- 534 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
duygu istirmacıları
—Beyefendi bir dakika bir şey söyleyebilir miyim?
Dedi mahcup bir ifade ile karşımdan gelip beni birkaç adım geçtikten sonra iki kişiden uzun olanı. Ta karşıdan gelirken bana bir şey soracaklarını anlamıştım davranışlarından. Duraklayarak;
—Sor bakalım! Dedim.
—Özür dilerim. Erzurum’dan geldik, akşama kadar iş bulamadık. Ağzımıza sabahtan beri bir lokma şey girmedi. Bize bir ekmek parası… Dedi. Ben;
—Dilenmeye utanmıyor musunuz aslan gibi adamlar, dedim. Biraz daha ilerde beklemekte olan kısa boylu;
—Ağabey, senin başına hiç iş geçmedi herhalde… Sen hiç açlık çekmedin mi? İnsanlık öldü mü ağabey... Dedi. Ben haklı olabileceklerini düşünerek cüzdanımı çıkarıp;
—Alın! Diyerek yirmi lira verdim. Bir ekmek yirmi lira ediyordu o tarihte… İnsanlık hali, insanın başına her türlü iş gelebilir. İş bulamadı demek ki garipler, dedim kendi kendime.
Kolun ayağın olmasa elini açsan verirler üç beş kuruş, sağlam olsan yalvarsan da kimse yüzüne bakmaz, açlıktan ölebilirsin maazallah…
Aradan yaklaşık üç ay geçti. Osmanbey’de Samanyolu sokakta yürüyorum. İşlek olmayan uzun bir sokak… Daracık kaldırımlar insanın yürümesini zorlaştırıyor. Karşıdan iki kişinin geldiğini gördüm. Bir yerden tanıyorum bunları diye düşündüm. Ama nereden tanıdığımı çıkaramadım. Ta ki gelenler beni bir iki adım geçinceye kadar…
—Beyefendi bir dakika, bir şey söyleyebilir miyim? Dedi uzun boylusu…
Aynen ilk rastladığımızdaki tavır ve sözler. Mimikler bile ayni. Mahcubiyeti bir sinema sanatçısı bile bu kadar güzel oynayamaz.
Tamam, tanıdım sizi, durun size beni dolandırmanın ne olduğunu göstereyim, dedim içimden… Beni enayi yerine konmuşlardı. Bunun hesabını sormam gerekirdi.
Ben de önceki gösterdiğim tavrımı ve sözlerimi sarf ettim hiç bozuntuya vermeden.
—Söyle bakalım!
—Özür dilerim. Erzurum’dan geldik, akşama kadar iş bulamadık. Ağzımıza sabahtan beri bir lokma girmedi.
—Dilenmeye utanmıyor musunuz aslan gibi adamlar. Dedim. Kısa boylu olan;
—Ağabey, senin başına hiç iş geçmedi herhalde… Sen hiç açlık çekmedin mi? İnsanlık öldü mü ağabey… Dedi.
Aradaki mesafe bile öncekinin aynısıydı. Beni tanımazlar inşallah diyerek;
—Gelin benimle… Arabaya kumaş yüklenecek... Size hem yemek yedirir hem de birkaç kuruş para veririm. Dedim.
Maksadım bir polise rastlayana kadar gitmek ve bunları polise teslim etmekti. Duygu sömürüsü yapmışlar ve beni dolandırmışlardı. Sorumlu bir vatandaş olarak elbette bunun hesabını sormalıydım.
Hem yürüyorduk hem de huylanmasınlar diye sorular soruyordum peş peşe… Gözlerim de polis arıyordu her tarafta.
Aramasam adım başı karşıma çıkarlar diye geçti içimden. Polis molis görünmüyordu etrafta. Ana caddeye çıkınca bir siyasi parti binası var, o binanın kapısında polisler nöbet bekler her zaman, diye düşündüm. Oraya kadar şüphelenmeden gelseler, sonrası kolay…
Kısa boylu olan polis olabileceğimden şüphelendi zannedersem. Geriden geriden geliyor. Öndekine işaret etmeye çalıştığını hissediyorum. Öndekiyle sohbeti öyle koyu tutuyorum ki gözünü benden ayıramıyor.
Gerçi onun da çalışmanın işine gelmediği belli… Bu tür insanlar çalışmayı enayilik sayarlar. Yanımdan ayrılmak için ortam bekliyor.
Bu ortam oluşmadan parti binasının önüne geldik. Girişin iç kısmında polis görünüyor. Kapının önünden geçer gibi yaparak, kolundan tuttuğum gibi çektim içeri. Bir yandan zanlının kolunu sıkı sıkı tutuyor bir yandan da polise öğretmen olduğumu ve bu şahsın beni dolandırdığını anlatmaya çalışıyordum. Yanın da arkadaşı da olduğunu ve onun kaçtığını söyledim.
Gerçektende arkadaşı fırtına gibi kaçmıştı polisi görünce. Polisler beni dinledikten sonra şahsı bekleme kulübesinin içine aldılar. Önce üzerini aradı ve ceplerini boşalttılar. Ceplerinden bir avucu dolduracak kadar bozuk para çıktı. Ayrıca çeşitli kartlar ve cep defterleri...
