı.
Müzik çalarını taktı ve Disturbed – down with the sickness dinlemeye başladı. Bu parçayı seviyordu. Bu şarkıyla tüm nefretini kusan tanımadığı hatta adını bile bilmediği söz yazarına da – grup üyeleri de yazmış olabilir diye düşünüyordu ancak bu konuda pek bir fikri yoktu - içten içe bir hayranlık duyuyordu. Aynı zamanda da acıyordu.
Biralardan ilkini hemencecik içiverdi. Artık su yerine bira ve kola içiyordu.
Kahvaltı yapmadan içtiği için kendisini kötü hissetti. Midesinde bir şeyler oluyordu. Ama umursamadı. Bu acı nedir ki kalbimdekilerin yanında diye düşünüp ikinciyi de içti. Yavaş yavaş başının döndüğünü ve midesinde tanıdık yanma hissinin baş gösterdiğini fark ettiği sırada yatağına uzanmış müzik çalarının karışık çaldığı şarkıları dinliyordu. Evanescence – bring me to life çalmaya başlamıştı ve kendini gerçekten kötü hissediyordu. Beni hayata döndürebilecek kimsem kalmadı, burada tek başıma yumacağım gözlerimi belki sonsuza dek belki de bir müddet sonraya diye düşündü. Kulağında Amy’nin muhteşem sesi haykırıyordu. Beni hayata döndür, içimi uyandır diyordu. Amy’nin sesi gitgide azalırken gözlerinin ıslandığını fark etti. Kendinden geçmeden önceki son düşüncesi hayata dönmek istemiyorum, şu lanet olası dünyada tek bir yaşam sebebim yok oldu.
…
Nehir gözlerini yavaşça araladı. Üzerinde bir uyku hali vardı. Üzerinde uyuduğu koltuklara baktı ilk. Sonra yan tarafındaki sekretere ve onun masasına baktı. Yavaşça ayağa kalktı. Sekreterin masasına yürüdü ve sekretere bakmaya başladı. Kadın Nehir’i yanına gelene dek fark etmemişti çünkü kafasını bilgisayar ekranına gömmüş durumdaydı. Nehir bir süre kadını izledi. Kadın birden onu fark etti. Önce şaşkınlık ve korku vardı gözlerinde ardından sevgi ve rahatlamayla baktı Nehir’e.
S: Hoş geldiniz Nehir Hanım. Rüzgâr Bey’e geldiğinizi haber vermemi ister misiniz?
Nehir önce Rüzgâr Bey de kim diye düşündü. Ardından sekreter beni tanıyor. Demek ki buraya daha önceden de geldim dedi içinden.
N: Tabi haber verirseniz sevinirim.
Sekreter telefona uzandı. Tuşlara bastı ve biriyle konuşmaya başladı. Karşıdan mırıltı halinde gelen ses Rüzgar denilen kişi olmalı diye düşündü. Bu sahneyi bozmaması gerektiğini ve buraya ait olduğunu hissediyordu Nehir. Her ne kadar orayı ilk kez gördüğünü bilse de.
S: Rüzgar Bey sizi odasında bekliyor efendim.
N: Peki teşekkür ederim.
Nehir hangi yöne gideceğini bilmiyordu. Ancak sekreter kız ona odadan bahsederken elini arkada uzanan koridora doğru uzatmıştı. Nehir de düşünmeden o koridora girdi. Kız bir şey demeyince doğru yolda ilerliyor olmalıyım diye düşündü. Koridor önce sola doğru kıvrılıyordu. Sola doğru dönünce Nehir sekreter kızın onu göremeyeceğini bildiğinden rahatladı. Koridor boyunca hiç kapı yoktu ve sonunda ikiye ayrılıyordu. Sağ ve sol tarafında da kapı vardı. Nehir birini seçmeliyim, sonsuza dek burada böyle dikilip bekleyemem diye düşündü. Hayatının ilk kumarı değildi bu ancak Nehir şanssızlığını düşününce bir an ümitsizliğe kapıldı. Sonra sağ kapı dedi. Evet, oraya gitmeliyim. Sonra tekrar şanssızlığını hatırladı ve evet tabi ya kesinlikle sol kapı dedi. Tam sol kapının koluna elini uzatmıştı ki kapı kendiliğinden açıldı. Yeşil gözlü, kumral, 25-28 yaşları arasında, yaklaşık 1.87 boyunda yakışıklı bir adam olan Rüzgar’dı bu. Susannah gözleri diye düşündü ne kadar da güzel. O an umarım bu adam Rüzgar denen kişidir diye düşündü.
