- 530 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK- 24
Prosedür gereği köy sınırları içindeki olaylara Jandarma bakıyor ve ilk ifadeler alındıktan sonra bağlı bulundukları İl’ in Emniyet Müdürlüğü’ ne gönderiliyordu bu tür vakalar. İşin içine bir de uyuşturucu kaçakçılığı ve ticareti girmişti. İfadenin tekrar alınıp, ipuçlarının gözden geçirilerek değerlendirilmesi kalmıştı. Karakol komutanı tarafından bu iş ile görevlendirilen Ahmet Astsubay yanına Halil ile birlikte iki asker daha alma gereği duymuştu. Meslek hayatında her türlü olayla karşılaşmıştı. Hep aklında kalan bir atasözü ona bu gerçeği hatırlatırdı. “ Su uyur, düşman uyumaz “ Atasözlerinin gerçekliğini hiçbir zaman tartışmazdı bu yüzden.
Mesleğinde çok eski değildi. Ama ona yaşadığı ve başından geçen olaylar çok tecrübe kazandırmıştı. Çalıştığı bu karakoldan önce başka bir yerde daha çalışmıştı. O bunalımlı ve üzüntülü anlarında çalıştığı yerdi. Küçük bir kasaba idi. Sevdiği kadının ölümünden sonra ona her yer cehennem gibi geliyordu. Uzaklaşarak, kalbindeki acının hafifleyeceğini düşünmüştü. Kasabaya geldiğinde, yaşadığı şehrin gürültüsü ve kalabalığından eser yoktu. Kasaba bir kahvehane, iki veya üç tane bakkal, bir kasap ve bir tane de tuhafiyeyi çağrıştıran küçük bir dükkân vardı. Evlerin ışıkları ise karanlığın içinde sadece cılız bir ışıltıyı andırır nitelikteydi. Orta yerinde ise Kaymakamlık binası ve yanında da çalışacağı küçük karakol binası vardı. Tam bu kamu binalarının arkasından dereye benzer bir su geçiyordu. Derenin üstüne yapılmış tahta köprü ise iki mahalleyi birbirine bağlıyordu. Suyun öbür yanındaki evler ise dağa yaslanmış bir şekilde minik kasabayı seyreder gibiydiler.
Sessizliğin içinde kendini dinleme ve kendisiyle barışı sağlamaya çalışıyordu Ahmet Astsubay. İlk işe başladığında kalbinin acısı, yüzüne yansımıştı sanki. O yüzden de çok fazla konuşmuyor, sorulduğunda cevap veriyordu. Görünüşte sakin bir yer olduğunu, pek olayla karşılaşmayacağını düşünmüştü. İlk başlarda her şey yolunda gidiyor gibiydi. Halkı kendi halinde, küçük bir kısır döngünün içinde debeleniyordu. Halk kendi içinde yumak olmuş, dışarıdan ilçeye gelen yabancılara sırtını dönmüş, onları aralarına almıyorlardı. Bulunduğu psikolojinin içinde Ahmet Astsubay da kendini kabul ettirmek için bir harekette bulunacak durumda olmadığı için kafasına takmıyor, kendi halinde günlerini geçirmeye çalışıyordu.
Lojman olmadığı için bir süre karakola ait depo yerine kullanılan küçük bir odaya tek kişilik bir yatak atarak geçiştirmişti. Belli bir zaman sonra ev ortamında yaşantıyı özledi. Sonra ev aramaya başladı. Her aradığı ev girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyor ve hayal kırıklığı ile dönüyordu karakola. Bunun en büyük sebebi ise bekâr olmasından kaynaklanıyordu. İlçenin küçük bir yerleşim alanına kurulmuş olması ve mevcut evlerin de sahipleri tarafından kullanılması nedeniyle yeterli ev yoktu. Kiraya vermek isteyenlerin verecekleri konut ise evden ziyade barakadan bile küçük evlerdi. Ona bile razıydı. Ama bekâr oluşu insanların tavırlarını yüzlerine yansıtıyor ve daha konuşmaya başlaması ile susması bir oluyordu.
