- 1126 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜK KAYA / ARDAHAN ÖYKÜLERİ (46) (kitap 28)
" Bigane kalma Namık! Sen de karışsana arkadaşlarına!"
Fezo Dayı, danacıları başına toplamış konuşturuyor.
Ne gelecek!..
Ne geçmiş!..
"Şimdi de" konuşuyorlar.
Fezo Dayı ve "Danacılar!"
" Sonsuz şimdi de..."
Danacılar..?
Ardahan’ın köylerinde çocuklar; kuzu ve dana otardılar.
Danacılar yazın bitişi başka bir nitemle anılırdı. Öğrenci vasfına girer danacılar. Son baharın okulun yolunu tutan çocuklar. Yazdan gelen doğa birikimini değerlendirirken kendilerini kafesteki kuş gibi hissederler.
Çocuk simgesi öğrenci sıfatı; danacıya nenni gibi gelirdi.
Danacının keyfi yoktur: Doğadaki koku ses ısı renk tat, tuz kalmamıştır. Mevsim ve " buzağı, kuzu güden" adlandırması kalmamıştır.
Çocuklar; gelecek yıl ki mevsimi ve danacılığını bekleyecektir.
Danacının karı... ne yaşadıysa odur.
" Gidenin gelmediğini." Onlar en iyisini bilirdi.
Otarıcılar: Yaylacığın sağından başlayan ilk dereyi otlakiye seçmiştiler. Büyük Kaya’nın iskan ettiği dere çok güzeldir.
Fransız yazarın dediği gibi: " Vadi’m o kadar yeşildi ki..."
" Hacer’in Deresi" ismiyle çağrılan vadi.
Büyük Kaya.
Büyük Kaya’nın deresi diye bilinir...
Sineklenen danalar Büyük Kaya’nın eteğindeki "koz"dan çıkıp kaçardı. Köyde çoban çocukların anaları ocağa daha yeni oturmuş; gayri memnun kör-pişman kalkardılar. Sineklenen dana-kuzuyu, ahıra sürerek serinletirdiler.
Cins danalar, renkleri fırçalarla... boyanmış.
Zavot cinsinden gelen mozik düğe; bebek gibi güzel yavrucaklar.
Süt kokardı buzağılar. Meleşmeleri... şımarmalarıyla evden biri gibi olurdular. İnek koyun mal-davar, Yaylacık çocuklarının ilk hayat mektebi gibiydi.
Kırmızı danadan kırmızıyı,
Yeşil meradan yeşili öğrenirdiler...
Büyük Kaya’nın Ardahan’a yüzü çevrili tarafında ki eteğinde, Fezo Dayı ve çocuklar oturmuş laflaşıyorlar...
Fezo Dayı:
- Hoca olun! Bağşa da bi’şey demiyerim! dedi.
Fezo Dayı dana güden çocuklara nasihat ederdi. Okumuşluğu hiç yoktu ama o, böyle bir şeyin daha iyi olacağını sezgiyle anlamıştı ve hayırlı iş yaptığına inanıyordu!
Ben:
- Fezo Dayı büyüyünce ne olacam?
- Hoca olacan. Sen mutlaka hoca olacan!..
Büyük Kaya’nın dikili şekline uygun vaziyet oturmuş Fezo Dayı. Başına, belindeki kuşağı sarmıştı. Akşam olunca beline sarardı. Temiz pak gezerdi, hanımı ölmüştü. Oğlu Celal Abigilde kalıyordu. Gelini Dudi Abla bakardı. Fezo Dayı gibi başka bakınçlar vardı köyümüzde!
Kayanın kuzeyinde danacılar ve Fezo Dayı sıcağın geçmesini bekliyor. Kuzeyin kış olduğunu burada belledi çocuklar. Fezo Dayı yönleri tarif edip kışa kuzeyin benzediğini, doğuya ilkbaharın, batıya yaz mevsiminin ve doğu yönünün son yaz bahara benzediğini dilinin döndüğünce aktardı.
