EBEDİYET YOLCULUĞUNDA İKİ EDİP
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber;
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.”
Bir yatak. Yatakta ömür merdiveninin doruğuna ulaşmanın verdiği yorgunluğu manalandırmış, ışıltısı hafif hüzünlenmiş derin ufuklu gözlerini yattığı odanın kapısına dikmiş, beyaz kıvırcık sakallı seksenli birisi. Yıllar ve çileler yüzüne bükümlü imzalar atmış. “Çile”li ömrün ümitvar ve gür sadasının rüzgârıyla, fırtınalar koparmış bir şair. Çile’nin şairi; Türkiye Yazarlar Birliğinin kendine verdiği sıfatla, “Sultan-uş Şuara/Şairlerin Sultanı…
Odanın kapısı hafif inleyerek açılıyor. Eşikte; yaşadığı üç çeyrek yüzyılın her gününü “zehirli kıymığın beyni zonklatma” acısına yar eden yataktakine benzeyen genç bir adam. Sessiz, saygılı ve mütereddit. “Zindandan Mehmet’e Mektup”un muhatabı: Şairin oğlu, Mehmet Kısakürek.
Ebedi yolculuk eşiğinde, ahir ömrünün son demlerinde edipten manidar bir istek: “Bana zemzem ver!” Arzu, itinayla yerine getirilir. Yatağında doğrulur ve birkaç yudum içer. İkinci cümle, gerisini hoş dekorlayacak bir cevap alma tonunda: “Kaç senelik?” “1973’de siz getirmiştiniz efendim, on senelik.” Aldığı cevaba eklediği cümle ince zekâsının örgülediği, içtiği suyun azizliğini sergileyen çepeçevre tablo niteliğinde, “İşte, eskimez ve kokmaz su: Zemzem!”
Tekrar yatağa sırt üstü uzanır. Gözleri kapalıdır; zamanı dinlercesine ve “nefs muhasebesi” yaparcasına. Odanın penceresinden süzülen güneş ışıklarında uçuşan toz zerreciklerini ürkütmek istemezcesine saygılı oğlu yavaşça fısıldar: “Efendim, bugün doğum gününüz.” Gözlerini hafif aralar, tavandaki tahtalarda gezdirir, pencereye kaydırır bakışlarını… Camdan safbahar muştularını sergileyen dallardaki rüzgâr kıpırtılarını takip eder kısa bir an ve giderek azalan bir tonda; “Belki de ölüm günüm!”
Ve ebediyet yolculuk kervanına katılmışlığın huzurunun yansıdığı yüzüne yayılmış aydınlıkta, ebediyen susar. “Güzel şey”in kanatlarında, yarın ki mahşeri kalabalığın kollarında hayatını noktalamıştır. Tarih 1993 yılının, nisan ayının 23’ünü göstermektedir.
İstanbul, 24 Nisan 1993. Fatih Camii avlusu…
Çile Şairi’nin cenaze namazı için bekleşenler. İkisi sonsuzluğa kanatlanmış birisi hayatta olan edebiyatımızın güçlü soluklarından üç kişi. Benim hatırayı dinlediğim değerli yazar da hayatta değil.
“O gün, ben ve iki yazar arkadaş Fatih Cami avlusunda çok gerilerde, Necip Fazıl’ın son yolculuğunda, son görevimizi yapmak için gelmiştik. Çok gerilerde olmamız, namazı kılmamak içindi. Benim niyetim böyleydi ve abdestim yoktu. Benim içimden geçenleri onlarında aynen düşündüğüne adım gibi emindim. Çünkü onları çok iyi tanıyordum. Onların da abdestinin olduğunu hiç zannetmiyorum.
Bunun içindir ki cami avlusunda çok gerilerdeydik. Aramızda konuşuyoruz; rahmetliden bahsediyoruz, epeydir görüşememenin biriktirdiği konuları tüketmeye çalışıyoruz. Namaz için belirtilen saatin gelmesini bekliyoruz.
Bu koyu sohbet ve laf katmerliği içindeyken, zamanın hızlı akışında, ‘er kişi niyetine’ anonsu duyulunca, etrafımıza bakma ihtiyacını hissettik üçümüz anlaşmışçasına. Cenaze namazı için saf tutanlar arasında kaldığımızı ve hiçbir şekilde bulunduğumuz yerden daha gerilere gitme imkânı olmadığını çaresizlik içinde gördük.
Mecbur kalarak ve tekbir alarak cenaze namazına durduk. Dalgınlık ve tedbirsizliğin arasında böyle bir hata işledim, sonsuzluğun sahibi affetsin ve salâtımızı kabul etsin.” diye mahcup bir edayla ve “Çile Şairi”ne hakkıyla bir uğurlama yapamamanın ezikliğinde anlatmıştı rahmetli yazar, M. Necati Sepetçioğlu.
Birisi hatırayı anlatan edip, diğeri hem edip hem de şair, ebediyet yolcusu olmuş; edebiyatımızın iki değerli insanını saygıyla hatırlamaya, ruhlarının şad olmasını dilemeye katılmaz mısınız?
Hem de eserlerini okuyarak yâd etmeye ne dersiniz…
S. Edip Yörükoğlu
EBEDİYET YOLCULUĞUNDA İKİ EDİP Yazısına Yorum Yap
"EBEDİYET YOLCULUĞUNDA İKİ EDİP" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.