- 1217 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ALAY'IN İÇİ (*)
Giriş’te, iki Nöbet Kulübesinin üstüne gerili Metal-Tabelada;
"Her Şey Vatan İçin!" yazar.
Onur’la girdim içeri.
Levha’nın, Kışla İçinden görülen öbür Yüzünde ise;
"Bu Kapıdan Asker çıkar!"
Gerçekten de; " Üç Ay Eğitim" ve "Silah üzerine Ant içtikten" sonra, kararlı, dim-dik Adımlarla, Alnı-Açık ve kendinden Emin, " Bambaşka bir İnsan" çıktı bu Kapıdan.
Bir Onbaşı bizi topladı;
"- Gelin buraya Bey’ler!"( Demek ki henüz "Asker" değiliz.) O, elinde bir Liste ile gelen Çavuş’a, yüksek Sesle ve "Hazır-Ol!"da Selam vererek;
"- Takım hazır Komutanım!"( Takımın Niteliğinden bahsetmedi)
"- Rahat!" (Herkes rahatladı) Çavuş, kısık Gözlerinin Ucu ile, "Sansar gibi" bizleri süzdükten sonra, Dev’in önünde durdu;
"- Sulak Yerde mi yetiştin, Kavak?"
"- Emret Komutanım!"
"- Adın ne?"
"- Emret Komutanım!" İlk defa, Kayseri’li Çavuş Cabbar içten güldü. Birdenbire, ne güzelde bir İnsan oluverdi. (Biz de güldük) O, "Zayıflığını" gizlemek için, elindeki Listeye sığınarak;
"- Susun Ulan! Dingo’nun Ahırı mı burası? Bir müddet susup, susmsmızı bekledi.(Sustuk.)
"- İsmini okuduklarım, Onbaşı’nın yanına!" İsimler okundu. Her birinden bir başka Cevap;
"- Burada!"
"- Emret Komutanım!"
"- Hoop!"
"- Geldi!"
"- Tamam!"
"- Evet!"
"- Bura, haçen"
"- Sağ ol!" Hatta;
"- Yeşşee!" diyen bile oldu. Bense, Elimi Havaya kaldırıp, sessizce geçmek istedim;
"- Burada, demeye Dilin mi varmıyor, General?
"- Emret Komutanım!"
"- Yoksa Tenezzül mü etmiyorsun?"
"- Emret Komutanım!"
"- Nerelisin!"
"- İstanbullu !"
"- İstanbullu Parlak! Geç oraya!(Kayserili Çavuş Cabbar’ı, ileride "daha iyi" tanıyacağız.)
Onbaşı, bizleri Depoya doğru sürdü.Depoda bizlere, İsmimiz yazılı bir-bej-Keten Çuval içerisinde; Eğitim Giysileri, bir çift Postal, Çoraplar-Fanileler-Donlar, Kep, Palaska, üç Kalıp Sabun, 6 adet Asker Cigarası( Bu Sigaranın soluk Saman Kağıdı, küf’lü-nemli Kokusu ve koyu kahverengi, gri Baskılı "Mehmetçik" Resmi hala aklımda.)
İlkin;
"- Şimdi Berber’e!(kırpıldık. Sakallar-Bıyıklar kazındı.)
Sonra;
"- Herkes Hamam’a! İyi yıkanın! Tüm Kıl’lar temizlenecek! Kontrol var!". Dağıtılan Ağda’nın Karpit Kokusu ve birde Can Acısı;
"- Oy, Anam oy!"
Hamam’a girmeden;
"- Ev Elbiselerinizi Çuvala koyun! Üstünde İsimleriniz var! Terhis’te iade edilecek!"( Çok beklersiniz! Biz bu Giysi’leri Cenk Güner ile "72.nci Koğuş" Tiyatro Oyunu’nu oynar iken "Köylü Kostümü" olarak kullandık, bitlendik, ilaçlandık ve mazotlandık.)
Banyo’dan sonra;
"- Adem Baba’lar! Herkes buraya! "Kabuklu", "Zührevi" ve "Kıl" Kontrolu var! Onbaşı bile utandı;
"- Geç! Geç! Geç! Geç!(Geçtik.)
"- Tek-Tip Eğitim Giysi’lerinizi giyin! Uymayanlar değiştirelecek! Bir tek "Dev" in Boyuna-göre-Giysi bulunamadı.( Herkes güldü)
"- Susun Ulan! Gel buraya, Yürüyen Minare!" Dev’in El ve Ayak Bilekleri 10-15 Santim dışarıda idi. Ne Pantolon Dükkan’ı nede Göğüs Düğmeleri birbirine kavuşabiliyordu.