" Mevsim şeritinde" Cihanşah Özer öğretmenimiz çok daha bilimselini öğretecektir. Fezo Dayı atadan- dededen aldığını aktardı böylece. Bilimden önce başka bilme yöntemleri ile insanlar doğayı nasıl yorumlamışlar; Sınak ile...
Fezo Dayı:
- Eşigden adım attım da biri tek aksırsın; yer be yer geri dönerim.
Çille sordu:
- Fezo Dayı çift aksırık duysan pekii?
- Onu gözlerim çift geldi mi, her işe koşarım. Ben sınamışım çocuklar, çift geldi mi işim rast getmiştir. Tek geldi mi rast getmemiştir.
İsmail:
- Fezo Dayı: Şimdi Büyük Kaya’dan aşağı Kahraman Eniştegilin hırmana kadar gidecem desem, bu esna da tek veye çift aksırığı İbo hapşırsa ben aldırmam. Ama denerim. Daha iyi olmaz mı? Sınamak yerine denesem sonra karar versem; İyi veya kötü olduğuna.
- Ola çamlattız beni. Oğuz vaktının kadim bilgisidir. Siz gene okulda öğrendiğiniz gibi bilin, kadim bilgiyi de unutmayın!
Serin kuzeyin kış... kayanın gölgesinde sohbeti Namık sözüyle kesti.
-Fezo Dayı çay hazır!
Danaların dışkısı çimen yeşili halı zemine düştükten sonra o kurur tezek gibi yakacak olurdu.
" Teten" derdik.
Meraların... çoban çocuklarının yakacak maddesi bu idi. Namık tetenleri toplayıp getirmiş; çay ocağını kalamıştı. Çayniğin lülüğü (kapağı) is olmuştu ama o koku o çaya lezzetin kralını vermişti.
Fezo Dayı çayniğin lülüğündeki füzükden şııııırrrr, şııııırrr diye maşrapaya dökülen bal sarısı leziz çayı dudağının arkasına attı.
Çayın yudumu boğazından aşağı mutlulukla indi.
Yaylacık zevki: Büyük Kaya’nın altında tetenlerden kalanmış bir ateş ve pişmekten son derece memnun bir çay. İçtikleri maşrabaları saltaş’ın üstüne koydular. Şeker kırıkları ve lor peynirle kerti ekmekler koyun koyunaydı. Közün ateş fersizce ömrünün uzamasına yalvarır gibiydi.
Danalar sineklenmiş uçarcasına köye, eğimin yükseltisinden alçak baştaki Yaylacığa adeta cırmışdılar; cırdılar!
Danaların üstündeki renkler savrulmuş saçılmıştı. Dalkır renk bir çeğilin dibinde... Sütbeyaz renk, kuşkanın başında... Zavot sarısı kınataşının, leppihlerin ortasında... Kül renkler derenin yosunlu taşlarına düşmüş, ıslanmıştı. Islanan renkler, Alabalığa erdikten sonra Kura’ya karışacak arkasından Hazar’a kadar yolu vardı.
Eğer biri eğilip bu renkleri sudan toplamasa!..
Kanyona benzeyen " Hecerin Deresi" bayır başındaydı.
Derenin boğazından kim kopsa aşağıya hızla inerdi. Sanki sizin yerinize başka biri koşuyordu.
Gürcübeg tarafa yamaç tam kanyon yamacıydı Sabgara’ya tarafsa vadi yamacı gibi eğimi ve alanı düşük ve genişti vadisel bir çayırlık gibi.
Yaylacığın bu vadisi ele güzeldi kiiii!
Büyük Kaya’lı Hacer’in Deresinin bir akrilik tablosunu yaptım. Her yıl renkleri çeviririm. Maviler, morlar dalkırlar bozlar alalar kulalar yaşıllar reşler külrengler ve narıncılar...
Doğa renkleri soldururmuş, çevirirmiş.
Bakalım?
Ne olacak!?.
YALÇINER YILMAZ
21/08/2009
Çanakkale