R: Hayatım, hoş geldin bu ne güzel sürpriz böyle deyip Nehir’e sarıldı. Nehir bir şey diyemeden dudaklarına bir öpücük kondurup onu odasına çekti.
Nehir onu gördüğü andan beri garip, hiç bilmediği duyguları tatmıştı. Bu gerçekten harika diye düşündü. Onu gördüğünde nedensiz mutlu olduğunu fark etti. Ve bu adam uğruna, tanımadığı bu adam uğruna ölebileceğini de… Ritimsiz kalbi at koştururcasına atmaya başlamıştı. Kendisini çok garip hissediyordu. Aşk bu diye düşündü adam onu öptüğünde. Gerçek aşk…
R: Otursana meleğim.
Nehir sessizce geçip oturdu. Kalbindeki endişe Rüzgar’ın gözlerinden okunuyordu. Nehir’in karşısına geçip oturdu. Gözlerini gözlerine dikerek korkulu gözlerle bir süre daha ona bakmayı sürdürdü.
R: Nehir, kötü bir şey mi var?
Nehir bir an şaşırdı. Sonra kafasındaki fikir akımını kontrol altına almayı başarınca konuşmaya başladı.
N: Hayır Rüzgâr. Kötü bir şey yok ben… Sadece biraz yorgun hissediyorum. Hepsi bu.
R: Sen bana Rüzgâr mı dedin?
Susannah yoksa Rüzgar sen değil misin diye düşündü. Ya Rüzgar diğer odadaysa? İçinden lanet okudu.
N: Şey… Evet dedi suçlu suçlu.
R: Nehir hemen bana neler olduğunu açıklar mısın? Sen bana hiç Rüzgar demedin. O günden sonra yani.
Nehir o gün mü diye düşündü. Acaba ne diyordum ben sana kahretsin diye de ekledi.
N: Ciddiyim hayatım yok bir şey. Olsa senden saklar mıydım hiç? Diyerek kıvırdı. Artık ona adıyla hitap etmeyecekti. Ona seslendiği adı hatırlayana ya da öğrenene dek.
R: Emin misin karıcım? Gözlerinin altı morarmış, bitkin görünüyorsun, seni öptüğümde yüzünde şok ifadesi vardı, sonra üzerindeki bu sessizlik hali…
Nehir karıcım mı? Evli miyiz yani biz diye düşündü ilk. Sonra yüzüne bakma isteğine karşı koyamadı. Odada etrafa bakarak arandı. Odada ayna yoktu. Aynaya bakmalıydı, görüntüsünü çok merak ediyordu.
N: Hayatım. İnan bana. Sadece yorgun hissediyorum. Belki de hastalanıyorumdur. Başka bir şey yok. Şimdi lavaboya gidip yüzümü yıkamam gerek ki biraz kendime geleyim.
R: Tamam meleğim. Koluna gireyim seni kapıya kadar götürürüm. Bayılacak gibi bir halin var. Yüzünü yıkadıktan hemen sonra da doktora gidiyoruz ona göre.
Nehir iyi ki götürmeyi teklif etti diye düşündü. Yerini bilmediğini anlasaydı daha da zor bir durumda kalacaktı.
N: Ama
R: Âmâsı falan yok. İyi değilsin sen.
N: Tamam hayatım gideriz.
Nehir ve Rüzgâr kol kola girip yürümeye başladılar. Edward’ın tam karşısındaki kapıya gittiler.
R: İçeri gelmemi ister misin? Nasıl hissediyorsun kendini?
N: Gerek yok canım iyiyim ben.
R: Peki meleğim. Ben buradayım.
N: Tamam.
Susannah aynaya bakabilmek için sabırsızlanıyordu. Kapıyı açıp içeriye şöyle bir göz attı. Sol tarafta lavabo vardı. Bir taneydi. Burası Rüzgar’a ait olmalı diye düşündü Susannah. Lavabonun az ilerisinde de tuvaletin kapısı vardı. Duvarlar boydan boya mor renkli taşlarla kaplıydı. En sevdiğim renk diye düşündü Susannah. Gözlerini yerden tavana tavandan yavaşça lavaboya çevirdi ve aynada kilitledi. Yavaş anca k istekli adımlarla aynaya doğru ilerledi. Gözlerini lavaboya indirdi. Görmeye hazır mıydı bilemiyordu. Sonra birden kaldırdı başını yukarıya ve aynadaki görüntüsüne şaşkınlıkla bakakaldı. Karşısındaki kişi 25 yaşlarında, gözlerinin altı morlaşmış, yüzü çökmüş, adeta ölü bakışları olan kendisiydi. Eski halinden çok uzak olan kendisi. Suyu açıp yüzüne su çarptı. Kâğıt havluyla yüzünü kuruladı. Tekrar aynaya baktı. Görüntüsünün her ayrıntısını inceleyip beynine kazıyordu adeta.
