- 1505 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Su Gibi
-1-
Öfkeyle kalktı oturduğu koltuktan ve sert bir hareketle itti bilgisayar klavyesinin bulunduğu bölümü. Pencereye doğru gidip, ellerini başına götürmüş ve parmaklarını omuzlarının biraz üzerindeki siyah saçlarının içine geçirmiş bir şekilde dışarı bakmaya başladı ama hiçbir şey görmüyordu öfkesinden. Burnundan soluyordu neredeyse; ela gözleri ateşten korlara dönmüştü. Aniden bir sigara yakma ihtiyacı hissetmeye başladı ve bu düşünceyle, bakmadan elini gömlek cebine doğru götürdü. Sigara orada değildi. Pantolon ceplerine baktı, hayır orada yoktu. Masaya doğru döndü ve sigarasıyla çakmağının bilgisayarın yanında olduğunu gördü. Paketten bir sigara çıkarırken bilgisayar ekranında, alt bölümde kendisine bir ileti geldiğini gösteren turuncu bir ışık göz kırpıyordu. Açmayacaktı, açarsa eğer, hiç istemese de, arkadaşının kalbini kıracak, ağır sözlerin düşüncelerinden parmaklarının ucundan deli gibi akacağını çok iyi biliyordu. Sohbet programını çevrimdışı konuma getirdi ve gelen iletiyi incelemeden sildi. Tekrar pencereye yaklaştı ve kendisine her zaman huzur veren deniz manzarasına doğru baktı. Denizdeki dalgaların küçük köpükler halindeki beyaz çizgilerinden denizin dalgalı olduğunu rahatlıkla anlayabiliyordu. Bugün denizin rengi değişik bir griydi. Havanın griliği denizi yansımasıyla bulanık mavimsi bir griye çevirmişti.
Ne balıkçı tekneleri vardı, ne de martılar görünürde. Derin bir nefes çekti sigarasından ve ağır ağır bıraktı dumanını. Öyle büyük bir nefes çekmişti ki ciğerlerinin ağrıdığını hissetti sanki. “Bırakmalıyım bu mereti,” diye düşündü. Ama nasıl? Böyle üst üste geldikçe problemler yaptığı ilk iş sigaraya sarılmak oluyordu. Sigaranın kendisini rahatlatacağını, sinirlerini yatıştıracağını düşünüyordu. Bu psikoloji ile de sigaradan daha bir nefes çeker çekmez kısmen rahatlamaya başlıyordu. Farkında olmadan kesik kesik öksürdü. O sırada ofisin kapısının çalmasıyla başını kapıya doğru çevirip “Girin” dedi. Sekreteri elinde bir fincan kahveyle içeri girip “Kahveniz Bora Bey” dedi. “İmzalanacak bazı dosyalar var, getireyim mi?” derken Bora Bey’in gözlerindeki öfkeyi rahatlıkla okuyabiliyordu. Zaten, pencerenin önünde bir eli cebinde, diğer elinde sigara, boş bakışlardan fışkıran ateş ve kaşlarının çatıklığından dolayı oluşmuş çizgi bu düşüncesini onaylıyordu. “Getirin Müge Hanım. Ha bir de! Bugünkü akşam yemeğini iptal edin. Hiç havamda değilim. ‘Bir toplantısı çıktı, gelemeyecekmiş’ dersiniz.” deyip masasına doğru yürüdü. “Peki efendim” deyip odadan çıkarken, Müge Hanımın biraz fazla havalanan yeşil eteği kapıya sıkışınca, gitmek için hamle yaptığında bir yırtılma sesi duyuldu. “Allah kahretsin” dedi Müge ve tekrar kapıyı açmak zorunda kaldı. “Özür dilerim Bora Bey; eteğim sıkışmış da” derken eteğinin yırtılan bölümünü eliyle kapamaya çalışıyordu. Bora bir Müge’ye bir de eteğine bakıp “Önemli değil” deyip bir de bunu destekleyen bir el işareti yaptı. Müge içinden küfürler ederek masasına geçti. Yüzü pancar gibi kızarmıştı. Yeşil gözlerinde yaşlar birikmiş ha aktı ha akacaktı. Başını ellerinin arasına alıp önüne doğru eğerek kızıl saçlarını yüzünü göremeyecek derecede düşürdükten sonra yaşları gözlerinden bırakıverdi.
