- 1005 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Anılarım canlandı yine...
Ben…
Şirin Trabzon ilimizin dost kokulu mahallesi Faroz’da dünyaya geldim…
Küçüklüğümüzün; o hayal meyal hatıralara konu olan güzelliklerini anımsadıkça yüreğimde bir yangının acısını hissediyorum… Gözlerim belli belirsiz bir hüznün odaklandığı yerlere dönüşüyor…
Evimiz; Karadeniz’in o zamanlar masmavi, berrak mı berrak sularının yıkadığı sahile yaklaşık 60 metre kadar uzaklıkta idi… Sadece Devlet Sahil Yolu vardı dalgaların köpük köpük öldüğü çakıl-kum karışımı sahil şeridi ile aramızda…
Mübalağasız söylüyorum; sabah 09:00 akşam 18:00 arası minicik bedenimize aldığımız tek gıda yarım ekmek ile 1 adet salatalık ve 1 adet domates olurdu… Tüm arkadaşlarımız Haziran başından itibaren koyu bir deriye sahip olurdu, sahilde güneşin altında canlı canlı ve seve seve yanarken…
O günlerde; inanılmaz bir şeyler olurdu… Hırçın Karadeniz’in pek nadiren çarşaf gibi olduğu zaman denize girenlerden daha fazla insan, sert ve koca koca dalgaların sahil şeklini değiştirdiği zamanlarda VİYA koşardı… Şimdiki Amerikan gençlerinin dalgalarda ayakta gittiği gibi bizler elimizdeki derme çatma tahtalarla yatarak VİYA koşardık…Bu muazzam duyguyu hissetmeyen Faroz’lu olamazdı… Koca koca dalgaların kahverengiye döndürdüğü denizin içinde boğulma tehlikesi geçirdikten sonra dışarı çıkartılıp hayata döndürülen ağabeylerimizin, arkadaşlarımızın sırf VİYA koşmak uğruna canlarını tehlikeye atmalarını ve ölümle dalga geçercesine kayaların arasında zigzaglar çizerek delicesine naralar atmalarını nasıl özlemez Faroz ruhu taşıyan bu yürek?..
Kahverengiye dönen denizin hırçınlığıyla dalga geçen gençlerin; ölüme meydan okurcasına yaşadıkları çılgınları şimdi nemli gözlerle hatıralarımda canlandırırken aklıma birden bire, muazzam uçurtmalar yapan ortanca dayımın bana yaptığı bir uçurtma geldi… O zamanlar her ne mana taşıyorsa artık TABAKLI dediğimiz altıgen uçurtmalarımızı kalın misina telleri ile havalandırıp rüzgarın insafına terk etmemiz ayrı bir güzellik teşkil ederdi…
Bir gün; aklıma nereden esti ise uçurtmamın tam göğsüne karşıdan karşıya bir ip gerdim ve ipin üzerine yuvarlak yuvarlak kestiğim kağıtlardan kulaklar yaptım…İkiye katladım ipin üzerinde o yuvarlak kağıtları… Ve mükemmel bir rüzgarın esintisine terk ettim… Oldukça uzun olan misinamı da sonuna kadar salıverdim bordo-mavi uçurtmamın peşisıra… Uçurtmam tam Nümune Hastanesinin bahçesinin üzerinde nazlı bir gelin gibi salına salına masmavi gökyüzünde süzülürken; o taktığım kulakçıkların uçurtmamın göğsüne rüzgarın etkisi ile vurmalarından çıkan patırtılardan insanlar rahatsız olmuşlar:)) Yalnız; ben uçurtmamı bahçemizdeki incir ağacının kalın bir dalına sıkı sıkıya bağlamış ve annemin isteklerini almak için bakkala gitmiştim… Bu arada çocukluk gereği uçurtmayı unuttum haliyle… Bir amca geldi bakkala… “Bu uçurtma kimindir Ali efendi” dedi…Benim olduğunu biliyor bakkal Ali amca, ancak “hayırdır, ne oldu ki, neden sordun” dedi o gelen amcaya…”Yahu kardeşim 1 saattir hastanenin tepesinde patırtılar kopuyor, biz hastanenin damına kediler var sanıyorduk…Aklımıza gelmedi ki bir uçurtmadan bu kadar ses çıkacağı… Fesuphanallah” dedi… Şimdi rahmet-i Rahman’a kavuşan Ali amca “tamam kardeşim, ben sahibini bulur söylerim. Sen gidebilirsin” dedi…
O amca gittikten sonra bana döndü “ulen kerata, yine ne icat ettin bakalım” dedi.. “Ne yaptın o uçurtmaya ha?”… Benim daha önce bir akşam vakti; 4 adet pile 8-10 lamba bağlayıp uçurtmama yerleştirdikten sonra havaya saldığımı bilen Ali amca bana mucit derdi.:))
Ben korkudan bir şey söyleyemeden hemen eve geldim ve uçurtmamı apar topar indirip evin kömürlüğüne yerleştirdim… O güzelim uçurtma mevsiminde de hiç elimi sürmedim.:)))
Şimdi; ne zaman denizi dalgalı görsem aklıma VİYA koşmanın muhteşem güzellikleri takılır ve gözümde eski hatıralar flu bir resim olup canlanırken, her mayıs ayında esmeye başlayan uçurtma rüzgarlarında yüreğim pırpır eder durur; tıpkı Nümune Hastanesini ayağa kaldıran o uçurtmamın göğsüne yerleştirdiğim kulakçıklar gibi…
Her bahar gelişinde o güzelim rüzgarlar; sadece ağaçları canlandırmaya değil, bendeki eskiye özlemin hüzünlü duruşlarına yeni duruşlar ekler… Ne yazık ki; eskinin o siyah-beyaz resimleri şimdiki renkli ancak sevgiden yoksun resimlerinden binlerce kez daha değerlenerek her gelen bahar rüzgarında içimize kor ateşler gibi eklenir durur…
Metin KayaİLHAN
TRABZON
YORUMLAR
Yenicumâ'da biz adını "tabak uçurtması" diye söylerdik...
Trabzon'da en büyük tabak uçurtmasını, bizim mahallede, Yağlıboyacı Gıdak yapardı.
Boztepe'de uçurttuğu uçurtması, Kindinar(Bahçecik) üzerinde uçardı. 4-5 dev kelep mitar(gırnap) teli vardı...
15- 20 çocuk birlikte çıkardık Boztepe'ye... Kızlar Manastırının üstteki düzlükten uçururdu daimâ... rüzgârın yönünü bilerek, ikindiye doğru çıkardı yola.
Gıdak uçurtmasını uçurduğu vakit, uçurtma mevsimi geldi derdik.
Epeyce uzun boylu ve zayıfça bir bedeni vardı... çocukları ve çocuklar da o'nu çok severdi(eşi de- rahmetliler).
Birkaçyüz metre güneyde de olsam, Faroz yalısının rüzgârı ile 42 (11.12.1973) sene aralıksız nefeslendim ve nefeslenmeye devam ediyorum... iyod kokusu ile aramda, oturduğum yerden bir metre mesafede, pencere yanındayım...
Sağolasın...
/
Fotoğrafıma...
Gözler Beşirli Koy’da, burun ucum Yoroz’da,
Şükrü'nün Ahmet ile viya kaydık Faroz’da,
Sebzeyle Hamsi yeri, ismi meşhûr Moloz’da,
Futbol altın yumurta, Fâtih burnu horozda!.
kadiryeter Kadir Yeter. 03.12.2015 TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/siir/974176/fotografima---
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=44339
Metin KayaİLHAN TRABZON