- 627 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
bir işçinin günlüğü(2)
10.03.2006
Son zamanlarda baskıcı tutumları anlamıyorum, yine birileri bizleri ispiyonlamış olmalı. Ben ve benim çevremdeki arkadaşlarım hakarete uğruyor, aba altından sopa gösteriliyor, yaptıkları bütün işlerde kusur aranıyor... Bazılarımız kandırıldı, diğer kalanlarımız ise değişik mazeretler bulunup işten atıldılar. Buna seyirci kalamazdım, birşeyler yapmalıydık. Kalan, yaklaşık on kişiyle konuşup, işçi derneğinde toplantı yapıp, durumumuzu değerlendirecektik ve bunun için en uygun gün tabiiki pazar günüydü... Pazar günü erkenden derneğe gidip, gelenlerle genel toplantıya hazırlıklı olmak için durumu gözden geçirdik. Toplantı saat 13:00’de başlayacaktı ama saat 13:45 olduğu halde kimse gelmemişti. Muhakkak bir aksilik olmuş olmalı, yoksa gelirlerdi, çünkü bu toplantı çok önemliydi. İş koşullarımızı düzeltmek için çabalıyorduk. Şimdiden hepimizin canı yanıyordu, bu gün tepkimizi dile getirmezsek yarın çok geç olabilirdi.
28.03.2006
Sendikalı çalışan bir arkadaşım işyerini anlattıkça doğrusu içim gidiyordu. Sendikanın iş ortamını nasıl iyileştirdiğini uzun uzun anlattı. Mesela işyerinde yetkili kişilerin işçiye baskı yapmasını engelliyor ve işçileri örgütlü çalışmaya yönlendiriyormuş. Bir işçiyi işten çıkarmak istemişler, bütün arkadaşları işi bırakmış. Patronlar tabii ki sonra geri adım atmışlar. Bizim işyerinde sanki arkalarını dönseler işi aksatacakmışız gibi, sürekli gözetim altındayız. Bu da psikolojik olarak etkiliyor bizi. Yaptığımız işten de, işyerinden de nefret ediyoruz. Çok yorulmamıza rağmen üretim aksıyor, oysa baskı yapmasalar daha çok verim alırlar. Bir de ispiyonculuk için para alanlar var, onlar da patronların gözü kulağı olsalar gerek... Bu şahıslar, ya şef ya da amir... Onlara yalakalık yapmasan muhakkak bir kulp takarlar sana. İşleri zamanında yapmama rağmen, amirimiz olan makine mühendisi geçen gün beni odasına çağırdı. “Senin işinden memnunuz ama çok yavaş çalışıyorsun” dedi. Aslında hiç alakası yok... Son zamanlarda yapılan haksızlıklara karşı tutumumdan ileri geliyor bu tavırları, aynı zamanda gözdağı ama sonuna kadar mücadele edeceğim.
15.04.2006
Bir işçi, on metre boyundaki hammadde kazanının üzerinde çalışırken, birden bire ağır bir kum çuvalı gibi yere düştü. Düşerken kafası bir demir parçasına geldi ve kafası yarıldı. Bir arkadaşı hemen kafasına bez bastırdı ama kan durmuyordu. İşçiler yetkililere ambulans çağırmalarını söylediler, onlarsa umursamaz tavırlarla “gerek var mı?” diye karşılık verdiler. Bu üzücü olay beni hayli sarstı doğrusu... Bu arada kitap okumaya devam ediyorum, bilinçlendikçe yaşadığımın farkına varıyorum. Okuduklarımı büyük bir hevesle arkadaşlarımla paylaşıyorum. Bir düşünür şöyle demiş: “Aç birine balık vermektense, balık tutmayı öğretin. Çünkü balık verirseniz bir öğün karnı doyar, tutmayı öğretirseniz ömür boyu karnı doyar.” Ama ben balık tutmayı öğrendim, yine de karnım doymuyor çünkü balıklarımı, şişko, ensesi kalın adam yiyiyor, bana da kılcıklarını bırakıyor. Biz fabrikada üçbine yakın balıkçı her gün balık tutuyoruz ama ensesi kalın adam doymak bilmiyor.
