- 1321 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gönül Köprüsü
On yedi Haziran iki bin sekiz. On yedisinde yağız bir delikanlıydın. Karaağaç sahilinde vefa gemisine binip gittin aramızdan zamansız, sessiz. Gönül Köprüsü kurmak için en büyük fedakârlığı yaptın. Bu uğurda gözünü kırpmadan canını feda ettin. Ömrünün baharında, ansızın veda ettin.
O pak çehren sadece körfezin ak köpüklü tuzlu sularında değil, gözyaşı selimizde oldu apak. Bir tohum gibi sığınırken toprağın bağrına, binlerce dirilmelere oldun şafak. Yıllarca yeşertilmeye çalışılan nifak tohumlarına inat, oldun yedi veren başak…
Ayrı kültür, ayrı yaşam, ayrı renk, gökkuşağında birleşti. İskenderun Körfezi’nden, Iğdır Ovası’na köprü olup yerleşti. Ve sen yiğidim! Gönüller arasında bedenini çelik halat gibi gerdin. Çelikten de sağlam yüreğini ortaya koydun. Hâlâ bıraktığın çizgide duran öğretmenine son dersi böylece verdin. Bizler senin semavi ufuklarda dolaşan ütopyalarına ulaşmak için hayatımızı formatlayamadık. Rahata dil beste olduk. Sınıflarımızda hâlâ “yaşatmak için yaşamalı.” felsefesini dilimize dolayıp duruyoruz. Oysa sen, “yaşatmak için, gerekirse ölmeli!” vizyonunu kendine şiar edinmişsin de biz idrak edememişiz. Kısacık ömrünün karelerine sığdırdığın fedakârlıklarının yanında, çabalarımız serçe çırpınışındaki çocuklar gibi kaldı. Sen ise Anka Kuşu gibi aşılması zor dağları aştın. Nurdan haleler gibi yükselen ruhunun yanında, Amanos Dağları enginde kaldı.
Baban Uğur’un, annen Mine’nin gözlerinde belki yaştın; onurdan ızdırabları sükûta daldı. Anadolu Lisesi onuncu sınıfında, dünyalık sınavlara duçar olduğunda; hayallerini uzak diyarlara devşireceğini nerden bilebilirdin? Hâlbuki daha ilkokulda ileride doktor olacağını söylerdin. Doğudaki biçare kardeşlerimizin yarasına merhem olmak isterdin.
Hayallerin burada yarım kaldı. Ruhun Firdevs’in zümrüt yamaçlarında dolaşırken; adın doğudaki kardeşlerinin kalplerine nakış nakış işlendi. Yüreğimizin bamtelini öyle bir titrettin ki, gönül gözümüz ardına kadar açıldı. Etrafımıza ümit tomurcukları ile neşideler saçıldı. Geleceğin nesillerini kendi ruh dinamiklerimize bağlı olarak yetiştirmek için, daha da yüreklendik. Biz zaten ezelden beri aynı kulvarda, birdik. Ayrılıklar üzerine oynanan oyunlara gün oldu kandık; ama doğrulup çarçabuk gafletten uyandık.
Millet olarak daha çok kenetlenmek için, eğitim alanında da harekete geçildi. Başlatılan proje kapsamında üç yüz on üç öğrenci, Iğdır’dan kalkıp on beş Haziranda Hatay’ın Kırıkhan ilçesine gelmişti. Mihmandar aile olarak doğudan gelen öğrencilerden Anıl’ı misafir etmiştin. Hiç denizi görmemişti Anıl. Televizyonlardan, kitaplardan tanıdığı derya, sanal mıydı sanal. Denizde yüzmek O’nun için hayal miydi, hayal. İçini kurt gibi kemiren deniz tutkusu karşısında, dilin olmuştu lâl. Kırk kilometre ötedeki plajlara sen de yabancıydın her hal. Topu topu birkaç kez uğramıştın. Yüzme öğrenecek imkânı bile bulamamıştın.
