- 828 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
yüreğimin dipnotları (4)
Gece gözlerinde üşüyordu kadının. Aklının yırtmacında bir yığın soru. Oturduğu koltuktan kalkmak gibi bir düşüncesi hiç yoktu. Oysa sabah işe gitmeliydi ve saat
02.45 i gösteriyordu. Miskince kalktı yerinden. Hiç acelesi yoktu. Televizyona yöneldi. Bu saatte neden seyredilecek bir program olmazdı ki. Bir küfür savurdu kanal sahiplerine ve öfkeyle televizyonu kapattı. Müzik dinlemekte karar kılmıştı. Bir ayrılık şarkısı olmalıydı. Canı yansın istiyordu şu anda. O acıyı hissetmeli , o acının dibine düşmeliydi sanki. Bu nasıl bir zihniyetti.
“ İnsan kendisine işkence yapar mı” diye geçirdi aklından. Oda yeterince loştu zaten. “bir mum” dedi
“bir mum yakmalıyım.” Derken, odanın her tarafı yanan mumlarla doldu bir anda. Çıldırmakta fonda bir şarkı..avaz avaz bağırıyor “je t’aime”
Hiç açılmamış bir bordo vardı kıyıda köşede bir yerlerde. Onu çıkardı ve iki de kadeh.
“neden iki” diye irkildi aniden. İstem dışı bir eylemdi bu. Anlayamamıştı. Oysa uzun zamandır yoktu ikinci kadehin sahibi. Çoktur yalnız içiyordu. Yani her şeyini yalnız yapıyordu artık. Aklına takılıverdi delice . Oysa hiçbir şeyi değiştirmemişti. Ama tek kişilik bir hayat yaşıyordu . Yatağında ikinci yastığın, banyoda ikinci fırçanın işi neydi ki.
“sabah ilk işim onları kaldırmak olacak” dedi kendi kendine. Daha detaylı düşününce uzun uzadıya bir temizlik yapması gerekiyordu. Hiç temizlik havasında değildi. Ona aitleri kaldırmak oldukça vaktini alacaktı. Ne de olsa 12 yıllık bir beraberliğin bıraktığı döküntülerdi. Nasıl kızdı kendine. Neden “döküntü” demişti ki. Bir el hamlesi ile aklındakileri kovalamaya çalıştı.
“kızım deliriyorsun sen. Kendi kendine konuşmaya başladın, haberin olsun”
belki de hiçbir şeyi kaldırmak istenmediğindendi bu temizliğe itiraz.
“aman! Neyse, yarın düşünürüm bunları”
Deli gibi acıyordu içi. Sanki hiç görmediği bir yara kanıyordu. İye de neden sürekli koparıyordu ki kabuğunu. Nedendi bu hep taze tutma çabası.
Mumlar sönmüş kadehindeki şarap bitmişti. Yenisini doldurmak istedi. Şişenin boş olduğunu görünce hayret etti. Hiç farkında değildi.
Usulca kalktı yerinden. Hafif başı dönüyordu. Balkona çıktı. Gün yırtıla yırtıla ayrılıyordu geceden. Sanki gece kendisine eşlik etmişti. Her taraf bordo kızılına boyanmıştı. Başını biraz yukarıya kaldırıp teşekkür eder gibi çok uzaklara daldırdı bakışlarını.
Biraz uyumalıydı. İşe gidecekti bir iki saat sonra. Usulca uzun koridoru geçti. Yatak odasına varmıştı. Kendini yatağa rastgele attı. Tavana dikti gözlerini. Kendine göz kırpan küçük yıldızlara takıldı bir süre. Her seferinde unutuyordu sayısını. Sahi kaç yıldız vardı tavanda. Bir iki üç….derken yirmi üç. Odanın dizayn edildiği ana gitti birden.
“sen delisin” demişti kendisine yıldızları tavana asarken . İyi mi yapmıştı bilmiyordu.
“Belki de o yıldızları da toplamalıyım” diye geçirdi içinden.
“Her şeye onlar şahit.”
Evet evet. Her şeyi görmüşlerdi geceler boyu. O uyurken onu nasıl seyrettiğini, koynuna sokulduğunda içinin nasıl huzur ve güvenle dolduğunu. onunla uyurken konuştuklarını da duymuşlardı. Bunları kendine bile itiraf edemiyordu oysa şimdi.
Yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. Ama o inatla direniyordu göz kapaklarına. Ve kızıyordu da. Onu anımsamak, kokusunu hissetmek istiyordu arsızca. Ona dokunmanın içini nasıl titrettiğini düşündü uzun uzun. Gözleri ıslandı. Onu severken de gözlerinin ıslandığını anımsadı birden.
“sanki bu günleri biliyordu gözlerim” diye derin bir nefes geçirerek inilti halinde onun adını sayıkladı. Avuçları yanıyordu. Terlemişti boncuk boncuk. İliğine değin üşüyor ve bununla beraber ter basıyordu. Düşündükçe dokunuşlarını kasıklarına inen bir sancı geziniyordu bedeninde, nasıl da usul usul öptüğünü düşündü. İncitmek istemez gibi. Sonra birden şehvetin kucağına onunla düşmenin heyecanı sardı tüm benliğini.
Gözleri hala nemli, lakin kapandılar artık.. Sızdı belki de.
Biliyor ki, yarın yine zor bir gün olacak. Her gün gibi. Ve o takacak yine maskesini. Salınacak kentin sokaklarında dün geceyi hiç yaşamamış haliyle…
sevgi kaya