Ümidinin kesildiği bir anda, tanıdığı birisiyle ev aramaya çıktığı bir gün küçük bir ev buldular. Ev sahibi onları anlayışlı bir şekilde karşılamıştı. Tedirginliğine rağmen evi Ahmet Astsubaya kiraladı. Orta yaşın üzerinde bir anne, baba ile biri evlilik çağına gelmiş kız çocuğu ve ilkokula giden bir erkek çocuğundan ibaretti aile fertleri. Diğerlerinden ayıran özellikleri ise insanlara ön yargılı olmayışları olmasıydı. Evi tuttuktan sonra, hafta sonunda bağlı olduğa İl’ e giderek alışveriş yaptı. Çok gerekli eşyaları alarak, kasabaya döndü. Evin içi ev sahipleri tarafından temizlenmiş ve yaşanacak duruma getirilmişti o alış verişten dönene kadar. Yerleşti ve huzurlu bir şekilde yatağına yattı ve yorgunluğun etkisiyle derin bir uykuya daldı.
Sonraki günlerde daha da benimsemişti kutu gibi evini. Ev sahipleri ile aynı bahçe içinde olmanın avantajları da oluyordu. Ev sahibinin yaptığı yemekler ona annesinin yanında imiş gibi hissetmesine sebep oluyordu. O gece, evinde biraz kitap okuduktan sonra uykusunun gelmesi sebebiyle yatağına yatmış ve tam uykuya dalacakken, dışarıdan bağırtılar geldi kulağına. Kapıyı açtığında, ev sahibi Hatice Hanım’ ın feryatları ve bir gençle fiziki bir arbede yaşadığını gördü. Hemen az ötesinde ise duvara sinmiş, ağzı ve burnu kanlar içinde evin kızı Gülten’ i ağlarken gördü. Çıldırmış gibi Hatice Hanım ile mücadele eden gencin üzerine atladı ve bir yumruk darbesiyle yere yatırdı. Yere düştüğü anda sersemleyen genç, biraz o şekilde kaldıktan sonra birden atağa geçerek Ahmet Astsubaya saldırdı. Tekrar mücadeleye giriştiler. Ahmet Astsubay, yumruk darbeleriyle tekrar etkisiz hale getirmişti saldırganı. Tam yanından ayrıldı ve Hatice Hanımı düştüğü yerden kaldırmaya çalışırken, vücudunda bir acıyla ,
“Allahım! Yandımmmmmmmm “
O acıyla arkasını döndüğünde, saldırganın elindeki kendi kanıyla kirlenmiş bıçağı gördü. Şaşkın ve boğuşmanın etkisiyle ne olduğunu anlayamayan Hatice Hanım ve Gülten yanına koştular.
“Konutanım ! Komutanım ! İyi misin.? Şimdi yardım çağıracağım. Lütfen! Kendine gel! “
Diye bağıran Hatice Hanımın sesi uğultu şeklinde beyninin içinde dönüyor fakat cevap veremiyordu. O sırada bu durumdan faydalanan saldırgan, koşarak uzaklaşmış ve sokakların içinde sır olmuştu adeta. Gülten, nefes nefese koşarak kahvehaneye gitti. Babasının,o gece canı sıkılmış ve kahvehaneye gideceğini söylemişti. Kahvehanenin kapısından içeriye girdi ve ona odaklanan erkek bakışlarıyla karşılaştı gözleri. O bakışların altında babasını aradı. O’nu içerideki masalarda gördüğü anda, bağırmaya başladı.