Misafirinin içinde bir ukde kalmasın diye, memur babandan aldığın harçlıkla yola koyuldunuz. Diğer okullardan katılan arkadaşlar ile birlikte sekiz kişi oldunuz. Öğlene doğru Karaağaç Sahiline vardınız.
Akdeniz coşmuş, kayaları döven dalgaları azgındı. Yelesi lodosta savrulan küheylanlar gibi hırçındı. Raks eden yakamozların kamaştırdığı gözler süzgündü. Kanları kaynayan çocuklar bu manzara karşısında üzgündü. Buraya kadar gelmişken, olur mu denize girmemek? Boşa giderdi bunca yol, bunca emek.
Deniz cezp etmişti gençleri, demir tozlarını çeken mıknatıs gibi. Az sonra atladılar suya, açıldıkça boyladılar dibi. Yüzme bilenler dalgaların pençesinden sıyrılırken; Iğdırlı Anıl, yalpalıyordu alabora olan bir tekne gibi. Sen ise her zamanki asude duruşunla sabretmiş hemen suya dalmamıştın. Sınıfta bile doğruluğuna emin olmadan, sorulara cevap vermek için parmak kaldırmazdın. Şimdi durum farklıydı. Ortada hayatı tehlikede olan, sana emanet bir candı. Düşünecek ne vaktin, ne de hâlin vardı. Etrafı bağrışma, imdat sesleri sardı. Ahde vefa yüreğinde, arkadaşın en değerli yârdi. Uğruna canını adayacak gün ve andı. Etraftakiler, seni de seyirci kalacak sandı. Metanetle atıldın dalgaların koynuna. Arkadaşını çekip, yükledin boynuna. O, çıkarken zar zor kıyıya, ölüm meleği seni kanatlarına takıp, uçurdu ebediyet ufuklarına. Gökleri yırtan martı çığlıkları, gözyaşı ile ıslandı.
Bu sonbahar, sarışın bir hüzünle yüklenmiş Eylül. Çiseleyen her yağmur, hüzzamlı bülbül. Rüzgâr depreştikçe, savrulur yaprak. Kuruyan her yaprak, ruhumda firak. Yeniden ziller çalıyor, yeniden. Bu güz, okul sessiz bir durak. Unutulmayı bir yana bırak; sevgin gönül burcumuza dikili sancak. Bu sancak, hep şerefle dalgalanacak…
Okulun çatısındaki kumrular bu yıl daha mahzun duruyorlar. Hâlbuki pike yaparak her sabah seni karşıladıklarında, derse daha mutlu girerdin. Oturduğun sıran öksüz, arkadaşların sensiz; son sınıfı okuyorlar. Sen ise erdemlik sınıfında doktoranı çoktan tamamladın. Semavi nefeslerle efsunlu ruhuna, huriler altın kâselerde bade sunuyorlar.
Ey yüreğini dünyaya dair emele değil, ikbale ait meltemlere açan civanım! İki günde tanışıp kaynaştığı arkadaşı için, kendi nefsinden vazgeçme hamiyetini hangimiz gösterebilir? Seni öğrencilere örnek göstermekle bahtiyarım. Teveccühlerim sanadır. Kadirşinas bir ecdadın torunları böyle olmalı. Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışmasını sürekli körükleyen, iç ve dış mihraklara tokat gibi cevapsın. Hafakanlı günlerimiz, senin gibi civanmert gençlerin sayesinde gülistan olacak. Harabeler yeniden ümranlarla tüllenecek. Sinelerimiz şevkle, ümitle çarpacak. Sevgi, hoşgörü, kardeşlik sayesinde ufkumuzdaki hazan bulutları dağılacak.
Ey Haziranlarımı veda ayına çeviren hilâl perçemlim! Şakaklarıma beyaz bir tel daha düştü. Sevgi ve vefa mirasçılarından biri olarak verdiğin gurur, hicranımı bir nebze dindirdi. Böyle olmasaydı, sevdiklerin özellikle de annen; senin için düzenlenen törenlerde kendinden geçip, ayıldığında bir daha tutunabilir miydi hayatın dallarına? Kolu kanadı senle beraber düşmemiş miydi yanlarına? Oturduğunuz okul lojmanı, kendisine daha bir dar gelmemiş miydi?