R: Nehir, iyi misin?
Nehir duyduğu sesle irkildi. Kapıya doğru baktı.
N: İyiyim hayatım, şimdi geliyorum.
Nehir son kez daha aynaya baktı ve kapıya yöneldi. Artık çok daha bitkin hissediyordu kendini. Yorulmuştu ve başı da dönüyordu. Kapıyı açtığında Rüzgar ona yine korkuyla karışık endişe dolu gözlerle baktı.
R: Hayatım, kendini nasıl hissediyorsun?
N: Ben…
Nehir nereden hatırladığını bilmese de bu baygınlık hissi çok tanıdık geliyordu. Son gördüğü Rüzgâr’ın ona doğru hamle yapmış olmasıydı. Gözleri kapandı sonra. Bir el belinden yakaladı onu önce. Ardından kucağa alındığını hissetti. Kulağında Rüzgâr’ın sesi vardı. Bağırıyordu.
R: Nehir! Neler oluyor? Nehir kendine gel ne olursun! Cansu! Cansu lanet olsun neredesin? Cansu! Nehir! Beni duyabiliyor musun? Cansu ambulans çağır!
…
Ay: Arif. Nehir’in sesi soluğu çıkmıyor. Bir gidip baksam mı?
Ar: O her zamanki gibi içip sızmıştır ne olacak. Ama sen bilirsin.
Ay: Ben bir bakıp geleyim. İçim rahat etmedi böyle.
Aylin kızını seviyordu aslında. Sevgisi derinlerdeydi hep. Ona bunu göstermedi ya da gösteremedi belki ancak seviyordu işte.
Merdivenlerden çıkıp Nehir’in odasına girdi. Nehir yatağına diklemesine yatmıştı. Ayakları yerdeydi. Aylin ilk gördüğünde şaşkınlıkla bakakaldı. Sonra hemen kızının yanına gitti. Onu uyandırıp düzgünce yatıracaktı. En azından planı buydu ancak bilmiyordu hayatta her zaman insanın umduğu şey gerçekleşmeyeceğini.
Ay: Nehir! Uyan ve doğru düzgün yat şu yatağına!
N: …
Ay: Nehir! Tüm vaktimi burada harcatıyorsun hadi dedim!
Aylin’in içini bir korku sarmıştı. Nehir daha önce defalarca sarhoş olmuştu, sızıp kalmıştı. Hatta neredeyse her gün bu haldeydi ancak hiç böyle kıpırtısız değildi. Seslenince uyanır mırıldanıp tekrar uyurdu. Ama bu kez ne bir ses ne bir kıpırtı vardı. Kadın kızını iyice sarsmaya başladı. Ancak Nehir’in ölüden tek farkı düzensiz kalp ritimleriydi.
Ay: Arif! Arif hemen buraya gel! Nehir’e bir şeyler oluyor! Fırat! Ambulansı ara! Lanet olsun buraya baksanıza!
Arif karısının sesindeki korkuyu açıkça görebiliyordu. Bu onu da endişelendirmişti. Koşarak üst kata çıktı. Aylin ağlıyordu. O ise yatağının diklemesine yatıyordu. Arif’in kalbine bir ağrı saplandı. Kalbi sıkışıyordu. Onu böyle görmeye dayanamadı kalbi ve o da yere yığıldı.
O sırada Fırat odasının kapısındaydı. Babasının yere yığıldığını görünce telefondaki kadına iki ambulans dedi koşarak babasının yanına gitti. Telefondaki kadına nasıl olduğunu anlatıyordu. Babası yere düşerken sol kolunu ovuşturuyordu. Eli bir koluna, bir kalbine gidiyordu. Fırat o an anlamıştı babasının kalp krizi geçirdiğini ancak yine de kadına söylememişti. Söyleyememişti. Kadın bir yandan Fırat’ı sakinleştiriyor, bir yandan da diğer yaralının durumunu öğrenmeye çalışıyordu.
