- 819 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATA DAİR İLK DERSİM
Helikopteri ilk görüşüm, çocukların "Koşun, koşun çocuklar helikopter geliyor," bağrışmaları arasında oldu.yükseklerde uçarken ilk gördüğümde havada uçan bir sinek görüntüsünde idi.Yere yaklaştıkça umduğumdan daha büyük olduğunu anlamaya başlamıştım.Tozu dumanı havaya savurarak yere indiğinde ise sinek görüntüsü veren şeyin hareket halindeyken dönmekte olan pervaneleri olduğunu farkettim.Meğerse düşündüğümden çok daha büyük bir Askeri helikoptermiş...
Evimizin karşısındaki boş araziye inen helikopterin neden indiğini anlamak için yanına yaklaştığımızda ise, yakıt ikmali ve erzak temini için indiğini öğrendik.İhtiyaçlarını temin edip Kıbrıs’a geri dönecekti.O günden sonra hergün olmasa da, günaşırı bir helikopter evmizin karşısındaki boş araziye günde en az bir defa inip, ihtiyaçlarını temin edip geri dönüyordu.
Bazan zır çocuklar meraklarını gidersinler diye, onları sevindermek için gönüllü olanları bindirip ( tabi aynı zamanda benim gibmi korkak olmayanları)etrafta şöyle küçük bir tur attırıyorlardı... Ben çok korkuyordum çünkü bu aracın havada nasıl uçtuğuna, nasıl havada uzun süre kalabildiğine anlam verememiştim.Bir de tabi bunun yanısıra Mahallemizde bulunan "Cengiz Topel İlkokulu" nun adını Cengiz Topel adlı kullandığı uçak düşünce hayatını kaybeden bir pilottan( Ruhu şadolsun!) aldığını duyunca benim binmem mümkün değildi...
Bazan insanlar, Kıbrıs’ta neler olup bittiğini soruyorlardı.Verdikleri cevaplar kısa, öz ve umut verici tarzdaydı.Bu bizi mutlu ediyordu.Rum kesiminde her evde en az iki tane TV olduğunu söylemeleri bize oldukça şaşırtıcı ve hatta abartılı gelmişti. Bizde henüz yaygınlaşmamışken, henüz her evde birer TV yokken, onlarda her evde iki tane olması bizi hayrete düşürmüştü.
Bize akşamları ışıkları yakmamamız ve pencereleri gazetelerle kaplamamız gerektiğini,
burada ışıkları görüp yaşanan bir yer olduğunu düşmanların görmesinin bizleri tehlikeye sokacağını söylüyorlardı.Bu sözleri hergün gazetelerde de okuyor ve radyodan da dinliyorduk.Bu durum bizi hem üzüyor, hem de olumsuz etkiliyordu." Gazeteci Adem Yavuz" şehit edildi, ( Ruhu şadolsun) diye okuduğumda gencecik bir insanın ölümü beni gerçekten derinden etkilemişti.İşte o an bayrağı devralmak onun yaptığı işe kaldığı yerden devam etmek geldi içimden... Ama bunun için yaşım çok küçüktü.Ancak,"Birgün geç de olsa kalemi elime alıp bu duygularımı mutlaka dile getireceğim," diye söz vermiştim kendi kendime... Bu benim için bir vefa borcu idi adeta... "Hatta bir ara ilerde büyüyüp, evlenip bir oğlum olursa adını "Adem Yavuz" koyacağım," şeklinde bile düşünmüştüm.
Bir ara gazetede şöyle bir yazı okudum," Ayşe Kıbrıs’a Tatile Gidiyor..." !" Allah Allah, kim gidiyor, nereye gidiyor, nasıl gidiyor, şimdi Kıbrıs’a tatile gitmenin zamanı mı bu nasıl kel alaka bir durum!"... Çocuk aklımla ben, gel de şimdi çık işin içinden!... Kafayı yedim, yiyeceğim... Müthiş paniklerdeyim! Sonra öğrendik ki; zamanın Başbakanı Rahmetli Bülent ECEVİT’in bir taktiği imiş bu Kıbrıs’a asker çıkarması yapmak için... Yani Çanakkale Şavaşı zamanındaki "Truva Atı" taktiği gibi bir taktik... "Ohh bee! Dünya varmış! Nihayet bugün rahat bir uyku uyuyabilirim.Şükürler Olsun Sana ALLAHIM, binlerce şükürler!" diyerek o gece rahat bir uyku uyudum.
"Allahım geçmez gecelerde, olmayan sabahlarda koymasın YÜCE MİLLETİMİZİ! AMİN!"
Bugünler bitecek mi, ne zaman bitecek derken 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Barış
Antlaşması imzalandı.İmzalandı imzalanmasına ama benim çocuk kalbim hala huzurlu değil... Bir millet, bütün bunları yaşar da bir yıkımın ardından nasıl toparlanıp ayağa kalkabilir, nasıl yaralarını en kısa zamanda sarabilir, nasıl tekrar kaldığı yerden hayata devam edebilir, acılar, ağrılar, yüreklerdeki yangınlar, hala kanayan yaralar nasıl bir çırpıda sarılabilir ki!
--Ahh kalbim her acıyı bu kadar taa derinden hissetmek zorunda mısın?
Sen henüz küçücük bir çocuk kalbisin, bir çocuk yumruğu kadar olan halinle nasıl bu kadar acıyı içinde barındırabilirsin yazık sana!...
-- Peki yazık değil mi, herşeylerini kaybeden o insanlara!...
Bu duygularla zaman geçti ve okullar Yeni Eğtimi yılına başladı.Ama bizde istek yok...
Bütün arkadaşlarda bir moral çöküntüsü, geleceğimize karşı bir umutsuzluk ve belirsizlik var. İlk defa o yıl bir öğretmenimiz, Müzik öğretmenimiz ( Daha sonra Rahmetli oldu, Allah rahmet eylesin!) bizimle oturup sohbet etti.Ve sözleri bizi çok etkiledi.Şöyle demişti öğretmenimiz,"İnsan inandıktan sonra yapamayacağı, başaramayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbirşey yoktur! Yeter ki; inansın, yeter ki ben başaracağım desin.Yüreğindeki bu inanç onu daima başarıya ulaştıracaktır. Yüreğindeki bu inanç en zorlu savaşlarda bile bir milleti galip kılmış, en kazanılması zor denilen savaşlardan zaferle çıkmasını sağlamıştır. Yaşamımız boyunca içimizdeki bu inancı asla yitirmemeliyiz. İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR! bunu asla unutmayın! Öncelikle de kendinize İNANIN!"
İşte bu sözler hayat yolundaki anahtarım oldu yıllardır...Bu sözleri yaşam boyu başarılı olabilmek, sıkıntılar karşısında dimdik ayakta kalabilmek, her sıkıntının ardından yeniden doğmuş gibi taptaze hayat dolu hissetmek için, uymam ve uygulamam gereken bir kanun gibi algıladım.İyi ki de öyle algılamışım... Şimdi her zorlu sıkıntının ardından zafer kazanmış bir kumandan edasıyla ayakta dimdik(Çok Şükür!) durduğumu gördüğüm zaman kendimle müthiş gurur duyuyorum ve içimde müthiş bir yaşama şevkiyle dolu, yaşamaktan zevk alan duygularla bakıyorum hayata... Ve en zor şartlarda dahi içimdeki
yaşama sevincini, zorluklara karşı mücadele azmimi daim kıldığı için şükrediyorum, YÜCE ALLAH’A...
P.METİN