Seni Her Gün Doğuran da Benim Öldüren de...
Aşkımıza tanıklık eden ve dokunan yerlerde anıları tekrar canlandırmak yaşamaksa da, son perdesinde o sahnenin hançerlenmek; bu da ölüm demekti işte. Sahnenin son perdesi de, acılar içindeyken ben, öylece üzerime düşüyordu ve karanlıkla kaplanıyordu yeryüzü her defasında. Sen ise şikâyet ediyordun; “Doğum günümü bile kutlamadın!”
Kasıtların o kadar uzağındaydım ki, teklifsiz biri gelip tutsaydı kolumdan ve çekip götürseydi, nereye demez, sormazdım…
“Ben de iyi değilim uzun zamandır. Gerginim oldukça. Hayata karşı tepkiliyim ve yaşadığım her gün git gide daha fazla geriyor beni ve gerilmekten de yoruldum. Yaşamak da istemiyorum artık.”
Attığım her adımımda, baktığım her yerde seni aramak… Nefes aldığım her yerde nefes aldığın yerleri düşünmek. Gündüz vakitlerinde bile heyulalarla boğuşmak. Yaşamak denmezdi bunlara da beni koyup gittiğinden beri. Aşkımıza tanıklık eden ve dokunan yerlerde anıları tekrar canlandırmak yaşamaksa da, son perdesinde o sahnenin hançerlenmek; bu da ölüm demekti işte. Sahnenin son perdesi de, acılar içindeyken ben, öylece üzerime düşüyordu ve karanlıkla kaplanıyordu yeryüzü her defasında. Sen ise şikâyet ediyordun;
“Doğum günümü bile kutlamadın!”
Evet kutlamamıştım çünkü, seni her gün doğuran bendim bu ölü bedenden. Doğuran da bendim, öldüren de. Affı yasak kılınan bir katildim artık. Sayısız kere doğurmuş ve sayısız kere öldürmüştüm seni. Hala ölmek mi istiyordun?
“Öldür beni! Keşke bir araba çarpsa, biri bıçaklasa, yolda giderken kurşunlara gelsem. Kendimi öldürecek kadar bile gücüm yok. Güçlü görünüyorum ama kimse bilmiyor öyle olmadığımı.”
Bunu yeni öğrenmiyordum. Elinde bir hançer, durmadan hançerliyordun beni oysa aşkımın gücüyle dimdik ayakta dikilirken. Gücün o kadardı senin; sana sarılanı hançerlemeye yetiyordu gücün; ya da bununla besleniyordun. Sen dememiş miydin;
“Bir gün ben de çok sevecek ve ben de terk edileceğim.”
Sana anlatmaya çalıştığım o bir zamanlar duyamadığın çığlıkların, şimdi boğuyordu seni. Ayağa kalkacak gücün bile yoktu şimdi düştüğün yerden.
“Evet. Şimdi de ben hançerleniyorum.”
Hançerleniyordun aşşağılık bir hançerle ve izzetsizce yerlere düşürüyordun ihtiras dolu bedeninle, o zavallı yüreğini, hakkı olmadığı halde. Nefretimi güçlendirmekten başka etkisi yoktu sözlerinin. Bir zamanlar dünyanın kalbinden kutsal kâselerle sana sevgisini sunan ben, ne yazık ki senden nefret ediyordum artık. Ve yaptığın zulmü, evet zulmü hak etmeyen yüreğini de, beden kafesinden çıkarmak istiyordum artık.
“Nefret etmek de sevgi kadar doğal ve güçlüdür.”
Hayır, bu başka bir şeydi. Doğallığı ve gücü batsın. Bana neydi bunlardan. Neden söylüyordun bunları bana. Ben hançerlememiştim seni. Nefretimdin; sevgiliydin; sevgili nefretimdin. Ben…Seni seviyordum ne yazık ki. Ve seni sevdiğimden beri yeryüzünde yalnızca bana ait bir dehlizi keşfetmiştim ve oradaydım öylece yıllardır ve karanlıktı her yer.
Saldırganlıkla suçluyordun beni, hala anlamadan sevgimi, nefretimi ve bu iki sarmalda boğulan ruhumun cinnetini. Ve sen de seni sevmeyeni seviyor ve hançerleniyordun şimdi. Üstelik,
“ Bir dehlizim bile yok”tu senin.