Evde Yokum
Biliyor musun ömrüm, tarihi eserler gibi yorgunum... Çakılı kaldığım kaderin bilmem kaçıncı sayfasına ayraçlar yerleştirip, derin nefes alabilmek için kilometresi binleri bulan yolculuklara çıkmam gerek diye düşünürdüm bir süre önce. Tenimde hayatın açtığı yaraların buram buram kan kokusuyla ‘kardeş, müsait bir yerde inecek var’ desem, uzaklaşmış mı olacaktım yaramı kanatan neşterlerden? Kaçabilecek miydim tam üzerine bastığım gerçeklerden? Sus dediğinde susmuyor ki gönlün titreyen telleri. Ve bir bilet atıp uğurlanmıyor ki yaşanmışlıklar, gözün gördüğü mesafelerin ötesine. İnsanların yüzlerine baktığımda, kaç kişiliğin ten rengini gölgelediğini anlayamayacak kadar profesyonel üretiliyor artık maskeler. Tanrım, bunca kalabalıkta beni yaralamayacak birileri var mıdır acaba? Varsa o maskeyi soyup, ışıldatır mısın yüzünü bana?
Telefonlar çalıyor, telesekreterim yorgun ‘o evde yok’ demekten. Oysa tam karşısında oturup, benim için endişelenenler için endişelenmekle meşgulüm. İnsanların bir kaçının benden önemli başka bir uğraşı olmaması ne garip... Gün akıp giderken ben, yaşadım varsayıyorum yaşamadığım günleri. Sözün bittiği yerde dimdik duruyor gecenin kasveti. Kapım çalınıyor evde yokum diye bağırıyorum, sanki kapıdaki beni duymuyormuş gibi... ‘Dikkat, bu evde ağır keder vardır’ yazıp assam, elini çeker mi insanlar kapı tokmaklarımdan? Demlediğim çayların içine fazladan bir şeker daha atıyorum, hayatın tatsızlığına çare olur diye. Bu şekerleri neden bu kadar tatsız yapıyorlar diye söylenirken fark ediyorum, ağzımın tadı yoksa şekerin suçu ne ki?
Yollara bakıp her giden otobüsün geri dönüşünü büyük bir hayal kırıklığıyla karşılıyorum. Her gidişin dönüşünün, o kaçıp saklandığım kendimle yüzleşmek olduğunu öğreneli çok oldu. Sanki seni beklermişçesine daha ilk köşeyi döndüğünde bir duvarın arkasından ‘sobe, buldum işte seni’ diyerek bana doğru koşuyor gerçeklerim. Ne zaman bir yolculuk yapsam, camında ki yansımadan okuyorum aklımdan geçenleri. Yüzüm arabanın camlarında süratle akıp giderken bir bir yitiriyorum geride kendimi bırakmış olabilme inancını. Sonunda, asıl çözümün şehirler arası kaçışlarda değil de, kendime dönüp yüzleşmekte olduğunu anlıyorum.
‘Hey bu gece kahveler benden, hadi otur bakalım ne derdin var anlat. Söz sen susana kadar dinleyecek ve sen sustuğunda ben bir daha hiç susmayacağım’ diyor yürek. Ve sanırım bu gece olmasa bile bir gece mutlaka onu dinlemek gerek...
Elif SEZGİN
YORUMLAR
Hepimizi anlatmışsınız sevgili Mina.Ben de evde olmuyorum çoğu zaman.Telefonları duymuyorum.Kalabalık yalnızlıklardan yoruldum.Başkalarını düşünmekten yoruldum.Ya da yorulduk.Kendimizle yüzleşsekte,maskeli yüzlerle yüzleşemiyoruz.Mükemmel değiliz,biliyorum.Ama biraz içtenlik...Aradığımız bu olsa gerek.Sevgimle.Yazınız çok samimiydi.Kendimi görebileceğim kadar.
çok güzeldi.yüreğinize sağlık... tekilleşmeyen yaşamda çoğu kalın..
İnsan olamıyor bazen olsa da evde.
Bu evde olmanın, evde olmamanın, yanlızlığın, birlikteliğin anlamları bir kez daha gözden geçirilip yazılmalı sözlüklere ve terimler sözlüğüne.
Aynı zamanda hem varsınız evde hem yoksunuz Einstein'in görecilik kuramı gibi. Veya ruhunuz çöllerdedir bedeniniz evde.
Bazen yalnız kalmak istediğiniz anlarda sizi çok seven veya saydığınız birisini bile incitmek çok kolay olur. Yalnızlığın diğer anlamı da bedenizin bir yere yığılıp ruhunuzu şiddetle göç etme eğilimidir sevdiğinize doğru.
kalabalıklar içinde yalnızlık başka nasıl açıklanabilir ki
yüreğinize sağlık
birşeyler karaladım ama sadece evde olup da aslında evde olmayanlar anlar
sevgi ve hürmetlerimle