"- Terzi gelsin!"(Gelir)
"- Ölç ve Karavana’ya kadar uydur, "Yenisini" getir!"
"- Baş üstüne Komutanım!" (Ölçer ve gider.)
"- Karavana’ya kadar, herkes sebest! İç Avlu’yu "Terk etmek" Yasak! Yatak Listesi Koğuşlarda asılı! İsminizi arayın! Birleştirilmiş-ikili-Ranza’larda, "üçlü" yatılacak! "Doğum Tarihi"ne göre, durdu;
"- Ortanca, ortaya!" (gülenler. itip-kakıp "Sandık" üstüne birkaç Muzur Kelime söyleyenler...)
"- Dağılınılan!" (kimse dağılmadı.) Onbaşı, dağınık bir şekilde iç avluyu terk etti.
"Dev" yanıma çökmüştü;
"- Adın ne, Kurban?"
"- Mehmet." Güldü. Çoban Köpeğinin adı da "Memo" idi.
"- Adaş’sın demek?"
"- Kimle?" Tekrar güldü.
"- Hiç!" Nasılda yalan söylüyordu, Kerata. Bir Sigara uzattım.
"- Kullanmam, Kurban." Bir Sigara alıp, yaktım. Ben içerken, bir müddet sustuk. Beni, "Soru dolu" gözleri ile süzüyordu. Bir Şey söylemek istiyordu da, cesaret mi edemiyordu, acaba? Ona yardım etmek için:
"- Senin Adın Ne?"
"- Çoban Hati Çobanoğlu" Cigaramdan bir derin Nefes daha çektim.
"- Nerelisin?"
"- Muş’lu" Bu sefer "Gülme Sırası" bana gelmişti.
"- Ne gülen, Balam?" Dumanımı usulca yere üfleyerek, mırıldandım;
"- ORASI MUŞ’TUR.
YOLU YOKUŞTUR.
GİDEN GELMİYOR.
ACEP...."
Keşke "demez" olaydım. Sen misin, söyleyen? Daha Cümlem bitmeden bir Çığlık’tır koptu! Bu Feryat, İç Avlu Çeşmelerinin Mermerlerinde yankılanıp, "İnce bir İğne Deliğinden" geçer gibi, deldi Kulaklarımı, Yüreğime işledi. Bu Ses o kadar temiz ve tiz, o kadar derin ve duyarlı idi ki, İliklerime kadar ürperdim;
"- KIŞLA’NIN ÖNÜNDE ÇALINIR SAZLAR.
GELİN EFENDİLER, OYNAYIN KIZLAR!
ORASI MUŞ’TUR, YOLU YOKUŞTUR.
BALA’M GELMİYOR. ACEP N’OLMUŞTUR?"
Birdenbire, etrafımızı çeviren "Meraklı Gölgeler" bir Çadır gibi Tepe’mizi kapadı ve bu "Ses’in Sahibi"ni görmek için, Çemer daraldıkca-da-daraldı;
"- Nur ol!"
"- Çok Yaşa, be!"
"- Ağzına sağlık!"
"- Ne Ses Birader!"
"- Bre, ağlattın beni!"
"- Sağ ol !" deyip de, Hati’nin Sırtını sıvazlıyanlar, Sabun ve Sigara’larını ona hediye edenler...Hele Biri;
"- Her şey bu Sese feda, ulan!!" deyip elindeki Tesbih’i ona vermesin mi?
Gözümün Önüne Zeki Müren’in "Mahpushane" Filminden, "Koğuş Sahnesi" geliverdi;
Koğuş’a "Yeni Bitme" olarak Gardiyan’ın yanında perişan hali ile Zeki Müren girer.Birdenbire bir "Kahkaha"dır kopar. Kimi "Alay"eder, kimi "Hakaret". Verirler; İbriği, Süpürgeyi, Faraşı eline. Meydancı da, Omuzundaki Havluyu onun Omuzuna atar ve Zeki Müren’in "Bere" sini kapar, başına takar. Yani o’nu "Meydancı" yapar. Çöker, Zeki Müren Koğuşun Duvarına, yaslanır. Kahrından (Hati-gibi-aynen) başlar Gazel’i çakmeye;
"- MAHPUSHANE, ÇEŞM-İ SİYAH, MEYDANE! YETİŞ EY HAMZE, YETİŞ! iMDADE!"
