En Büyük Tehdit Milliyetçilik 8
SOĞUK SAVAŞ SONRASI MİLLİYETÇİLİK
3-MİLLİYETÇİLİK BEN DEMEK.
İnsana ve yaşama egemen olan en temel iki duygu, bence sevgi ve nefret duygularıdır. Maalesef bugün dünyaya nefret duygusu egemendir. Ve bunun da temel nedenlerinin başında milliyetçilik gelmektedir.
Mevcut uygulanışıyla milliyetçilik insanları: çıkarcı, bencil, kanla beslenen vahşi ve aşağılık bir yaratık konumuna düşürmektedir. Afrika’da çocuklar açlıktan ölürken, Amerika’da obeziteden şikâyet edilmektedir. Fakat bununla birlikte, Amerikanın Afrika’daki milli menfaatlerinden de söz edilebilmekte ve bu durum milliyetçilik adına kabul görmektedir.
Çünkü çıkar milliyetçiliği akıl içermemekte ve yalnızca nefret duygularına hitap etmektedir. Eğer insani ölçüler ve akıl çerçevesinde uygulanamıyorsa milliyetçilik terk edilmelidir.
Tüm alanlar akıl ve bilimle, milliyetçilik olmadan da, daha insani ve daha adil bir biçimde düzenlenebilir. Bunun için insanın insan olması yeter diye düşünüyorum.
Yani: sormak gerekir, insanın insan olması yetmiyor mu da ayrıca milletlere bölünüyor. İnsanlar milletlere bölünmeden insan olamıyor mu?
Elbette ki insan olmanın dışındaki tüm bölünmeler yapay ve keyfidir. Ama bu devletlerin işine gelmez. Milletlere bölemezseniz insanları, renklerine göre üç dört parçadan fazlaya bölemezsiniz. Dinlere bölseniz de o kadar.
İnsanlar yaratılabilecek her türlü farklılık kullanılarak, ne kadar çok parçaya bölünebilirse o kadar çok devlet çıkar ortaya.
Bu durumda da hayata gelişin amacı insanı yaşatmaktan çok, devletleri yaşatmaya döner. İnsanlar yaşamlarını devletlerinin yaşamasına adayarak, daha dünyaya geldiği gün kendi yaşamından vazgeçmiş olur. Aksi halde neye gerek devlet, neye gerek millet. Yaşamaktan amaç, savaşlara son verip, tek bir insanlık idealinde birleşmek olmalıdır.
Ama milliyetçiliğin temelinde ben duygusu, çıkar ve üstünlük yarışı vardır. Bu yüzden çıkar sağlamak ve sağlanan çıkarları korumak için birlik veya güç oluşturmak, çıkara ortak olanların güç birliği yapması esasını gerektirir. (Çete, mafya, aşiret, oba, millet, dini cemaat vs. gibi.)
19, yüzyıl ortalarına kadar krallar, imparatorlar: soylular veya ruhban sınıflar; çıkarlarını korumak için yönetimleri altındaki insanları kullanırlardı.
Fransız İhtilalinden sonra bu çıkarlar daha genel ve yaygın olarak, birçok noktada aynı özellikleri taşımaları nedeniyle, millet sayılabilecek grupların çıkarları haline getirilmiş ve millet adına diye sağlanan çıkarlardan yönetici tabaka hem eskisinden daha fazla faydalanmış ve hem de işi milletin gönüllü olarak üstlenmesi sağlanmıştır. Çıkar sizin milli çıkarınızdır denilerek, insanlar seve seve canını verecek derecede işe adapte edilmiştir.
Aydınlanma dönemlerinin etkisiyle kültür ve bilinç düzeyi yükselen insanları, amaçsız savaştırmak hem zordu ve hem de savaşı kazanmak için gerekli öz veriyi, şartlanmayı sağlamak başka türlü olanaksızdı.