Milli Eğitim Bakanımız, gözü yaşlı babanı arayarak: “Eğitim şehidi evladımızın ismini Kırıkhan’da bir okula vereceğiz.” diyordu. Yüreğine kor ateşler düşen babanın tarumar yüreği onure olmuştu. Bir gurup vakti göçüp gittiğinden beri, gözlerinin feri kaçmıştı. Bu sefer de kıvançtan gözlerinden inciler dökülmemiş miydi?
Ve bakan sözünü tuttu. On Eylül iki bin sekizde, düzenlenen bir törenle ismin ilköğretimini tamamladığın Belediye İlköğretim Okulu’na verildi. Tabelada mavi zemin üzerine siyah renkli dev puntolarla adın yazılmıştı. Sanki mavi fon Akdeniz’i, siyah harfler de Karaağaç’ı temsil ediyordu. Tabelaya vuran güneş ışınları etrafa sırmalar saçıyordu. Minik gagalarında ıslak hüzünleri taşıyan martılar yoktu. Fakat etrafta cıvıldaşan çocuklar çoktu. İmrenerek bakıyorlardı ismine ve koridor girişine asılan resmine. Okul kapısından giren herkese gülümsüyordun tüm asaletinle. Bu okulda okuyan her çocuk ve çalışan her personel, seni sadece şeref köşesinden tanımayacak; kalplerinin en özel köşelerinde yaşatacaklardır.
Ey yüreği sevgiyle ıtırlı fazilet abidesi! Sizin gibi er oğlu erlere çok ihtiyacımız var. Boğulma anında kurtarmak yerine, sizi cep kameralarına çeken sığ yürekli yığınlar istemiyoruz. Gönlü hasbi ve harbi nağmelerle çağlayan, irfanlı nesiller en büyük muradımız. Hüzün bulutları, karabasanlar, artık kaderimiz olmasın. Rüyalarımız yeniden sümbüllensin. Çağdaş medeniyetler gıpta ile baksın. Önümüzde diz dursun yirmi birinci asır.
Şimdi ayaklarına hasırdır gök kubbe. Samanyolunda hangi yıldızsın söyle? Destanını bir de benden dinlesin dolunaylar. Yüreğim ilhamlı, gecenin yarısında iki pare. Yokluğun bağrımda yare. Vuslatın ise derdime çare. Ne kadar hislensem, başucunda yosun tutmuş dikili taşlar kadar mı hisliyim?
Gönül köprüsünün ikinci ayağı olan Iğdır’daki bir okula da ismin verildi. Oradaki kardeşlerinin de şükran ve duaları seninle. Ve biz öğretmenlerin, karakterinin bu denli basiretli olmasında ufak bir payeye sahipsek, ne mutlu bize. Hakkımız annenin ak sütü gibi helâldir sana. Öte âlemde şefaatçi ol bize.
Kırıkhan Yeni Mezarlığı’nda mermere yansıyor her gece nurun. Bu diyar şehit diyarı, durun! Yanı başında uyumakta nice kutlular. Hiç biri dönmedi geriye, huzurlu ve mutlular. Cânân’a varmada seni komşu kılmışlar. Kalbim sana meftun, “MUMAMMET ÇALIŞLAR.”
Muhittin ALACA
YORUMLAR
Allah rahmet eylesin ne güzel arkasından böyle anılmak bende 26 yaşında üstğm doktor oğlumu trafik kazasında kaybettim yavrumda van - ercişi çekmişti kurada ....ilk tayin yerinin heyecanı ile yaşarken izmire kızkardeşine giderken kaza yaptım mekanları cennet olsun .....yazınız çok güzeldi elinize sağlık meslektaşım