27.05.2006
Bir dergide dikkatimi çeken bir şiir vardı. Sürekli örnek olarak kullandığım o şiirin bir bölümü şöyle: “Avucuna kum alıp cama savurursan, kum dağılır, cam kalır. Kumu bir bezin içine koyup sıkıca bağlayıp tekrar cama savurursan, cam kırılır, kum kalır.” Örgütlü, düzenli, birleşik kum taneleri olmalıyız. Bir şişman adam var işyerimizde: bölüm şefi... Yalakalıktan başka yaptığı bir işi olmayan bu adam, bize göre çok yüksek bir ücret alıyor. Bu sadece bir örnek, daha niceleri var bunun gibi... İşçilerin ekmekleriyle oynayıp, kendine rant sağlayan... Şimdi düzenli birleşik kum taneleri olmamızın tam zamanı. Çalışmadan bir tek lokma yemeyen biz, hakkımızı yiyene yalakalık yapıp, bizim hakkımızdan kendine pay ayıranların haddini bildirmeliyiz.
13.07.2006
Ayın yedisinde almamız gereken aylığı on üçünde ancak alabildik. Bazen eksik verdikleri için mesailerimi bir kağıt parçasına not etmiştim. Not aldığım kağıdı çıkarıp hesapladım yine eksik çıktı. Durumu bölüm şefine bildirdim, kendisi de hesapladı: “ne kadar eksik”, “on ytl”, “gelmediğin gün var mı?”, “hayır, iki saat izin vermiştiniz, rahatsızdım hastaneye gitmiştim”, “tamam o zaman, beş ytl izin için diğer kalan beş ytl’yi ise yardım fonuna aktarıyoruz”, “peki ama benim bundan haberim yok”, “olsa da kesiliyor olmasa da, işyeri kuralı böyle”, “ne yardımı?”, “Islami bir kuruluşa, Allah rızası için, ayda beş ytl çok mu?” Sonradan öğrendim ülkemizin sermayesinin yüzde doksanını elinde bulunduran bir cemaat olduğunu... Sadece çalıştığım fabrikada, üçbine yakın çalışandan her ay bu miktarın kesildiğini düşünürsek, büyük bir servet demek bu. Ve biz asgari ücretle açlık sınırının altında çalışan işçileriz
28.09.2006
Geçen gün, iş çıkışında bizi apar topar başka bir semte giden servise bindirdiler. Nereye gidiyoruz demeden servis hareket etti. Sonradan öğrendik bizi iftar yemeğine götürdüklerini. Gittiğimiz yer, kuran kursu ve öğrenci yurduydu. Masalar gayet lüks bir şekilde donatılmıştı, hiç bu kadar çeşit yemeği bir arada görmemiştim. Servisi yapan garsonlar dizi filmlerdeki zenginlere hizmet edenler var ya tıpkı onlar gibi papyon ve beyaz gömlek üzerine bordo ceket, siyah kumaş pantolon giymişlerdi. Dev ekran televizyondan okunan ezanın ardından yemeğimizi yedik. Hoca vaaz verdikten sonra, toplu olarak namaz kılınacağı söylendi. Ben bu arada bölüm şefine gitmem gerektiğini söyledim, “tamam” dedi. Namaza kalmadığımdan olsa gerek, yüzünü ekşitti. Umarım bu tavrı işyerine yansımaz... Aradan bir kaç gün geçmişti ki şef, üzerinde ismimiz yazılı birer boş zarf verdi, “bu ne?” diye sordum “kuran kursu öğrenci yurduna bağış”dedi, “şimdi yanımda yok” dedim, “aylığı alınca verirsin” dedi. Arkadaşlar 20-30ytl koymayı düşünüyorlardı çünkü,verdikleri para kadar dindar olacak, işyerinde sevileceklerdi. Bu zoraki bağış işi hiç hoşuma gitmiyordu, onlar zaten çok zenginler, bizden nasıl böyle bir şey isterler anlamıyorum. Ama ne olursa olsun ben zarfı boş iade edeceğim çünkü benim aylığım zaten çok az, bunun yanı sıra, kimsenin benim paramı zorla almaya hakkı yok. Çalışıp, yorulup, kazanmışım.