- 470 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK-32
O sırada silahını çıkarmış , Ahmet Astsubaya doğrultmuş ve öylece bakıyordu.Olduğu yerde hiç kımıldamıyordu. Ağanın yanında bulunan diğer adamları ve kurye de etkisiz hale getirilmişti. Salim Ağa, polisler tarafından silahı bırakması için yapılan anonsları duymuyor gibiydi sanki. Bütün dikkatini Ahmet Astsubaya dikmiş, etrafındaki seslere bütün duyularını kapatmıştı. Ahmet Astsubay ise soğukkanlılığını muhafaza ederek hiç kımıldamadan ona bakıyor ve sadece gözlerinin içine bakıyordu. Bakışlarında, Ağa’ ya “ Korkmuyorum senden ! Haydi çek silahını, başladığın işi bitir. “ der gibi bir bakış mevcuttu.
O sırada, polislerden bir tanesi sessizce arkasından Ağa’ ya yaklaşarak silahı kafasına dayadı. Ağa , ne olduğunu anlayamamış, ensesinde soğuk demiri hissedince, blöfünün işe yaramadığını idrak edebilmişti.Polis memurunun dikkatsizliğini fırsat bilen Salim Ağa elinden bırakmadığı silahı, kendi kafasına dayayarak tetiği çekmesiyle, kör karanlığı, kulaları sağır eden, silah sesi delerek geçti. Ağa yerde kanlar içinde yatıyor ve son nefesini veriyordu. Gözleri ise hala Ahmet Astsubaya “ Beni yakalayamadınız işte “ dercesine sabit kalmış ve polislerin ona yaklaştığında ruhu, bedenini terk etmişti. O, ondan beklenmeyen bir hareket ile gururunu kurtarmak için kendi hayatına son vermişti.
Ahmet Astsubay ise bu hazin sonu şaşkınlıkla seyretmişti. İntihar, ona göre zayıflıktı. Hiçbir canlı, kendi canını , ne uğurda olursa olsun son vermemeliydi. Ağa için ise onurunu kurtarmak için bir yol gibi gelmiş olmalıydı.
Ağa’ nın adamları ve kurye araçlara bindirildi. Deliller toplandı. Savcı telefon ile aranarak, gelmesini beklemeye başladılar. Aradan, kırk beş dakika geçmişti ki savcı olay yerine geldi. Olay yeri görüntüleri alındıktan sonra, araçlardan birine alınan Ağa’ nın cansız cesedi ile birlikte vilayete doğru yol aldılar.
Ağa’ nın ölümü kısa zamanda köyünde de duyulmuş ve evindeki çığlıklar ovayı çınlatmaya başlamıştı. Sesi duyan köy ahalisi merakla evlerinden dışarıya fırlamış,ne olduğunu anlamak için köy alanına yakın olan Ağa’ nın konağına doğru gitmeye başlamışlardı. Ağanın hanımları dövünüyor, bir taraftan da ağıtlar yakıyorlardı. Ne olduğunu, neden olduğunu bilmeyen köy halkı ise sadece bakmakla yetiniyordu. Haberi getiren çoban Nizamettin’ in yüzü bembeyaz kesilmiş bir halde yere oturmuş, başını iki elinin arasına almış ve yere boş gözlerle bakıyordu.
O gece, otlattığı koyunlarını ağıla bıraktıktan sonra köydeki evine gidiyordu Nizamettin. Her zamankinden daha fazla otlatmıştı hayvanlarını o gün. Ağıla bıraktıktan sonra biraz dinlendi. Cigarasını keyiflice tüttürdükten sonra dönüş için yola koyulmuştu. Hava karardığı içinde, çok iyi bildiği yollarda, daha dikkatli yürümek için yavaş hareket etmişti. Tam olayın yakınına geldiğinde, Ağa ile adamlarını gördü karanlığın içinde. Karşılarında duran bir adama, ellerindeki valizi verdiklerini görünce meraklandı ve sessizce hareket ederek bir çalının arkasına gizlendi. O sırada da, baskın gerçekleşti. O kargaşada, korkudan sesini çıkarmadan olduğu yere çöktü ve oradan kurtulma planlarını yapmaya başlamıştı ki o, kulakları sağır eden silah sesini duydu. Korkudan yüzü bembeyaz kesilmiş, olduğu yere çişini koyuvermişti bile.
Orada bulunan görevlilerin, Ağa’ nın cesedinin etrafına toplanmasını fırsat bilerek, koşarak köye geldi ve hemen Ağa’ nın konağına girdi. Soluk soluğa girdiği konaktaki kâhyaya olan biteni bir çırpıda anlattı. Kâhya, duyduklarına inanamıyor ve tekrar tekrar soruyordu olanları. Olduğu yere çöktü. Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da bu haberi nasıl vereceğini tasarlıyordu kafasında. Biraz daha o şekilde kaldıktan sonra yerinden doğruldu ve ayaklarını sürüklercesine merdivenleri çıktı. İçeriye girdi ve girdiği anda karşısına çıkan Ağa’ nın genç karısı Dilan ile karşılaştı. Dilan, kahyanın yüzündeki ifadesinden kötü bir şey olduğunu anlamış ve meraklı gözlerle ona bakıyordu.
