En Büyük Tehdit Milliyetçilik 10
1- TÜRKİYE VE AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERDE İNSAN
Az gelişmiş ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde basın yayın, gazeteci, televizyoncu ve politikacılar: toplumun içine düştüğü veya düşürüldüğü bu milliyetçilik paranoyasıyla yüzleşmesini sağlamak yerine, damardan girip popülist duyguları besleyerek, bu saralı durumu oya, reytinge, tiraja ve kişisel çıkarlara çevirebilme telaşı içinde çırpındıkça, toplum da tetikçilerin, cinayetlerin ve bunları kullanarak bir yerlere gelmek isteyen gurupların zemini haline getirilmektedir. Milliyetçilik adeta gübrelenerek, ilaçlanıp hormonlaşarak geliştirilmektedir.
Çünkü az gelişmiş ülke insanı düşünerek hareket etmez. Duyduklarını ve gördüklerini çoğu kez düşünüp yargılayamadan; ya öylece kabul eder, ya da reddeder. Yargılasa bile, kültür ve ezberci eğitim sistemiyle hafızasına yerleştirilmiş olan belli kalıpların dışına çıkamaz.
Çünkü bizim kültürümüzde ve eğitim sistemimizde düşünmeye, araştırmaya, incelemeye yer verilmediği gibi, ezberci eğitim sistemiyle de bu yetiler tamamen köreltilmekte ve insanlar belli birkaç şeye göre şartlandırılmaktadır.
Bu yüzden içine biraz kutsallık, insanüstülük, biraz milliyetçilik ya da birazcık hamaset karıştırılmış her türlü saçmalık ve sapıklık, az gelişmiş ülkelerde büyük taraftar kitleleri bulabilmektedir.
Ve bunun doğrusunu anlatmak, bir akıl ve mantık çalışması gerektirdiğinden, yani düşünmeyi gerektirdiğinden, düşünme özürlü bir toplumda artık hatadan geri dönüş de, olanaksız hale gelmektedir.
Düşünmek yerine dayatılmış kalıpları, şartlanmışlığı; akıl yerine kurnazlığı, hoşgörü yerine çatışmayı uzlaşmazlığı benimsemiş, ya da benimsetilmiş bir toplumda, basın yayın ve söz söyleme durumundakiler, bu yüzden çok dikkatli davranmak zorundadırlar.
Çünkü kültür ve eğitim sistemi, düşünmeye ve akla kapalı olan toplumların, bu tür hatalardan dönme olasılığı yok gibidir. O yüzden boş tartışmalar döner döner tekrar önünüze gelir.
Kültürün, bireyin özel hayatı dışında kalan ve toplumsal alanı direkt ilgilendiren sahaları, yasalarla düzenlenmiş ve eğitim sistemi vatandaşının beynini açmaya, çalıştırmaya, araştırmaya ve onu bağımsızlaştırmaya yönelik batı kültürünün egemen olduğu toplumlarda, yanlış şeyler söylense ve yanlışlar yapılsa da insanların araştırma, düşünme ve yargılama yeteneği gelişmiş olduğundan, büyük sorunlarla karşılaşılmaz.
Ayrıca hata yapan kasıtlı bile olsa, görüşüne istediği tepkiler gelmeyince, özür dileyip, bundan geri de dönebilir. Kimse yanlışta ısrar edemez ve toplum da bunu anlar ve kabul eder.
Örneğin George W. Bush Toplumun tasvip etmediği gençlik hayatı ve valilik dönemi için özür dilemiş, halk da kendini başkan seçmiş, fakat Irak politikasını kuşkuyla karşılamıştır.
Bush ise, Irak Savaşının nedenleri konusunda yanıldığını, Irak’da nükleer silah bulunamadığını kabul etmiş, fakat artık dönülmez bir noktaya gelindiği için ve durumu düzeltmek için tekrar destek istemiş, bu destek de kendisine verilmiştir.
Ancak, buna rağmen başarısız olunca da destek çekilmiştir. Görüldüğü gibi bunların hepsi de toplumun ve yöneticinin sağduyulu ve düşünerek birbirini anlamaya çalıştığını gösterir.
Aynı şeylerin bir de az gelişmiş ülkelerde olduğunu düşünelim. Örneğin bir lider geçmişteki hatalarını açıklayıp özür dilese affedilebilir miydi?
Gerçi bizde ve az gelişmişlerde kimse kendini hatalı görüp özür dilemez. Suçüstü yakalansa bile: komplo, tuzak vs. der; inkâra sarılır. Ve taraftarları da onun her hatasını ve her inkârını kabule hazırdır. İtiraz edenler partiden, örgütten veya gruptan atılır.
Ama ola ki, hani derse birisi, elbette affederdik; fakat bizdense. Asla affetmezdik rakip görüştense. Yani bizde ikisi de olabilir ama düşünerek ve sağduyumuza dayanarak değil. Duygusal ve şartlanmışlık durumumuza göredir.
Demokrasi kültürünün, uzlaşma kültürünün, insan haklarının, vicdan özgürlüğünün bulunmadığı ya da baskı altında tutulduğu, dayatılmış bir laiklik dışında içi boş bir cumhuriyetin ve insanların beynini körelten ezberci eğitim sisteminin egemen olduğu bir toplumda, bunların yaşanması elbette ki yadırganamaz.
Ve az gelişmiş ülkelerin çoğunda ise bunların kırıntıları bile yoktur. Bu yüzden yaşananlar mevcut şartların doğal sonucudur.
Bunları az gelişmiş ülke insanlarını ve Türk milletini yermek, aşağılamak, dünya sıralamasında sonlarda kalışımızın sorumluluğunu millete yıkmak, Türk Milletini iflah olmaz ve yeteneksiz göstermek için yazmıyorum.
Aslında Türk milletinin ve diğer azgelişmiş ülke insanlarının, kaçak veya işçi olarak gittikleri, iyi yönetilen çağdaş ülkelerde ne kadar başarılı oldukları ortadadır. Aslında az gelişmiş ülke insanının, içinde bulunduğu zor koşullarda, mevcut yönetimlerle hayatı sürdürebilmesi bile büyük bir mucizedir.
Örneğin Türk milletinin, doğru yönetim ve yöneticilerle dünyada olması olanaksız olayları olur kıldığını tüm dünya bilir. 1919’un şartlarında, Türk Milletinin Kurtuluş Savaşında gösterdiği başarıyı kim küçümseyebilir. Dünyada aynı değerde kaç tane başarı örneği gösterilebilir?
1930’lu yıllarda yine Türk milleti dünyada en hızlı ekonomik gelişmeyi sağlamıştır. 1923 ile 1930 arasında yedi yıla onca devrimi sığdırıp, altı yüz yıllık bir sistemi kökten değiştirerek, yerine çok yeni ve çok farklı bir sistemi oturtabilmiştir.
Bu yüzden burada benim itirazım insanlara değil; insanları bu hale getiren ve tüm çıkarlarını korumak ve hatalarını kapatmak için milliyetçiliği kullanan yönetimleredir; devletleredir.
Kötülüğün kaynağı devletlerdir. Yönetenler iyi niyetli olsa, milliyetçilik gibi çok hassas ve çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek kavramları, çıkarları için olur olmaz yerlerde, hiçbir risk hesabı yapmaksızın, birbirlerini karalamak ve avantaj sağlamak için kullanmazlardı.
Fakat ne yazık ki tüm azgelişmişlerde, her türlü yolsuzluk ve çıkar amaçlı tuzaklar, kişisel ihtiraslar için, en basit ve en etkili araç milliyetçilik olmaktadır.