Yaklaşık üç dakika sonra sokağı dolduran birbirinden bağımsız ve birbirine uyumsuz sirenlerin sesi gitgide yakınlaştı ve evlerinin önünde durdu. Sirenler Aylin’in hüzün ve korku dolu kalbine birer ok gibi saplanmıştı. Kadın bu üç dakika içerisinde bir kızına, bir eşine gidip geliyordu. Fırat ise donakalmıştı. Babasının başında diz çökmüş, başını dizlerine yaslayıp onu kucağına yatırmıştı. Gözlerinden akan yaşın farkında değildi. Kadın hala telefondaydı. Sürekli bir şeyler anlatıyordu. Fred arada tamam evet diyebileceği yerlerde tamam evet deyip kadını oyalamaya çalışıyordu. O an için yapabildiği en iyi şeydi bu.
Sağlık görevlileri baba kızı hızla sedyelere yerleştirdiler. Aylin Nehir’inkine, Fırat Arif’inkine bindi. Ambulanslar öğle vakti sessizleşmiş sokakları rüzgâr gibi geçiyordu. Ana caddeye çıktıklarında da trafik yoğun değildi. Aylin bunun için tanrıya şükretti. Normalde bu şehrin caddelerinde trafik bu kadar rahat olmazdı. Günün her saatinde az da olsa trafik yoğunluğu olurdu.
Hastaneye vardılar. Baba, kız acil kapısından girerlerken anne, oğul birbirlerine sarılmış onları izliyorlardı. İçeriye girmeyiniz yazısının ardına geçen baba, kızın ardından anne, oğul sessizce birbirlerine sarılıp dua etmeye başladılar.
…
Arif gözlerini yavaşça aralayıp etrafına baktı. Karısı Aylin yanında yatmaktaydı. Doğruldu yavaşça, yanı başındaki lambayı açtı. Evinde, yatak odasındaydı. Aylin bir şeyler sayıklayarak Arif’e doğru döndü. Adam şaşkınlıkla garip bir ses çıkardı. Onun saç rengini yeni fark ediyordu. Aylin hemen doğruldu.
Ay: Neler oluyor Arif?
Ar: Yok bir şey Aylin. Ben… Rüya görüyordum da.
Ay: Sanırım rüya değil kâbustu Arif.
Ar: Haklısın hayatım. Kâbustu.
Arif’in kafası son derece karışıktı. Aylin’in saçları sarıydı. Ancak kahverengi olması gerekirdi. Aylin en son 3 yıl önce o olaydan sonra saçlarını kahverengiye boyamış, bir daha da rengi değiştirmemişti. Sadece arada tonuyla oynardı o kadar.
Ay: Saat kaç?
Ar: Yediye geliyor.
Ay: çocuklar okula geç kalacaklar Jo. Kalksak iyi olur.
Ar: Tabi hayatım.
Aylin kalkıp sabahlığını üzerine geçirdi. Mutfağa doğru giderken Arif de peşi sıra gidiyordu. Aylin kahvaltıyı hazırladı. Arif’in kafası karışıktı. Belli etmemesi gerektiği konusunda bir his vardı içinde. Hislerine her zaman güvenirdi. Onu hiç yanıltmamışlardı bu güne dek. Bugün de yanıltmayacaklardı.
N: Günaydın.
Ay&Ar: Günaydın Nehir.
Arif Nehir’e baktığında onun normalden küçük olduğunu gördü. Aslında bu beklediği bir şeydi.
Ay: Fırat nerede? Kalkmadı mı daha?
N: Bilmiyorum.
Şimdi Nehir de masada oturuyordu. Gözlerini dikmiş Arif’e bakıyordu. Arif o güne ne kadar da benziyor bakışları diye düşündü. O gün. Nehir küçük. Aylin’in saçları sarı. Yoksa… Yoksa o günde miyim?
Ay: Gidip kaldır kardeşini Nehir.
N: Beni ilgilendirmez. Kalksaydı.
Ay: Nehir! Sana kardeşini kaldır dedim.
N: Kaldırmıyorum dedim.
Ar: Annen bir şey dediğinde karşı gelmeden yapman gerek Nehir! O senin annen ve sen onun dediğini yapmak zorundasın.