—Ben askerliğimi komando olarak yaptım. Ben devletimi çok severim, gibi cümleler sarf ediyor, yalvarıp duruyordu utanmadan...
Polisler biraz sorguladıktan sonra ona duyurmadan;
—Hocam biraz kızıp bırakalım, gitsin. Bir daha bu hareketi yapmaz, dediler.
—Davacıyım memur bey, bunlar gerekli cezayı almazlarsa ilerde her türlü suçu işlerler, dedim.
—Çok uğraşırsın hocam. Şimdi gidip iki saat ifade vereceksin… Mahkeme falan… İyi düşün. Dedi polislerden biri… Belli ki beni düşünüyordu.
—Davacıyım, neye mal olursa olsun, dolandırıcılık neymiş göstereceğim bunlara, dedim. Bu sözlerim üzerine karakola telefon edip polis istediler. Bu arada yalvarmaya devam ediyordu zanlı.
Biraz sonra iki polis geldi. Kelepçeyi taktılar zanlıya… Ben de yanlarında polis otosuyla yola çıktık.
Karakolda bizi biraz beklettiler. İlgiliye ön bilgi verdiler sanırsam. Ve çok geçmeden çağırdılar.
Masa başında asık suratlı bir polis oturuyor.
—Ne var, dedi bana. Ben;
—Bu şahıs beni dolandırdı, onun için…
Lafımı bitirmeme fırsat vermeden;
—Kaç liranı aldı? Vereyim sana… Kendi kendinize polisçilik oynuyorsunuz… O da senden şikâyetçi olursa görürsün gününü… Dedi. Belli ki olay ona anlatılmıştı. Ve;
—Götürün komisere! Diye talimat verdi polise…
Zanlı polisin bu tavrından öyle bir cesaret aldı ki sormayın. Dili çözüldü sanki. Beni de bir endişe almadı değil. “Hadi bakalım hayırlısı,” dedim içimden.
—Ben de senden şikâyetçiyim.
—Sana göstereceğim kolumdan tutup polise teslim etmeyi.
—Senin anandan emdiğin sütü burnundan getireceğim, gibi sözleri sıralamaya başladı merdivenleri yan yana çıkarken…
Bu zamana kadar yalvaran ağız kin kusuyordu.
Bizi komiserin makam odasına çıkardılar. Önce ben kendimi tanıttım ve meseleyi anlattım. Sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak şikâyetçi olma gereğini duyduğumu söyledim. Zanlı;
—Bende bundan şikâyetçiyim komiserim! Dedi söz almadan… Ve bana dönerek;
—Sana gününü göstereceğim! Diye devam etti.
Sessiz sessiz dinleyen komiser öyle bir gürledi ki, yerimizde sıçradık.
Tabi ki kükremesi zanlıya idi. Zanlı sanki dilini yuttu. Kekelemeye başladı.
Komiserin soruları üst üste gelmeye başladı.
—Nerede kalıyorsun?
—Küçük pazarda. Yolcu otelinde.
—Bu kartlar kime ait, kim bu Gözde Hanım.
—Bilmiyorum komiserim, yolda bir kadın verdi.
—Sana yolda herkes kart mı verir? Bu telli kulüp neresi oluyor?
—Dün orada çay içtik, onlar verdiler.
—Siz çayı kulüp temi içersiniz?
—…
—Arkadaşın niçin kaçtı, nerededir şimdi?
—Bilmiyorum komiserim.
Komiser içeriye seslendi, gelen polise;
—Bunu aşağıda konuşturun, alın ifadesini bakalım ne haltlar karıştırmışlar, dedi. Polis, “baş üstüne komiserim” dedi ve kolundan tutup aldı götürdü zanlıyı.
Aşağıdaki polisin tavrından sonra bozulan moralim bu tavır karşısında bir hayli düzeldi. Komiser;
—Hocam kahveyi nasıl içersin? Diye sordu.
—İçmişle beraber komiserim, teşekkür ederim, dedim.
—Olur mu öyle şey? Dedi.
—Bize iki orta şekerli kahve yapın! Diye seslendi.
Bana, gösterdiğim duyarlılık için teşekkür etti. Toplumun gittikçe bozulduğunu, düzelmesi için benim gösterdiğim tavrı her vatandaşın göstermesi gerektiğini söyledi.
Aşağıdaki polisin tutumunu anlattığımda;
—Onun o tepkiyi göstermesi gerekiyor hocam. Üzerine alınma, unut gitsin. Buraya ne insanlar geliyor bir bilsen. Hepsini tebessümle karşılayamayız, dedi.
Kahvelerimiz bittikten sonra adresimi ve telefonumu aldı.
—Hocam, duyarlılığınıza tekrar teşekkür ederim. Biz onun ifadesini alacağız. Gerekirse sizi yine davet ederiz. Sadece şikâyet için gelmeyin, kapımız size her zaman açık. Nasıl olsa kurumunuz yakınmış, gelin ara sıra sohbet edelim, dedi.
Ben de komiserin duyarlılığına ve ilgisine teşekkür ettim. Gönlüm huzur dolu olarak karakoldan ayrıldım.
17.05.2008 erdoğan oruç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.