Milliyetçilik insanların direkt ben duygularına hitap ettiğinden, bunu her alanda çok kolay ve masrafsız kullanmak olanaklıydı. Örneğin bir yalan uydurup kışkırtarak rakibe, yabancıya veya öteki konumundaki birisine, ya da daha az milliyetçi olduğunu ileri sürerek kendi içinde başka bir gruba karşı milliyetçiliği kullanmak, saldırıda bulunmak çok kolay olmaktadır. Çünkü milliyetçilik, akıl yerine duygularıyla hareket eden herkesin yumuşak karnıdır.
Bir gruba tutup da falanca sizin için: “Onlar da kim oluyormuş” dedi; deseniz, herkes hiçbir şey araştırıp sorgulamadan, kim olduğunu kanıtlamaya hazırdır.
Bu konuda hepimizin geçmişinde sayısız örnek vardır. Örneğin yetmişli yıllarda Burdur’da, o günlerin büyük ve pahalı bir mekânını Töbder’e tutmak istiyoruz. Ama üye aidatlarının iki katına çıkması gerektiğinden üyeler pek de taraftar değil. O anda Töbder Başkanı söz alarak, Özel İdarede yaptıkları ihale görüşmelerinden bahsetti.
Güya orayı Sanayi Ticaret Odası da tutmak istiyormuş ve “Öğretmenler de kim oluyormuş, üç beş çulsuzla mı tutacaksınız orayı” demişler. Böyle bir konuşmanın orada geçmiş olmasına şu anda ihtimal vermiyorum, ama o zaman hiç düşünmeden hepimiz de aidatlar ne kadar artarsa artsın oranın tutulmasını istedik. Her zaman çulsuz olmaktan yakındığımız halde, onların böyle demesi, ya da dedi denilmesi hepimizi gaza getirmişti.
Sosyal bir hayvan olarak tanımlanan insan, aslında tek başına çok korkaktır. Ama kendi başına iken hiç tepki vermeyeceği konularda bile, yanında başkaları da olunca coşar. Kendi halinde gölgesinden korkan pek çok insan, gaza getirilerek kahraman bile yapılabilir.
İşte milliyetçilik insanı coşturan, gaza getiren ve yanlış yönlendirmelere olanak sağlayan çok tehlikeli özellikler taşır. Hani akşamcıların alkollü içkiler için söylediği meşhur bir söz vardır. “Şişede durduğu gibi durmuyor” derler. İşte milliyetçilik de böyledir. Hep çarpıtılıp, saptırılır. Doğal, insani ve olağan biçiminde kalması çok zordur.
YORUMLAR
tamamen katıldığımı belirtmekle birlikte bir konuda da katkı yapmak isterim..
milliyetçilk duygusunu halka empoze ederek
rant sağlayan özellikle küçük grupların yöneticilerinin
milliyetçilikle hiç bir ilişkilerinin olmadığını belirtmek gerekir.
devlet dahil..hep bir çıkar konusudur ve süregelen
bir anlayıştır...
milliyetçilik ki vatanseverlik duygusu ile eş anlamlı olarak
sadece bir yabancı devletin sizi işgal veya yok etmekle
tehtit ettiği "savaş" dönemlerinde başvurulması gereken
birlik ve beraberlik hissiyatiyle kullanılmalıdır.
...
güzel bir paylaşım.
kaleminize sağlık
Şu cümlenizde haklısınız:Mevcut uygulanışıyla milliyetçilik insanları: çıkarcı, bencil, kanla beslenen vahşi ve aşağılık bir yaratık konumuna düşürmektedir...
Ama milliyetçiliğin temelinde ben duygusu, çıkar ve üstünlük yarışı vardır. Bu yüzden çıkar sağlamak ve sağlanan çıkarları korumak için birlik veya güç oluşturmak, çıkara ortak olanların güç birliği yapması esasını gerektirir. (Çete, mafya, aşiret, oba, millet, dini cemaat vs. gibi.)...
Bölücü terör örgütünü buna örnek verebiliriz sanırım.
Turgut UZDU tarafından 7/28/2009 9:46:09 PM zamanında düzenlenmiştir.