Arif bunları isteyerek söylememişti. Şimdi o günde olduğu kesindi. Çünkü o gün de aynen böyle olmuştu. Ve şimdi fırtına kopacaktı. Arif bunu tekrar yaşamak istemiyordu. Ancak görünüşe bakılırsa mecburdu.
N: Demek mecburum öyle mi? Mecbur falan değilim!
Ar: Mecbursun dedim Nehir! O senin büyüğün ve sen bunu yapmak zorundasın! Bu bizim geleneğimiz…
N: Bana sakın geleneklerden, sevgiden, saygıdan, anlayıştan ya da herhangi benzeri bir şeyden bahsedeyim deme! Bundan en son bahsedecek kişi sensin bu evde! Yaptıklarından sonra hala karşıma geçmiş bunlardan bahsediyorsun! Sen koca bir budalasın anladın mı baba? Koca bir budala!
Arif o günkü siniri tekrar hissetti. Yanaklarına hücum eden kan utancın değil, sinirin işaretiydi Arif’te. Arif artık o günkü gibi öfkeden delirmişti. Hata olduğunu biliyordu ancak duramıyordu. Sonucunu biliyordu ancak duramıyordu. O günü tekrar yaşamak zorundayım, buna mecburum diye düşündü. Ve anın akıp gitmesinin gerektiğine karar verdi. Artık sadece izliyordu olup biteni.
Yavaşça yerinden kalktı. Şimdi tıpkı Nehir gibi ayaktaydı ve karşı karşıyaydılar.
Ar: Ne? Sen ne dediğinin farkında mısın küçük şapşal?
N: Evet! Hem de tamamının farkındayım! Artık zannettiğin kadar küçük değilim! Her şeyin farkındayım! Senin ne yaptığının da!
Ar: Kapa şu lanet çeneni yoksa çok kötü olacak!
Arif tıpkı o gün olduğu gibi titremeye başlamıştı. Özellikle elleri durmuyorlardı. Ondan bağımsız gibiydiler. Tıpkı küçük kızı gibi onlara da hükmedemiyordu sözlerine.
N: Yeter bu kadar susmak! Artık beni susturamazsın! Ne yapacaksan yap! Korkmuyorum!
Arif kızına doğru yürüdü. Aradaki 4-5 adımlık yolu 2 adımla gitmişti. Arif gözlerini kapatmak istiyordu ancak başaramıyordu. Bu sahneyi izlemek zorundaydı.
Yakasına yapıştı küçük kızının. Yukarıya doğru kaldırdı onu. Bir kerede yere savurdu. Kız bir iki metre ileriye düştü. Gözlerinden yaşlar akıyordu ancak o bunu aldırmıyor gibiydi. Hala avaz avaz bağırıyordu.
N: Korkmuyorum! Ne yaptığın ya da yapacağın umurumda değil! Nefret ediyorum senden! Hayatını saçmalıkların uğruna yaşamış bir aptaldan başka bir şey değilsin sen!
John kıza tiksinerek baktığını duyumsadı. Yavaşça ilerledi. Aylin tıpkı o gün gibi kocasının önüne atlamıştı. Ona bağırıyordu ancak Arif ne dediğini o günkü gibi anlayamıyordu. Kulakları sadece Nehir’in dediklerine açıktı sanki. Sözleri kulağında, beyninde yankılanıyor, yankılandıkça Arif o bilindik sıcaklık duygusunun yüzüne hücum ettiğini hissedebiliyordu. Aylin’i kenara itti. Kızının üzerine eğildi.
Ar: Kes sesini küçük nankör pislik!
Nehir bağırmaya devam ediyordu. Arif kızını tekmeleye başlamıştı. Kız gözyaşlarını durdurmaya çalışıyordu. Dimdik durmaya. Ancak yapamıyordu. Canı çok yanıyordu ancak sadece ah diyerek bastırıyordu acısını. Arif bu kez yüzüne vurmaya başlamıştı. Kısa süre sonra Nehir’in yüzü kırmızıya boyanmıştı.
Arif birazdan diye düşündü birazdan olacak. Bunu içinden geçirirken birden sol kolunda bir uyuşma hissetmişti. Kalbinde ufak bir elektrik akımı yavaş yavaş tüm vücuduna yayılıyordu sanki. Bir karıncalanma hissi duyumsadı. Ardından kapatmak istediği gözleri istemsizce kapanmaya başladı. Son gördüğü o gün gördüğüyle aynıydı elbette. Kızının yerde kanlar içerisinde yattığı…
…
Aylin ‘girilmeyen oda’nın önünde oğlu Fırat’a sarılmış oturuyordu. O gün geldi aklına. Şanslıydı o defasında. İki sevdiği insana da bir şey olmamıştı. Ancak bu defa o kadar şanslı olamayabileceğini düşünüyordu.