“Kahya! Ne oldu. ? Bir şey mi var. ? Nedir bu halin. ?”
“ Hanımım! Nasıl söylenir, nasıl anlatılır bilemiyorum. Ağam vurulmuş. “
“ Ne diyorsun sen Kahya ! Ne söylediğinin farkında mısın? Şaka mı yapıyorsun.? Olamaz böyle bir şey. Ağammmmmmmmmmmmmmm! Bırakma beniiiiiiiiiiiiiiii! Ölemezsin Ağammmmmmmmm! “
Dedikten sonra yere düştü ve bayıldı. Onun çığlıklarını duyan konakta kim varsa oraya toplandı. Haberi duyan ayakta duramıyor ve yere çöküyor, ağıtlar yakmaya başlıyordu.
O gece sabaha kadar konağın önü insanlarla doldu taştı. Çok fazla sevmedikleri halde, insanlar insani duygularla oraya gelmiş ve Ağa’ nın ailesine destek vermek için orada bekliyorlardı.
Sibel’ in içinde bir huzursuzluk vardı. Bu duyguyu hissettiğinde hep olumsuz bir olayla karşılaşırdı.Ağa ile konuşmasında, sevkiyatı yaptığında tekrar arayacağını söylemişti. Ama o kadar saat geçmesine rağmen aramamış ve Sibel’ i bu durum meraklandırmıştı. Elleri telefona birkaç kez gitti, geldi. Sonra da numaraları tuşladı. Evde olduğu zamanlar da pek aramaz, Ağa’ nın aramasını beklerdi. Üç karısının olduğunu bildiği için rahat yaşamının bu yüzden bozulmasını istemediğinden de bu konu üzerinde durmuyordu.
Telefon uzunca bir süre çalmasına rağmen açılmıyordu nedense. Tekrar arıyor, açılmadıkça daha çok merak ediyordu. Evin içinde bir o yana, bir bu yana hapishanede volta atan mahkumlar gibi gidip geliyordu. Son kez çaldırdığında, telefonda hiç tanımadığı bir erkeğin sesi ile karşılaştı. Bir anlık şaşkınlıktan sonra ,
“ Alo ! Kimsiniz ? Ben Salim Ağa’ yı aramıştım ? “
“ Ben narkotik polis memuru Serkan. Siz kimsiniz. “
“ ………………..”
“ Alo! Hanımefendi! Orada mısınız.? “
Uzun bir sessizlikten sonra ,
“Ben Sibel, Salim Ağanın bir arkadaşıyım. Salim Ağa nerede ? Görüşebilir miyim ? “
“Sibel Hanım, görüşemezsiniz maalesef. Telefonda söylenecek şey değil bu ama. Salim Ağa, bir baskın sırasında yakalanınca, intihar etti. “
Bu sözleri duyan Sibel’in elinden telefon yere düştü ve kendini olduğu yere bıraktı. Telefon açık kalmış ve telefonun ucundaki ses hala seslenmekteydi Sibel ‘ e.
Polis memuru Serkan, eline telefonu alarak komiserin odasına girdi. Durumu anlatarak, telefondaki numarayı tespit ettiler. Bağlantılar hakkında bir ipucu yakaladıklarını düşünmüşlerdi.
Sibel, kendine geldiğinde, telefon görüşmesini hatırladı ve karşısındaki duvara boş gözlerle bakmaya başladı. Sevmese de ona son zamanlarda sahip çıkan Salim Ağa da yoktu artık hayatta. Yine, kaldırımlar, ya da pavyonlar ona göz kırpıyor gibiydi. O hayattan kurtulduğu için şükretmiş, hapishanede gibi hissettiği bu ev bile cennet gibi gelmişti gözüne. Şimdi ise yapayalnız ve sığınacak bir limanı bile kalmamıştı. Uzun bir süre hıçkıra hıçkıra ağladı. Kabaydı, mabaydı ama ona güzel bir yaşam sunmuştu Salim Ağa. Odasına geçti. Yatağına attı kendini. Sabaha kadar ağladı, uyudu. Uyandı, ağladı. Ertesi gün öğleye doğru uyanabilmiş ve gecenin ona bıraktığı göz yaşları, gözlerini tanınmaz hale getirmişti. Kabul etmeliydi artık onun ölümünü. Dimdik ve güçlü olmalıydı.
Yüzünü yıkadı. Kahvaltısını yaptı ve kahvaltı masasında geleceğe dair planlar yapmaya başladı. Ağanın, ona verdiği paralar ile epey bir yatırım yaptığı aklına geldi. “O birikimle kendime bir dükkan açabilirim “ Dedi kendi kendine. Bu evde de kalamayacağı için, daha küçük bir eve yerleşecek, orda yaşayacaktı. Açlıktan ölmeye bile razı olacak, dönmeyecekti o kirli dünyaya.
Açtığı internet sayfalarında iş alanlarını araştırmaya başladı. Bir sayfaya gelince,
“ Tamam ! Buldum. Bu işi yapacağım. “
DEVAM EDECEK !