Bora odasını kaplayan kahve kokusunun içinde düşüncelere dalmış bir yudum daha çekti kahvesinden. Kapısı tekrar çalındı ve cevap beklemeden Müge Hanım içeri girdi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Getirdiği dosyaları Bora Bey’e uzattı ve imzalanmasını beklemeye başladı. Bu arada bir eliyle hâlâ tutuyordu eteğinin yırtılan bölümünü. Kısık bir sesle “Akşamki yemeği iptal ettim Bora Bey” dedi. Bora kızın sesindeki hüznü fark etmiş bir şekilde döndü ve “Eteğiniz yırtıldığı için mi tüm bunlar?” diye sordu. Müge’nin yüzü iyice kızardı, hiçbir şey söyleyemiyordu. Ağzını açsa yine ağlamaya başlayacağını biliyordu. Ağlardı, çünkü bu eteği daha dün almıştı ve bir hayli de yüksek bir ücret ödemişti. Bunu Bora Bey’e nasıl açıklardı ki? “Gerçekten de güzel bir etekmiş” dedi. “Gözlerinizin rengini daha da ortaya çıkarmış. Yeni mi almıştınız?” “Evet” dedi utanarak Müge. “Fark ettim, çünkü daha önce hiç görmemiştim bu eteği üzerinizde. Nereden almıştınız eteği?” dedi dosyaları imzalarken başını kaldırmadan. Müge mağazanın adını söyledi. “Bedeniniz?” diye sordu Bora. Müge anlamsız bir şekilde baktı adama. Gözlerinde “anladığım şey için değildir bu soru umarım” şaşkınlığı vardı. “Bedeniniz diye sormuştum” diye ikinci kez tekrarladı sorusunu Bora. Müge iyice utanmıştı ve son derece kısık bir sesle bedenini söyledi. “Pardon, anlayamadım. Tekrar eder misiniz?” dedi Bora. Müge bedenini yineledikten sonra belgeleri imzalamayı tamamlayıp “Bana mağazayı bağlayın, Müge Hanım,” dedi. “Bora Bey, lütfen. Hayır, kabul edemem” diye karşı koymaya çalışınca “Eteğinizin yırtılmasıyla kalmayıp bir de işinizden olmak istemezsiniz herhalde, değil mi?” dedi Bora. “Peki, efendim.” deyip odadan çıktı. Az sonra Bora’nın masasındaki telefon çaldı. Bora telefonda mağaza yetkilisiyle görüşüp siparişi verdi ve eteğin akşama kadar şirkete getirilmesini rica etti. Sonra masasından kalktı, pencereye doğru gitti ve denize bakmaya koyuldu. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. “Müge iyi kız” diye geçirdi içinden. “Çalışkan, dürüst, saygılı. En önemlisi …” O sırada çalan telefonla masaya yaklaştı. “Bora Bey, sizinle görüşmek istiyorlar.” Müge’nin sesi su gibiydi.
-2-
“Kim?” diye sordu Bora. “Cenk Bey” dediğinde Müge, Bora’nın öfkesi yeniden alevlendi. Arayan biraz önce sohbet programında sinirlenmesine neden olan arkadaşıydı. Onun arayacağını tahmin ettiği için cep telefonunu kapatmıştı ama, Müge’nin eteği, imzalanması gereken dosyalardan dolayı Müge’ye, “Cenk beni ararsa bağlama” demeyi unutmuştu. “Tamam” diyebildi sadece sesindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak.
“Efendim” dedi sert bir sesle, Müge telefonu bağlayınca. Cenk her zamanki gibi, hızlı hızlı konuşmaya başladı. Konuşurken bazen nefes almayı unuttuğu bile oluyordu. Hiç şüphesiz böyle konuşunca sözcükleri yakalamak ve ne dediğini anlayabilmek bir hayli zor oluyordu ve şimdi de, zaten sinirleri altüst bir haldeyken ve buna neden olan da Cenk’in, kendisini suçlayan saçma saptamaları ve gereksiz ısrarıyken, ipler daha da bir gerilmeye başlıyordu Bora’da. Farkındaydı bunun ve onu susturması gerekiyordu. Hızlı hızlı soluk alıp vermeye başlamıştı, patlaması an meselesiydi. Yine sert bir sesle “Sus artık, Cenk.” dedi. “Sus ve biraz da dinle. Bitti işte anlamıyor musun? Hatta anlamıyor mu? Nedir bu ısrar Allah aşkına? Artık onunla görüşmek istemiyorum ve lütfen sen de araya girip durma. ‘Birbirinizi çok seviyorsunuz. Bu ilişkiye yazık ediyorsunuz” Yok arkadaşım, yok. Bende bir şey kalmadı. Bit-ti! Anladın mı, bit-ti. Daha fazla üstüme gelme bu konuda. Seni kırmak istemiyorum” deyip onun bir şey söylemesine fırsat bile vermeden telefonu kapadı.
Bora, yaklaşık 6 aydır birlikte olduğu Şeyma’dan, bir kaprisi yüzünden ayrılmıştı. Şeyma Cenk’i de çok iyi tanıyordu; zaten tanışmalarına da o vesile olmuştu. Her şey gayet güzel giderken, Şeyma’nın nedensiz, garip kıskançlıkları ortaya çıkmaya başlamıştı. En son olarak da, Müge hakkında ileri geri konuşup hakarete varan sözcükler kullanarak, onu işten çıkarmasıyla ilgili baskı yapınca Bora daha fazla dayanamamış ve “Bu iş burada biter” demişti. Bu tartışma, Cenk’in onları evine bir şeyler içmeye davet ettiği akşam gerçekleştiği için, durumu düzeltmesi gereken kişinin kendisi olduğu gibi garip bir düşünceye kapılmıştı Cenk. Aradan geçen iki hafta boyunca sürekli olarak bu konuyla Bora’nın kafasını şişiriyordu. Oysa ki ortada düzeltilmesi gereken bir durum da yoktu. Bora’ya göre bir şey bitmişse bitmişti. Hem “bir sekreter parçası için değer mi” ne demekti? Üstelik Şeyma’yı da anlayamıyordu. Neydi bu kadar kıskançlığın nedeni? Kendisini elinden kaçıracağını filan mı düşünmüştü? Kendisi neydi? Piyangodan çıkmış bir servet mi? Bu kadar üstelediğine, arkadaşı ile bu şekilde konuşup onu kırabilecek boyuta getirebildiğine göre; evet.
