- 1025 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
AĞZIMI YAKAN DONDURMA
-Diken kuşuuuuuu.
-Hayırdır baba, ne bağırıyorsun? Bir şey mi oldu?
-Elinin körü oldu! Köy odasından geliyorum; Hatiplerin ekini yedirmişsin dün gece sürüye; ne biçim çobansın sen!
-Hop! Orda bi dur baba. Ben çobanlığıma laf söyletmem. Bana ne dersen de; ama çobanlığıma laf söyleme. İki ekin arasından geçiririmde sürüyü, tek dal kopartmam ben.
-Görenler var. Şimdi senin zarar, benim kaç koyuna mal olacak Allah bilir.
-Kim görmüşse bana gelsin; anlını karışlarım ben.
-Sana gelirler mi hiç? Herkes senin şerrinden korkar.
_Hayır! Şerrimden değil; adaletimden korkuyorlar, adaletimden!
Zavallı annem şaşkındı; aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyıktı. ‘En iyisi suya bari gideyim’ diye düşünmüştü. Hiç gereği yokken sırf evden uzaklaşmak için su tenekesini kaptığı gibi taş merdivenleri koşarak bahçe kapısından dışarı çıkmıştı. Karşıdaki küçük gölde yüzen yeşil başlı ördekleri izlerken, evden gelen bağırış sesleri kulaklarında çınlıyordu.
Akşam yemeğinden sonra babam koyuna gitmemiş, dedem kendisi gitmişti.
Amacı annemle enine boyuna tartışıp, bir karar almaktı:
-Hanım, bu iş böyle devam edemez, bir gün babamla birbirimizi yemeden gidelim buralardan. Batı şehirlerinde iş çokmuş, (aslında bizde batıda oturuyorduk ama; batının kırsalındaydık) ömür boyu çoban olacak değilim ya; gider bir çiftliğe yerleşir, elimizden gelen işi yapar karnımızı doyururuz.
-Temelli sefil olmaktan korkarım bey.
-Allah doğrunun yanındadır her zaman; hiç korkma sen. Ben taştan ekmeğimi çıkarırım evvel Allah, yeter ki Allah sağlık versin.
O akşam annemle babam karar almışlardı, yarın ilk işleri şehre inmek, oradan da, bir trene binip doğruca Manisa’ya gidecektik.
Ben çok seviniyordum; ‘nasıldır bu Manisa dedikleri yer acaba? Gökyüzünde büyük bir kubbe varda, güneşten yanmıyorlar, yağmurdan ıslanmıyorlar, rüzgar da savurmuyordur belki orada yaşayanları.’
Sabah at arabasını amcam hazırlayıp, iki yorgan iki minder ve bir kilimden oluşan eşyamızı arabaya koymuştu. Babam ve annem dedemle vedalaştılar. Dedem:
-Gidişin olur da, dönüşün olmaz inşallah; beni bırakıp gidiyorsun ya, başka bir şey demiyorum ben sana.
Babam karşılık vermeden arabaya bindi, biz ondan önce binmiştik. Bu benim köyden ilk çıkışımdı. ‘Acaba bizim şehir nasıl? Gökyüzünde kubbe varmıydı?’
İki saat sonra şehre girmiştik. ‘Yok; burada gökyüzü aynı, değişik olan sadece yollardı. Upuzun taşları yola döşemişler, hiç ek yerleri yoktu. Acaba hangi arabayla gelmişti buraya? Bizim avluda taş ama; bizim ki ekli ekli kayrak taşıydı. Dedem boş kaldı mı, hep taş getirir avluya döşer, duvarlara koyardı.
Ama bu taşları sadece bizim araba değil, bütün köyün arabası birleşse taşıyamaz gibi gelmişti bana.
Büyük büyük ağaçları olan geniş bir yere gelmiştik. Sanki bizim arabanın demir tekerlerini çıkarıp, iki sıra döşemişler gibi, incecik demirden bir yol.
Az sonra bu demir yoldan, uzun siyah, tepesinde bizim evin ocaklığını andıran bir baca, durmadan dumanlar tütüyordu. Gelip puf puf, diyerek yanımızda durmuştu. Babam iki yorgandan oluşan yükümüz omzunda, açılan kapısından içeri girmişti. Annemin kucağında küçük kardeşim, bir eliyle de benim elimden sıkıca tutup, birlikte bu kara şeyin içine binmiştik.