Birden bir karışıklık oldu. Hemşirelerden biri koşarak çıktı o kapıdan. Aylin hemen yanına gitti. Neler olduğunu sordu. Bir terslik vardı bu belliydi ancak hemşire sadece önünden çekilmesini söyledi.
Kısa süre sonra giden tek hemşire yanında iki doktor ve iki hemşireyle gelip malum kapının ardına geçmişlerdi. Aylin kendini çok çaresiz hissediyordu. Oğluna sarılıp tekrar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Akrep ve yelkovan birbirilerini geçme yarışından vazgeçmiş gibiydiler. Olabildiğince yavaşlamışlardı ve bu Aylin’i sinirlendiriyordu. Oturdu, gezindi, koridoru arşınları ancak henüz yarım saat geçmişti. İçeriye hızla giren doktor ve hemşirelerden ses seda yoktu.
Aylin artık nefes alamadığını hissediyordu. Ne olmuşsa olmuş artık biri iyi ya da kötü bir şey söylesin diye düşündü.
O sırada bir doktor dışarıya çıktı. Arif ve Nehir’in yakınlarını çağırdı. Önce Arif dedi. Aylin koşarak yanına geldi.
Ay: İkisinin de yakını benim. Biri eşim, diğeri kızım
D: öncelikle eşinizden başlayalım. İlk geldiğinde kalp krizi geçiriyordu. Çabuk müdahale edildiği için atlatıyordu, durumu iyiydi. Yoğun bakıma alacaktık. Yarından sonraki gün de odaya çıkartabiliriz diye düşünmüştük. Değerler gayet normaldi. Ancak birden bire tüm değerler altüst oldu ve ikinci bir kalp krizini atlattı. Şuan hayati tehlikesi yok. Ancak iki kalp krizi ve bu kadar kısa arayla… Buna dayanmak çok güçtür bir insan için. Ancak eşiniz dayanıklı çıktı. Böyle giderse kısa sürede iyileşir.
Ay: Şimdi nerede?
D: Birazdan yoğun bakıma alınacak. Bir müddet orada kalması şart.
Ay: Peki kızım? Nehir’im nasıl?
D: Kızınızın midesini yıkadık. Asitli içecekleri fazla içmiş ve zannediyoruz ki yemek yemeden içmiş. Ve midedeki asitle bu içecekler birleşince midesi ciddi derecede zarar görmüş. Bir daha içerse ciddi sonuçlarla karşılaşabilir. Üstelik başta sorun sadece bu gibi görünüyordu. Ancak aynı zamanda mide kanaması da geçiriyordu. Bunu anlamamız biraz zaman aldı çünkü belirtileri göstermiyordu. Hemen müdahale ettik. Başta düzeldi. Tıpkı babası gibi sonradan değerler tekrar altüst oldu. Ne olduğunu anlayamadık. Bir sürü tahlil yaptırılması gerekiyordu ancak buna zamanımız yoktu. Hastanedeki en iyi doktorlar bir araya geldi ve istişare sonucu başka rahatsızlıkları olduğunu da anladık. Şekeri yükselmişti. En ileri vaka şeker hastalarınınki gibiydi. Bu değerleri kontrol altına henüz alamadık. Ancak yavaşlattık. Bir yandan mide kanamasını durdurmak için çabalıyoruz, bir yandan da şekerini düşürmek için serum veriyoruz.. Testlerin sonucu gelinceye kadar elimizden gelen yalnızca bu…
Ay: O… Kızım ölecek mi?
D: Bunu bilme imkânımız şimdilik yok ne yazık ki.
Doktor Aylin ve Fırat’ı acılarıyla baş başa bırakarak koridor boyunca düzgün adımlarla ilerledi. Yine de yorulduğu her halinden belliydi. Çok zor bir gün oldu diye düşünüp iç geçirdi.
Aylin oturaklara dek Fırat’ın kolunda zor gidebildi. Oturup gecenin geç saatlerine dek bir gelişme beklediler ancak saat gece bir buçuğa yaklaşırken Fırat, üçe yaklaşırken de Aylin istemsizce uykuya yenik düştü.
1.Bölümün Sonu
Fatma Yağız