“ Baba ! Koş. Yetiş. Ahmet Astsubay yaralandı. Yardım edin. Bıçaklandı. Lütfen! Bir araba bulun. Hastaneye yetiştirmemiz lazım. “
İbrahim Bey’ in yüzü bembeyaz olmuş ve kızını o şekilde görünce eli ayağına dolaşmış bir vaziyette ortada dönüyor ve etraftan yardım istemeye çalışıyordu. Onun yardım istemesi üzerine kahvede oturanların hepsi birden çıkarak eve doğru koşmaya başladılar. Gittiklerinde Ahmet Astsubay, yerde yarı baygın vaziyette yatıyor ve kalçasının üzerindeki boşluktan kanlar sızmaya devam ediyordu.O sırada evin önüne bir araba yanaştı ve kapıları açtı hızlıca ve yanlarına geldi. Oradakilerin yardımı ile araca bindirildi. Hızlı bir şekilde İl’ deki hastaneye yol aldılar. İlçe’de ise sağlık ocağı olmasına rağmen doktorları olmadığı için bu tür olaylarda Elli kilometre uzakta olan vilayete gitmek zorunlu hale geliyordu.
Hastaneye ulaştıklarında Ahmet Astsubay bayılmıştı. Hemen müdahale odasına yapıldı ve ameliyata alındı. Yarası derin olmadığı için şansı yaver gitmiş ve ölümüne sebep olmamıştı. Bir hafta yattı hastanede. Kurtulmuştu. Gözlerini açtığında ise, o anlarda gözlerinin önünden gitmeyen Mine’ sini arıyordu gözleri hala. Olaydan sonra saldırgan yakalanmış ve yaralama suçundan tutuklanmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra evine gelmişti Ahmet Astsubay.
Ev sahipleri üzgün bir şekilde eve geldiklerinde olayın iç yüzü anlaşıldı. Gülten, saldırgan tarafından birkaç defa rahatsız edilmişti daha önceden. Baba o yüzden akşamları pek evden çıkmıyor, kızının başına kötü bir olay gelmesinden korkuyordu. O akşam ise tedbiri elden bırakarak çıkmıştı kahveye. Evi gözetleyen saldırgan da bu durumdan faydalanarak Gülten’ i kaçırmaya yeltenmişti. Tek hesaba katmadığı şey ise Ahmet Astsubay idi. Karşısında durmuşlar ve minnettar bakışlarla ona bakıyorlardı.
Saldırgan iki ay hapis yattıktan sonra çıktı. Her şey normale dönmeye başlamış ve Ahmet Astsubay bu olaydan dolayı İlçe halkı tarafından benimsenmeye başladı. Aile de onu aileden biri olarak görüyordu. Evlerine davet ediyorlar fakat Ahmet Astsubay çok zorunlu kalmadıkça gitmiyordu. Önsezileri onu uyarıyordu bu konuda. Saldırganın ailesi ise İlçenin ileri gelenlerinden bir aileydi. Oğullarının hapiste yatması, onları utandırmış ve işin içinden çıkabilmek için ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlardı.
Fısıltı gazetesiyle , Ahmet Astsubayın, Gülten ile duygusal bağının olduğunu ve o olayında o yüzden kaynaklandığını halkın kafasına sokmaya çalışıyorlardı. Bunlar kulağına geldiğinde Ahmet Astsubay çıldırmış gibi kahveye koştu ve hırsla içeriye girdi.
