SEVGİ ÇİÇEĞİNE GEBE TOMURCUKLAR
Ebedi gerçeklerin mayalandığı aylar vardır. Yine ebedi gerçeklerin yoğunlaştığı geceler vardır. Ve yine ebedi gerçeklerin sırlara karıştığı gecelerde an’lar vardır. Yürek prizmasından geçen sevgi ışıklarının aşk çırasına dönüşmesinin yaşandığı masal ötesi zamanlar vardır.
Bu an’ları ve zamanları; dağ doruklarında karpuz çatlatan pınarlardan, avucunun içine aldıkları bir avuç su gibi yüzüne çalan ve içini serinleten insanlar gibi kullanabilen sevgi kaptanları vardır. Göz kadehlerine sevgiyi doldurup, gülümsemelerine ışık yükleyerek, aydınlatan parıltılara yoldaş yapıp sözlere sihir yükleyen harika insanlar vardır.
Böylesi sevginin özünde dizilenlerin yanında, sevginin sözünde süzülenler vardır. Sevginin odağına doluşanlar yanında, sevginin etrafında dolaşanlar; sevginin özüne bulaşanlar yanında, sevginin sözüne ulaşanlar vardır.
Sevgide öze kilitlenenlerle sevgiyi sözle kirletenler arasındaki farkı bir “sevgi çağlayanı”ndan fark ettirmesini istemişler. Hayatla göz arasına, gözle sevgi arasına girmiş engelleri; duvarsa yıkmasını, gözbağıysa sökmesini, perdeyse yırtmasını bilen bu sıra dışı insan, “sevgi kaşıkları” getirmelerini istemiş dilek sahiplerinden. Hayret bakışlarının yoğunluğunda “Sevgi kaşıkları”nın ne olduğunu da açıklamış: Bir metre uzunluğunda sapı olan sıradan yemek kaşıkları.
“Sevgi sezgisi platformu”nun kurulduğu alana insanlar doluşmuş. Bir heyecan fırtınası oluşmuş. “Sevgi kaşıkları”nın ellerine verileceği ve karşılıklı insanların oturacağı bir sofra kurulmuş. Bu sofraya aç olan bir gurup insanı “sevgi çağlayanı” kişi almış, ortaya da büyükçe bir tabakta nefis bir çorba koymuş. Şartı; kısa bir sürede “sevgi kaşıkları”nın ucundan tutarak çorbayı içmeleri. Çorbayı içtikleri takdirde ondan çok daha nefis diğer yemeklerin arkasından geleceği, içemezlerse diğer yemeklerin gelmeyeceği…
Görünüşte basit bu kuralı hemencecik aşacakları umuduyla çorba içmeye koyulanlar tahmin etmedikleri bir zorlukla karşılaşmışlar. Ucundan tuttukları bir metre sapındaki “sevgi kaşıkları”nı bir türlü kendi ağızlarına götürerek çorbayı içemiyorlar. Kendilerine tanınan süre zarfında çorbayı içemedikleri için canları sıkkın ve karınları aç bir şekilde sofradan kalkmışlar.
İkinci gurup kişiler sofraya oturmuşlar. Aynı şartlar kendilerine hatırlatılmış. Bu kişiler; şöyle bir manzaraya bakmışlar, karşılıklı birbirlerini süzmüşler ve kendi ağızlarına götürme imkânı olmayan “sevgi kaşıkları”yla, karşı karşıya oturanlar birbirlerinin ağzına çorba vermişler. Tanınan süreden daha kısa zamanda çorbayı bitirmiş ve sonrasında gelen çok daha nefis yemekleri yiyerek sofradan kalkmışlar.
Aynı şartlarda üçüncü gurup sofraya alınmış. Bu kişiler, birinci gurup karmaşasını çok kısa bir süre yaşamışlar. Ancak aralarında karşılıklı oturmuş iki kişinin “sevgi kaşığı”yla birbirlerini doyurduklarını görünce, çözümü bulmuşlar ve bu gurupta o iki kişi sayesinde güzelce karınlarını doyurmuşlar.
“Sevgi sezgisi platformunu” kuran, üç gurup insanı “sevgi kaşıkları” deneyiminden geçiren “sevgi çağlayanı”na dönmüş bütün bakışlar ve nefesler kesilmiş. Alanı dolduranlar dikkat kesilmişler. Anlatmaya başlamış “sevgi çağlayanı”:
“Sofraya oturan ve sofradan aç kalkan birinci gurup insan; sevgi buhurdanından tütsülenemeyen ve sevgi yağmurunun hiçbir damlasının yüreğine düşmediği insanlardır. Bu kişiler; sevgi pınarının yıkayamadığı iç dünyalarının kirlenmiş açılımında “ben merkez” anlayışlarının kıskacında, paylaşımı bilmediklerinden temel hayat gereksinimi olan karınlarını bile doyuramazlar. Önlerinde duran nefis çorbayı dahi yiyememenin yengisini birbirlerine fatura ederek, açlık içgüdülerinin kendi açmazlarındaki labirentte boğuluşunu başkalarına hamlederek zamanlarını zehir ederler.
Sevgiyi özünden yakalamış ve gözlerinde ışıldatarak; kendilerini, hayatı, zamanı ve mekânı pırlantaya çeviren ikinci gurup insan ise, paylaşmanın hiç sönmeyecek ışıllığında kendileri de doydu. Arkadaşları da doydu. Arkadaşlık efkârının nefis çorba kokusunda eriyerek, dostluk azizliğinde korlandığını gördünüz. Bu korlanmanın sofra etrafından dekorlaşarak sevgiyle yüzlerine yansımasını ve içlerine ışık ışık dolmasını gördünüz. Sevgiyle aralarında engel koymayan bu insanların, karınlarını doyurmaya engel gibi görünen uzun saplı “sevgi kaşıkları” kullanarak, bir önceki gurubun kızgınlık deryasını, aksine sevgiye çağlayan yaparak sofrayı nasıl şölene çevirdiklerine tanık oldunuz. Sevgi çırasının paylaşma meltemiyle beslenerek kımıl kımıl seyredenlere bile haz vererek, çiçek bahçeleri dolusu huzur ve aşk şenliğine zemin hazırlaması bu insanların gönüllerinde mayalanır. Bu insanlarının yüzüne baktıkça, yüreklerin sevgi açlığı doyar. Sevgi paylaştıkça artan, paylaştıkça tatlanan, paylaştıkça katlanan bir hazinedir.
Üçüncü gurup ise, gördüğünüz gibi sevgi yaylası sakinlerinin paylaşım güzelliğini yansıtmalarıydı. İçlerinde ışıldayan sevgi ışığını etraflarındaki sofra sakinlerine ışıtarak onlara gövel bir açılım sunmalarıydı.”
Sevgi detayının “sevgi çağlayanı”nda böylece çerçevelenmesini görenler; farkı fark etmişler ve ona teşekkür etmişler.
“Aşk alevinin ışığı umut harıyla yandığında,
Zaman bir sis perdesi gibi incelir.
Gönül bir dehlize döner,
Kalp kelebeğinin atışlarında,
Canlı bir ezgiyle civit mavisi gök ritimlenir.”
An’ları ve yarınları sevgi çiçeğine gebe tomurcukları taşımanın mutluluğuna köprülük yapan dallara su vermenin hep eşiğinde olan sevgi insanlarının; ya dost çevresinde, ya içlerinde olmanın dışında alternatif kalmıyor değil mi?
S. Edip Yörükoğlu