Bu Ses’e "Şok" olur tüm Mahpuslar. Biri İbriği alır Elinden, öbürü Süpürgeyi-Faraş’ı. Hele o, Bere’yi kapan Meydancı, gelir alır Havlusunu, Omuzuna atar. Dostça geçirir Bere’yi Müren’in Kafasına takar, tekrar okşar üstünden;
"- Kusurumu bağışla!"
"- Dağılın Beyler. Herkes kendi Derdine!"
"- Bir Rica’sı var Asra Bacı’nın."
"- Söyle Hati." O, utanarak küçük bir Pusula uzatır, Cevap yerine;
"- Okuma-Yazma na zanım, yok! Oku hele bilem, Balam; Ne yazmış Asra Bacı’n" Okurum;
"Er-Erkeğim Hati.
Biz gayri, Asker kızanıyız."
"- Sözlüm."
"- Hı."
"Hayırla bitir Sılanı, Balam. Tezce gel gayrı"
"- İbibik’ler öter-ötmez ordayım, Gülüm." Güldük.
"Bohça’ya bir Çift Çorap ko’dum, Tiftik Yününden. Komutanlar ister ise de ver. Biz, yine size örer de, göndeririz. Tüm Dert, Ayaktan gelir, bilen. Bir de Kuşağına Göz-Kulak ol, emi! Biz,
özleriz sizi."
O Kuşak! Aman Allah’ım o Kuşak! Geri almak için neler çektik. Ne Sıhhıye’ye gitmediğimiz kaldı ne de Komutan’a.İlk Gün almışlardı, Hamam’da. zar-zor, Rica-Minnet, Yalvar-Yakar ve nihayet;
"- Üstünüze Afiyet! Bel Fıtığı, Böbrek Taşı, Karaciğer İltehabı, Safrakese Sancısı..." Hepsini denedik. Sıhhıye’den çıktı Emir.;
"- Hati, Kuşak Takacak!" Aldık. İçinde gizli bir Cep vardı.
"- Şükür! Fark edip, sökmemiş Komutanlar."
"- Peki Hati. Sen bu Paraları nerene soktun, bu güne dek?"
"- Devlet Sırrı, Balam." Güldük.
Üç-beş gün sonra;
"- Balam, yazalım hele Asra Bacı’na Cevabı."
"- Olur Hati."
"Kızanlar. Bizi mutlu ettiniz. "
"- Ama Hati, neden biz?"
"- Ben yazar isen, olur okununca "sen" Kardaş!"
"- Doğru."
"Biz Kuşağı zor aldık. Emanet ve Mektuplarınızı saklarız içinde. Katip Memo-İstanbullu, çok hoş bir Adaş. Selamlarız sizi."
Cevap;
" Hati ve Katip-Memo. Şehirden kötü Haber geldi. Emmi’m okudu. "Uzatmalı" olarak bir devre fazla yemişiz. "Okuması yok ki Garibanın" dedik, anlamazlar.Boş verin Uşaklar! Zati, Hati "Çavuş olur" diye sevinirdik. "Uzatmalı" olmuş, fena mı yani?"
"- Yaylada idim Kurban. Köy’den bir Gün Boyu uzak. Zaten anlamam. Devre’mi kaçırmışım, Kaçak olarak. Ağa, Kızını vermez, Askerlik yapmayana, bilirsin."
"- Geçer Hati! O da geçer."
Bana en çok üç Ay değil, "senden sonra Teskere" koyar, Balam"
Üç Ay Eğitim bitti. Dostluğumuz kaynaştı, perçinleşti. Daha nice Mektuplar aldık, yazdık. O, herbirini Kuşağında saklar. Asra Bacı’nın Mektuplarını, Dayı Kızı Emre Bacı okur-yazar. Onlarda hep, benim gibi, ara-sıra Kürtçe Kelimeler kullanıp "biz" diye yazarlar. Ben anlamayayım diye. Okurken, Telaffuzuma güler. "Mana"sını da sormam. Bilirim; O kadar da Özel Hayat’a saygı gösterileceğini.
Bundan sonraki; "Asra Bacı Mektupları" o, 24 Aylık birlikte geçen iyi-kötü, mutlu-acı Yaşamımızın Ürünüdür. Çoban Hati Çobanoğlu öyle bir "Kişilik" tir ki, onu yazmak hiçbir Kalem’e sığmaz. Yine de ben gayret ettim, sizlere Gerçeği "Yalın" olarak burada iletmeye. Türkçe-Kürtçe, İmla-Söz Hatası var ise;
"- Kusur-u-Af’ola!"
Kara Zurna.
(*) Bu Öykü; "Çobanoğlu Hati Oratorya’sının" giriş bölümüne aittir. Lütfen, tüm "Hati" Şiirleri’ni okuyun.