- 892 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUYU YAKMA /ARDAHAN ÖYKÜLERİ 54 (kitap53)
" Bu cümle dört kelimedir."
Genç bir çocuk cümleyi saydı.
Dört kelimeydi.
Hoşuna gitti.
Cümle; cümlenin anlamı dört kelimedir, diyor. Kelime sayısı dendiği üzere dört adeti doğruluyordu. Hepsi bir cümlenin içinde ve dışında oluyordu...
Genç büyülenmiş gibi kalakaldı. Başkalarında aynı şey olur muydu?
Düşündü!..
Kelimeler de, heceler de, ve harfler de...
Kendi köyünün ismini kağıda yazdı. Fırınlı kazanlı sobanın yanında demir maşa yaslatılmış duruyordu. Demir kelimesi aklına damdı. "Demir" kelimesini yazdı.
Bu ismin nesnesi ile ismi özneleyen kafası, aynı odadaydılar ve aralarında bir metro vardı, yoktu!..
Kendinin dün arkadaşlarıyla ormanda açtıkları kuyu’yu hatırladı. Kağıdı filan kaldırdı. İşkaf’a istekan bardaklarının yanına koydu. Kalemi su tasının yanına bıraktı.
Toprak zemin evin içinde; ayağına giyecek bir şeye hacet yoktu zaten. Cızlavetleri ayağındaydı. Hemen kapının sürgüsünü geri sürdü. Açılan kapıdan evin aralığına tonlarca ışık doluştu. Hep böyle olurdu. İçeride; karanlıkta uzun kalınca gözler, orta tonlara alışıyordu. Işıklı dışarıya, çıkıncasa gözler kamaşırdı.
Kuyu yakma ile kömür yapıp satıyorlardı. Harçlık. Ardahan’da sinemaya gitmek parasını buradan tedarik ederdiler.
"Hayın çocuklar" da vardı. Kuyularına zarar veriyordular. Bin bir emekle eştikleri kuyuya "çekemeyen" çocuk yanaşıp bir çivi vuruyordu. Çivinin başından bir iğne deliği ışık kadar hava doldu mu? İçi kuyunun; "poğ olur." giderdi!
Kışındı, ormancının maaş almağa gittiği günün ikindi saatiydi. Pır pır çalıyordu kalbi. Cızlavet lastiği haftasını doldurmamıştı. İkide bir lastiğine bakınıyordu. Parıldağı mesafelerden görünür müydü?
Düşünüyordu. Cevabını veremiyordu. Belki, Cızlavet’in parıltısı, gördüğü noktadan, göründüğü neyse; o göründüğüdür. Kararını verdi. Görünse, görünse buncağızdır dedi.
Cızlavet lastiklerin ömrü ne kadar olur? Çok merak ediyordu!
Cızlaveti ayağına geçiremeyen çocuklar görmesin. Onların nefesi geçerdi. Cızlavet’ine nazar değerdi. Kaygısı bu merkez de toplaşıyordu. "Göz götürememe"yi. Çocuk inanmıştı. Anası kafasına sokmuştu.
Suyun kenarına gelmişti. Kuyuyu açtığı halde. Elini beline koydu. Planladığı şeyleri aklına getirmeğe başladı. Sıralı yapmağa koyuldu mu? İşin imanını gevretirdi. Çocuk aklıyla, sinerji tekniğini uygulayacaktı.
Diz çöktü. Minnacık eli ve avucuyla otuz-beş santimlik kuyunun tozunu toprağını tekrar temizledi. Önceden yığdığı dal ve odun parçalarını çam ağaçların eteğinden taşıdı. Kış ayı yangın çıkmasına karşı doğal önlem oluşturuyordu. Mevsimin tercih edilmesi, süregitmesi belki de bu yüzdendi.
El-ayak çekilmişti. Kavak, söğüt ağacından demirci körüğüne kömür yapılamayacağını Alihan abisinden öğrenmişti. Kömürü kuyu yakmasından çıkardı mı, Demirci Ali Usta’ya satacaktı.
Çam ağacından topladıkları, odunları kuyuya ızgara şeklinde dizdi. Başa dek ızgarayı ördü, bitirdi. Ateşi ızgaranın ortasında kalan delikten çıraynan tutuşturdu.
Izgara şeklinde ördü, demek yerine, KALA’dı dersek olur. Ardahan ve Kafkasya havzasında KALAK sözcüğü: "Sobayı kaladım." dendiğinde ki, gibi sobayı ızgara şeklinde hazırladım denmiş olunuyor. Izgaradan kasıt düzenli bir strüktür kurmadır. Kalak; tezek kalaklarında görürüz. Simo suya koştu. Vita tenekesini saklamıştı. Çıkardı. Suya tenekeyi daldırdı ve dizine dayayarak çeke çeke getirdi.
Bu bir teneke su yeterdi. Odunlar yanmaya koyulurken, bir istasyonda suyu dökecek...Yanmada: "Kül olmaya" geçerken, Simo yolcuları indirecekti. Emeği boşa giderdi, yoksam!
Kuyuda demirci ocağına kömür nasıl yapılır? İlmini babasından almıştı. Ona: Babası eline kalemi alıp kağıt üzerinde çizerek göstermişti. Düz çizgi çekmişti. Üçe ayırmış ve parçaları meydana getirmek için dört çarpı işareti çekmişti.
Birinci parçaya tutuşma aşaması demişti. İkinci parçaya yanma demişti; odun alışır ve yanarak kor hale gelir ki köz aşamasıdır.
"Bu zar gibi aralığı atlarsa ateş, kül olmaya, yok olmaya gider. Bu bizim işimize yaramaz ve üçüncü istemediğimiz bölümdür. İkinci korlanma arasında ver getsin suyu, sakın acımayasın. Bismillah de, dök suyu!"
Simo suyu döktü. Başardığından dudaklarının kenar çizgisi yukarı çekilmişti. Tiyatronun gülen maskesi gibi... Yüzünün rengi de turunculaşırdı neşelenince.
Güleç yüzün sahibi çocuğun elleri ve parmacıkları toprağı bir güzel serdi. Kuyunun üzerine çektiği toprağın üstüne güzelce çamuru sıvadı. Hava almaması lazım ki; kor kömürün kül olmadan kor kömür olabilsin.
Az hava alsa ateş, alışır, kül-ufak olurdu. Kapama başarıldı mı? Köz alevi kırar ve kömürlerdi.
Odun nefessiz kalır. Korarırdı, kararırdı korlanırdı.
Korartma, karartma. Kararma sözcüğü de buradan geliyordu.
İki üç gün beklenirdi. Sonra gidip, kuytularda ki kuyu yakma açılırdı. Kösefi( Yanmamış) odunlar ayırt edilirdi. Demirci kömürünü, köprübaşında Ali Dayı’ya götürüp satardı.
Küçük İnsan: Simo başardı. Sattı. Kaçıncı kazandığı alınterinin karşılığı; paraydı. Kendisi de pek hatırlayamadı.
Y. YILMAZ
13/09/2009
GEBZE
YORUMLAR
Ellerine sağlık bir solukta okudum ....
B.KAYATURK