‘Aman yarabbi! Ne çok insan biniyor içine, ne kadar uzun.Tamam, şimdi buldum. O uzun taş yolları bu kara şeyle getirmişlerdir dağlardan.’ Babam:
-Bak kızım, bu bindiğimiz aracın adı tren, şimdi sen şu camın yanına otur da etrafını seyrede seyrede güzel bir yolculuk yap bakalım.
Küçücük bir odanın içine oturmuş gibiydik. Hayatımda ilk kez trene binmiştim. hiç bir ayrıntıyı kaçırmadan etrafıma bakınıyordum. Akşama doğru ineceğimiz istasyona gelmiştik.
Babamın:
-Haydi toparlanın iniyoruz. Demesiyle kendime gelmiştim. Sarsıntı sanki bir beşiğe binmiş gibi sallayarak uyutmuştu beni. İstasyonda inince, bir traktör kasasına binip ikinci yolculuğa çıktığımızda, akşam olmuş gökyüzünde birer ikişer yıldızlar görünmeye başlamıştı; ama hala gök yüzünde kubbe yoktu.
Az gidince karşıda kocaman kocaman kırmızı bir şeyler parlıyor, bütün gücümü toplayıp başladım bağırmaya; uzun zamandır kiraz yememiştim.
-Anneeee ben o kirazlardan istiyorummm!
Babam güldü.
-Onlar kiraz değil kızım; ışık onlar.
Ben daha fazla bağırmaya başlamıştım. Hayatımda hiç ışık görmemiştim, ışığın ne olduğunu bilemeden bana ışığı nasıl anlatacaklardı. Beni kandırmaya çalıştıklarını düşünmüştüm.
-Bana kiraz almayacaksınız; onlar ışık deyip kandırıyorsunuz. Onlar ışıkta madem o kadar yüksekte hiç sönmeden nasıl duruyorlar?
Annem benimle daha fazla uğraşmamak için.
-Tamam kızım; oraya gidince sana kiraz alacağım.
Yeni evimiz, iki oda, bir mutfak. Birde kocaman avlusu vardı; ama bizim köydeki gibi taş döşeli değildi. Babam bulduğu işe gidiyordu, annemle ben evdeydik.
Bazen kardeşimle oynuyordum, bazen de sokağa çıkıyordum. Çocukların yanına gidiyordum; ama çocuklar benimle oynamıyorlardı. Dört tekerli teneke bir araba geçiyordu sokaktan ara sıra. Bütün çocuklar etrafında toplanıp adamdan bir şeyler alıyorlardı. Bütün bunları karşıdan gözlemliyordum. Adam ‘ buz gibi dondurmaaaaaaaaaa’ diye bağırdı mı, bütün çocuklar başındaydı.Karar vermiştim, şu buz gibi dondurmadan ben de alacaktım, hemen anneme koşup:
-Anne ben de dondurma istiyorum.
Annem bana yirmi beş kuruş vermişti. Hemen koşarak dışarı dondurmacının başına gitmiştim.
Adam dondurmamı külaha koyup elime vermişi. Ben tadına bakmak için sabırsızlanıyordum. Büyük bir parça ısırmıştım ki.
-Amaninnnn! O da ne. Ağzıma alır almaz, dişerim bir tuhaf oldu, dilim sanki yanmakla donmak arasında bir şey oldu. Ağzımda ki dondurmayı hemen yere tükürmüştümüm. Elimdekini de duvarın kenarına hızlıca çarparak atmıştım. Annemin yanına gidip.
-Anne! Köyümüze gidelim; ben hiç sevmedim burayı. Gölümüzü özledim! Ayaklarımı sokacağım. Buradaki çocukları hiç sevmedim, beni gördüler mi peşlerine koyun köpeği takılmış gibi kaçıyorlar. Hem gökyüzünde kubbe yok, güneş köydeki gibi yakıyor. Yağmur ıslatıyor. Rüzgar savuruyor.
Üstelik, buz gibiiiiiiiiiiiii! Diye sattıkları dondurmada ağzımı yakıyor
Emine uysal /04/09/2009
YORUMLAR
Emine UYSAL (EMİNE45)
Davidoff
" alın birini de şehir görsün, orada okutun, büyütün"...
Yazınız İstanbul'a ilk gittiğimiz anı anımsattı bana. Ve bir anda o yılalra dönüverdim sevgili şairim.
