Adını Unutan Adam...Öykü
Karanlıklarda hayat memat mücadelesi veren soluklara ithafen...
..........................................................
An oluyordu adını unutuyordu.
Ne yapsa, beş harften meydan gelen ismini zikredemiyordu. İlk harften sonra bocalanıyor, düğümleniyordu boğazı sıkı sıkı...
Günlerce, haftalarca yerin altında kömür taşıdığı, taş kırdığı oluyordu. Bir dilim ekmek eve götürmek, çocuklarının yüzlerini güldürmek, yaşama tutunmak, kimseler ona ’bir baltaya sap olmuyor’ demesin diye katlanıyordu karanlıkta ç-alışmaya...
Zaten başka seçenek sunmamıştı ona ters gelen hayat. Hayat onu daim hırpalamıştı, daim yormuştu, daim terletmişti... Hayat ona galip gelmeyi değil, mağlup olmayı öğretmişti...
Hangi işe başvurdaysa da kabul edilmemişti daha önceleri. Yüzüne kapılar hep kapanmıştı bir bir. Kaç sene böyle avare dolaştı iş bulmak için. Kaç kez kayınpederinden bir işi yok diye büyük laflar işitti Allah bilir. Hatta bir ara karısıyla boşanma noktasına bile geldi...
O da tam boşanacağım diye deli deli dolaşırken kaldırımlar üstünde, dilinde yalnızlığa oynayacağım artık şarkısını eksik etmezken, hava almaya çıktığı bir pazar günü sokağın ortasında bir bayanla çarpılmasıyla yaşama yeniden sarıldı... Çarpıştığı liseden sınıf arkadaşı olan Betül idi...Gözlerine inanamadı Betül ne kadar da güzelleşmiş, pempeleşmişti böyle. Aslında onunla evlenmiş olmalıydım şimdi, diye içinden geçirdi. Ama nerde? Geçen her an,bir daha kasedini saramıyordu geriye ne yazık ki....
anlamlı anlamlı birkaç bakıştan ve hal hatır sorulu birkaç cümleden sonra Betül söze başladı:
---Kankam (tarihin cilvesi mi ne, Betül ile tanıştığı ilk günden beri, Betül ona Kankam diye seslenirdi.) ne haber, Allahtan çarpıştığın bayan benim, yoksa başka bir kadın olsaydı deli yumruğu çoktan yanaklarında görmüştün...
---Ha vallah,kız Betül seni görmek,hacı olmak demektir,bilirsin...
Betül:
---Bilirim, bilirim... Sen kendinden bahset? Bu ne dağınıklık, bu ne başıboşluk böyle? Göze göze gelmeseydik, pardon çarpışmasaydık seni tanımazdım sanırım. Sen neden çalışmıyorsun bir işte,öyle aval aval bir serseri gibi dolaşmaktasın?
---Çalışacak bir iş bulmuyorum ki. Allah seni inandırsın, çalmadık kapı,sıkmadık el bırakmadım şu yeryüzünde. Mutluluğu hakkedecek bir adam değilim gibi bir yaşantı soluyorum her uandığım gün. Ama gel gör ki kader benden yana şansını zorluyor her seferinde. Ediyorum, edemiyorum kendime bir iş bulamıyorum. Ne iş olursa yaparım diyorum gittiğim dairelerde, işyerlerinde fakat geldiğim gibi dönüyorum eve... Ev desen gırgır şamata. Yumruklar, küfürler havada uçuşuyor? Olan fatura da bana patlıyor, sanki ben istemiyorum bir iş sahibi olayım. Sanki akılsızım gibi davranıyorlar bana ev halkım...
Betül:
--- Anlaşıldı,sen çok dertlisin be kankam.Hımm, dur dayımın taş kömürü maden ocağı var. Bir onunla konuşayım, seni işe alması için...
o çarpışma,dönüm noktası olmuştu B’nin...
.................................
MESELCİ
7 Eylül 2009,,,
Mardin
YORUMLAR
ne geldiği yer belli ne de gittiği
bir iş bulmuş kendisine tutunmuş hayata sıkı sıkı
ne güzel
keşke bizler de bilsek değerini elimizdekilerin de mutlu olabilsek
böyle hayatları görünce, okuyunca bir an diyoruz ne yazık bir de bana bak ne kadar rahatım ancak bu beş dakika sürüyor
sonra yine aynı tas aynı hamam şikayetçi olmaya devam...
çok güzeldi ve devamını merak ediyorum ben de...
"Kadın ilk aşkıyla evlenememiş,ailesinin uygun gördüğü kişiyle evlenmiştir.Bir de kızı olur.Eşi kıskançlık,yokluk vs sebeblerden şiddet uygular.Ve bir gece öyle döver ki sokağa kızıyla zor atar,kaçarcasına koşar ve bir genç adama çarpar.....İşte hayatın ne garip oyunları var.ne vakit darda kalırız,yada içinden çıkılmaz bir durumda Onu karşımızda buluruz..Umarım bu hikâyenin kahramanına şans getirir bu rastlantı.Yüreğinize sağlık,güzel hikâye"
öykün güzel dostum meselci...resim bana bir dramı hatırlattı teşekkür ederim..zamanında avrupaya giden işçilerimiz sağlıksız ortamlarda maden ocaklarında çalıştırıldı..yıllar sonra bu işçilerimiz kötü koşullar nedeni ile hastalandı sakat kaldılar ve bir çoğu erken yaşta öldü...bu dramı dönemin bazı yazarları dile getirdi ve avrupalıları kölelik ve barbarlıka suçladılar..ama nerden bilsin bu yazarlarımız, iki binli yıllarda aynı dramı kendi ülkemiz kendi insanımızın yapıcağına...üstelik insanlıktan, dinden imandan bahseden politikacılar ve iş adamları bunları yapanlar...devlet madenlerden elini çekerken, özelleştirme dümeni ile taşeron firmalara madenleri devretti...bu acımasız firmalar maden çevresindeki köylerden asgari ücretle köle işçileri yerin dibine sokarak çalıştırırken, emekliliği gelen işçilerin çoğu ölüp gidiyor veya sakat kalıyor...kısacası sevgili dostum bizim kendimize yaptığımızı hani derler ya gavur yapmaz...saygım ve sevgimle...
Yinede hayata tutunmak lazım ...
bak binlerce dal var ilk dalın yerini tutmasada...
her bahar çiçekler açıyorsa hergün güneş doğuyorsa ve sen hala nefes alıyorsan yaşamak ve umut etmek zorundasın...çünkü ötesine hakkın yok...
maddeden yılgınlığa düşmek acizlerin inançsızların işidir...
biz çölün kalbine güneşin doğduğu günden beri inançlıyız yaşamaya umut etmeye...
o kadar çok şeye sahibiz ki fazlasını istemeye hakkımız yok...hastahane koridorlarında görüyoruz bazen gözünü kolunu bacağını aklını yitren onca insan var ve biz tamamız öyleyse isyana hak yok...
hikayenle pek alakalı değil ama sanırım bugün yaşadığım bi olaydan etkilendim o yüzden böyle yazdım...
çok güzeldi...sonu güzel olsun olur mu...?
sevgimle...