KAYA ALTINDA KALAN KARINCA
Okuldaki odamdayım. İşlerimin çokluğu nedeniyle öğle yemeği için evime gitmedim bu gün. Birşeyle atıştırmak için okulun bahçesine çıkıyorum. Kapıdan adımımı atar atmaz karşımdaki manzara aynen şu; Mini minicik bir kız çocuğu,simsiyah uzun saçları ve bilekleri kırılacakmış gibi ince. O güzelim gülmeye layık gözleri boşanırcasına yağan yağmur gibi. Çaresiz bakışları yürek dağlatır. İçimden; yaşı dokuz, ya yaşadıkları...kaç yaşında acaba diyorum. Minicik bir çocuk neden böyle ızdıraplı ağlasın ki ? Çocuk dediğin oyuncağını kaybeder ağlar, karnı acıkır ağlar, istediği alınmayıca ağlar... Bu gözyaşlarının saydığım nedenlere bağlı olmadığı apaçık ortadaydı. Etrafında da 15 kadar dokuz on yaşlarında çocuklar, hepsi ayrı bir sözle arkadaşlarını teselli etmeye çalışıyorlar. Hemen müdahale edip soruyorum;
-Neden ağlıyor bu yavrucuk ?
Grup avukatı öne çıkıp başlıyor anlatmaya;
-’Annesiyle babası kavga etmiş, babası annesini dövmüş.
-e diyorum sonra ne olmuş ?
-Annesi de evden kaçmış, onun için ağlıyor.
Fena diyorum kendi kendime, yaramız büyük. Annesi babası birbirini yemiş bana ne. Ne halleri varsa görsünler. Beni ilgilendiren hüzünlü yaşların sahibi. sanki kaya altında kalmış, can çekişen bir karınca. Çok üzülüyorum ve ilk aklıma gelen, karıncayı alıp odama getirmek oluyor. Çocuklara kantinden iki tost getirmelerini rica ediyorum. Karıncayı iskemleye oturtup sağanak şeklinde yağan gözyaşlarının dinmesini bekliyorum. Ama dinmiyor. Çaktırmadan bende ağlıyorum, dayanamıyorum minicik gözlerin bu denli hüzünlü yaşlar akıtmasına. Sorular sormaya başlıyorum, gözyaşlarıyla karışık cevaplıyor. Sonunda anlıyorum ki bu yaşlar ümitsizlik yaşlarıymış. Bir daha annesini göremeyeceği içinmiş. O zaman gülüyorum ve yüzüne bakarak
-’Anneler yavrularını bırakmaz, hele hele senin gibi tatlı bir kız bırakılırmı hiç? ’ diyorum. Konuştukça sağanak yağmur yavaşlıyor, damla damla, derken duruyor.
Birlikte karnımızı doyuruyoruz. Ardından, annesiyle görüşmek isteyip istemediğini soruyorum. Korkarak ’hayır’ diyor.
-’Peki neden ?’ deyince.
-’Babam beni de döver’ diyor. İşte o an çıldırıyorum öfkemden.
-’Bu oda da baban yok ki nerden bilecek annenle konuştuğunu ? Anneni arıyorum doya doya konuş anneciğinle ’deyip, basıyorum tuşlara.
Bizim karınca annesinin sesini duyunca hüzün dağından aşağıya iniveriyor. Mutlu bir şekilde sınıfına gidiyor.
Ertesi hafta karıncayı ziyaret ediyorum sınıfında, boynuma sarılıp annesiyle babasının barıştığını söylüyor, gülen gözleriyle. İçimden ’inşallah bu son’ olur diyorum
Bu olaydan sonra ’İyiki de öğretmen olmadım ’diyorum. Neden mi?
Mutsuz yavrulara ders anlatmanın faydasız olduğunu düşündüğüm için, zamanı mutluluk zemini hazırlamakla geçirirken, gerekli öğretimi veremeyeceğim için. Anne babaların yüzünden kaya altında kalan karıncaları kurtarmakla geçecekti ömrüm. Kısacası vinç görevi yapmaktan öğretmenlik yapamayacağım için.
Bu memlekette önce vinçler geçmeli ve ardından öğretmenler gelmeli ki; minikler derse mutlu başlasın...
06/05/1992-nilkurt
Yıllar sonra vinçler geldi memleketime; Rehber öğretmenler tabi ki.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.