Ne çok anılar birikiyor değili mi uzumuzda yaşadıkça. " Hiç yaşamadım demem, yaşamak bile bir hikaye" ne çok severim bu sözü. Çünkü gerçekten yaşamak bile bir hikaye başlı başına.
Çok güze bir yazı. Yeşekkür ediyorum paylaşımınız için Sevgiler yüreğinize
Bir zamanlar kentleri bilmeden yaşandığı o zamanların nostaljik yaşanmış hayat öyküsü....her zaman arzularız o sade ve huzur dolu günleri.Şimdilerde yeni yürümüye başlayan çocoklar hayatı ve kenti tanıyarak tüm dünya ile birlikte aynı anda yaşıyorlar.Buna teknolojik hayat dersek yanlışmı olur bilmem.
güzel ve akıcı bir yazı olmuş kutlarım eline ve yüreğine sağlık.Selam ve saygılar
Yazınız bana annemin bir anısını hatırlattı.Teşekkür ederim.
Henüz ben yokum.Annem hastalanmış .Babam annemi şehirdeki doktorlara götürmüş,annem ilk defa şehire gidiyormuş.muayenehanede sıralarını beklerken başka bir hastanın yanındaki çocuk dondurma yiyormuş.babam annene ,sende istermisin diye sorunca annem utanarak "hıı " demiş. ama babam kocaman bir kadına külahda dondurma ayıp olur diye küçük bir kaseye koydurup,yanında verdikleri kaşıkla yemesini söyleyince annem," ben bunu yemem,alacaksan o çocuğun elindekinden alıver.bu aldığın ona benzemiyor" demiş.
_Hayır! Şerrimden değil; adaletimden korkuyorlar, adaletimden!
Harikasınız.Kutlarım
Saygılar
Biraz afalladım..
Şehirde dondurma mı, köyde çobanlık mı..
Hangisi bize haslet, biz hangisine hasretiz..
Gerçekten afalaladım Muharrire..
Köy çıkışı, tren yokuşu, şehrin lambalarına bakışı..
Dönüp dolaşıp köyün burunlarda kokuşu..
..Ve beddua gibi ayrılık sızısını oğluna ifade buyuran çocuk Emine'ye Dede'nin, -belki de- ahına vuslat ayıran aile..
Haslet hasret, vuslat karışımı fevkalâde hissi bir gerçek hayat risalesi..
İyi ki şu yöne bak! talimatı aldık..
Hülyalara daldık..
Selâm ve dualar Emine Hanım!
Anneeee, ben o kirazlardan istiyorummm!
beni o küçük kizlarin hikayayeleri hep çok duygulandirir. Annem 75 yasina geldiginde bana demistiki " ben biliyormusun hala, babamin yanagindan optugumde sakallari sanki hala yanagimi gidikliyor gibi geliyor". Annem 15 yasinda gelin olmus bir yörüktü. Bi de ben 1.5 yasinda iken babam ölmüs, annem uzun sure kizdi, bagirdi, çagirdi. Ben halen ona " baslik parani biriktiriyormusun, 15000 dolara sana koca buldum" diye takilirim halen. yeni yeni o da bana" ihtiyacim yok oglum, baban orada bekliyor beni" der bana.
Küçük kizlarin hayati algilamasi bende hala bir sihirdir.
Oyleki insanin içi yirtilirken, muziplik yapmak ister sanki..
uzun oldu. sey diyecektim
çok guzel, bu ruh haliniz ne kadar guzel.
ama yazmayi unuttum
:)
Çocukluk hayalleri çok önemlidir dost, insanı yeri gelir bir kahraman yapar yeri gelir dünyanın sahbi. Vizyon sahibidir çocukluk hayalleri, düşlenemeyeni gerçekleştirmekten geçer bu hayaller ama ne yazıkki bedenler büyüdükçe ölür o hayaller inşallah içimizdeki çocukluk hayalleri hep yaşar bu çocukluk hayallerini filizlendiren yazınız için çok teşekkürler, kaleminiz daim olsun, iyi geceler.
Ben çok seviniyordum; nasıldır bu Manisa dedikleri yer. Acaba; gökyüzünde büyük bir kubbe varda, güneşten yanmıyorlar, yağmurdan ıslanmıyorlar, rüzgar da savurmuyordur orada yaşayanları.
sevgili şaiirim çocukluk hayaliniz ne kadar güzel o küçük kalbiniz ne kadar fartlı görmüş şehri tebrik ediyorum gönül dostu kaleminiz daim olsun