“ Beyler! Bana bakın. İçinizde benimle sorunu olan varsa buraya karşıma çıksın. Hakkımda atıp tutanlar, beni karalamaya çalışanlar varmış. Ben erkeğim. Beni bu şekilde istediğiniz kadar karalayın. Ama tertemiz bir genç kızı bu şekilde karalayamazsınız. O olay gecesi hepiniz oradaymışsınız. Hepiniz benim ne durumda olduğumu görmüşsünüzdür. Ben, kız kardeşim gibi gördüğüm Gülten kardeşimin namusunu, iffetini korudum. O Gülten değil başka bir kız da olsaydı yine aynı şeyi yapardım. Siz bu şekilde davrandıkça daha çok yanılacak ve belki de yarın kendi kızlarınızın başına gelene kadar idrak edemeyeceksiniz. Siz! Ne yapıyorsunuz.? İftiralara inanıyorsunuz. Çünkü ben yabancıyım. Beni kötülemek daha kolay. Bir kızın namusunu ayaklar altına almak daha kolay. Benim aramda Gülten ile herhangi bir şey yok. Olamaz da zaten. Onlar bana en güç anımda güvenerek evlerini verdiler. Minnettarım onlara. O gece kardeşimi korumak için ölebilirdim de. İnsanlığınızdan utanın. Bu işi çözeceğim. Hakkımda konuşanlar ise benden, Gülten ve ailesinden özür dileyecek. Sonra da buradan gideceğim. Bir daha dönmemek üzere. “
Dedikten sonra sinirli bir şekilde evini daha önce araştırıp öğrendiği saldırganın evine doğru yürümeye başladı. Konağa benzer bir evde oturuyordu saldırgan. Balkonda orta yaşın biraz üstünde bir adam oturmuş, kahvesini yudumluyordu. Ahmet astsubayı görünce, şaşırdı bir an ve kahvesini bıraktı kenara.
Ahmet Astsubay bahçe kapısının önüne geldi ve ;
“ Affedersiniz. Aşağıya gelebilir misiniz. Sizinle konuşmak istiyorum. “
Adam, balkondan içeriye girdi ve beş dakika sonra bahçe kapısında Ahmet Astsubaya ,
“Buyurun Komutanım ! İçeriye, bahçeye geçelim.”
Adam önde, Ahmet Astsubay bahçedeki çardağı andıran asmanın altındaki oturaklara geçtiler. Adam, merakla Ahmet Astsubayın konuşmasını bekliyor ve o esnada sessizce oturuyordu.
“Derdiniz nedir benimle.? Ortalığa bir dedikodu yaymışsınız. Size hiç yakıştıramadım doğrusu. Oğlunuzun suçunu, bu şekilde mi kapatmaya çalışıyorsunuz.? Bana zarar vermiyorsunuz. Gülten’ e ve ailesine zarar veriyorsunuz. Size bunun için dava açacağım. Kimsenin onuruyla, namusuyla oynayamazsınız. Bu uğurda ne gerekiyorsa yapacağım. Siz, bu şekilde insanları karalayarak belki kurtulduğunuzu düşünüyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz. Oğlunuz, o gece ben çıkmasaydım. Gülten’ i kaçıracaktı. Ben, onları korumaya çalışırken, o beni arkamdan bıçakladı. Siz bu şekilde davrandıkça, oğlunuz sizi daha çok zor durumlar ile karşı karşıya getirecek. Eliniz ile suç makinası haline getiriyorsunuz onu. Hem kaçırmakla Gülten ‘ i kazanacağını mı sanıyor. Güzellik var iken neden kaçırmaya yeltendi. Bu işi çözeceğim. Benden ve ev sahiplerimden herkesin gözü önünde özür dileyeceksiniz. “
Adam bu sözler karşısında bir an düşündü ve oğlunu savunmak için bir şeyler söylemeye çalışacak gibi oldu ama vazgeçti .Suskunluk ile geçen bir sürenin sonunda,
“ Haklısın Komutan. Her söylediğin şey doğru. Ben,onu ve kendi onurumu korumaya çalıştım. Fakat dediğin doğru. Özür dileyeceğiz. Ancak bu şekilde onun sorumsuzluklarını ortadan kaldırabilirim. Oğluma da cezasını ben kendi elleri ile vereceğim. “
Bu konuşmadan sonra rahatlamış olarak görevine döndü Ahmet Astsubay. Akşam için haber gönderilmiş ve kahvede bulunması istenilmişti saldırganın babası tarafından.
Kahvedeki herkesin gözü önünde Gülten ‘ in babası ve Ahmet Astsubaydan özür diledi baba ve oğul.
Kısa bir süre sonra da Ahmet Astsubay İlçe’ den ayrıldı ve şimdi çalıştığı yere geldi.
DEVAM EDECEK