Bugüne kadar pek çok kız arkadaşı olmuştu Bora’nın ve hemen hepsinde aynı duyguyu yakalamıştı. Gençti; çok yakışıklı sayılmasa da giydiği kıyafetler ve spor yaparak formunu koruması, onun olduğundan daha çekici ve yakışıklı görünmesini sağlıyordu; üstelik azımsanamayacak bir gelire sahipti. Evi ki ev değil saray yavrusuydu sanki, üç arabası, oldukça geniş bir çevresi vardı ve gittiği yerlerde saygı görüyor ve sözleri dikkate alınıyordu. Ailesi ona iyi bir eğitim sağlamış ve kültürel yönü de bir hayli gelişmiş bir işadamı idi. Ondan daha iyi bir koca adayı mı olurdu? Böyle birini kim istemezdi ki?
Tekrar telefonun çalmasıyla kendine geldi daldığı derin düşüncelerden. Su gibi sesiyle Müge mağazadan geldiklerini ve eteği teslim ettiklerini fakat eteği getiren çocuğun ödemenin nasıl yapılacağını öğrenmek istediğini söylüyordu içini garip bir huzur kaplarken. “İçeri gönder” dedi Bora gülümseyerek. “Peki” demesinin ardından çok geçmeden kapı açıldı ve Müge’nin eşliğinde, elinde paketlerle çocuk içeri girdi. Paketi kendine doğru uzatırken Bora Müge’ye belli belirsiz bir göz kırptı. Müge kıpkırmızı oldu yeniden. Çocuğa ödemeyi yapıp gönderdikten sonra paketi Müge’ye uzatıp “Eteğinizi alın Müge Hanım ve hadi şimdi hemen gidip üzerinizdekini değiştirin” dedi. Müge utanarak eteği alırken “Borcumu size ödeyeceğim, Bora Bey” dedi. “Bunun lafını bile etme.” dedi. Müge kapıya yaklaşmıştı ki “Ah! Dur bir dakika. Bu akşam ne yapıyorsun?” diye sordu. “Hiçbir şey” dedi Müge. “İyi o halde. Bu akşam bana ısmarlayacağın yemekle ödeşmiş oluruz.” derken yine o en çarpıcı gülümsemesi yüzüne yerleşmişti Bora’nın.
Ah o gülümseme! Müge gözlerini yere indirerek teşekkür ederken bu öneriyi kabul ettiğini de söyledi. Aslında gözlerini yere indirmesinin nedeni sadece utanması değildi. Boranın yüzündeki gülümseyiş onu hep etkilemişti. Neredeyse dayanamayıp boynuna sarılacak ve yanaklarından öpecekti. Odadan çıkıp kapıyı kaparken göz ucuyla Bora’nın yüzüne bir kez daha baktı. Hala gülümsüyordu. Su gibiydi ve gamzelerinden damlıyordu sevimliliği!
18.01.2007
atilla güler
YORUMLAR
Harika ve dolu dolu bir hikayeydi.Senaryolaşırsa da seviniriz.Tebriklerim çok Atilla Bey.
Gerçekten su gibiydi...
Yasemin Göksel
su gibiydi...değerli şair dostlar alicengiz oyunu ve çirkin ördek yavrusu'nun önerilerine kulak vermeli bence....
şiirlerinizi okuduğumda hep güzel roman yazacağınızı düşünmüşümdür nedense...harika güzelliklere imza atacağınızı düşünüyorum ve kutluyorum yürekten değerli şair yazar dost sevgili Atilla Güler.....
sevgim saygım her daim ...selamlarımla...
bence tutar bu senaryo
kötü karakter şeymanın annesi olsun
şeyma aslında annesi tarafından yönlendiriliyor da olabilir
hatta daha iyi bir fikir geldi aklıma :))
cenk ile şeyma'nın aralarında gizli bir ilişki olsun ve boranın paralarına konmak için boraya tuzak kurmuş olsunlar
ve tabi müge bütün planlarını bozuyor olsun
tutar bu dizi ;)
şaka bir yana da sevdim ben bu hikayeyi :)
her daim Sevgimle...
eh işte...
:)) şaka şaka...
ben beğendim...senaryo olur mu? olur tabi...konu bulalım...
ama hemen aşık yapmayalım bunları...biraz entrika ister halk...kaç göç olmalı...hani kötü karakter?...cenk olsun mesela...ya da Şeyma...ya da ikisi de olsun...
yapalım candaşım bunu senaryo...