- 690 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Bir Ateş Artığıdır Sevda
Kırmızı Bir Ateş Artığıdır Sevda
Boyutlar arıyorum bir aşkın seyir defterinde, nefessizim gelgitlerle
Çoğul bir umudun günü geçmiş biletlerini biriktirdim ben senelerce
Fırtınalarla tahripleşen yüreğim harap, sığamadım sevda gecelerine
Mahsur kaldım unutuluşun limanlarında, gizlendim riya peçelerine.
Öfkelerimi mayaladığım yerdeyim yine, gün devrilene kadar seni yazarım bekleyiş günlüğüme. Yükselen denizlerin tana sarılışı ölümse, niye bu sessizlik gülüm yüreğimdeki. Deliren sorgularımı da özleyince ve yumruklara bölünen sırlarımı örseleyince, içime düşen acın mıdır böylesine? Yangın düştü gövdeme, kanatıyor yokluğun sözlerimi gülüm. Seslen de coşkulara at tekrar sevdalını, özlemimi ayaklarının altına, o eşsiz sevginin bahçesine sereyim.
Uzun bir günü çektim sensizliğin sabır iplerine, kıyımlarla bölünen ruhuma aldırmayarak. Olabilecek en kötü şeyleri düşündüm ve ben sen yokken Ağustosta çok üşüdüm. Bir yanım düğündü, bir yanım ölüm, ben kırmızı bir şafakta sensizliği düşündüm. Renklere boyadım gökyüzünü, parçalara ayırdım sözümü, umarsız bekleyişlere beledim asil özümü ve bir yangın yerinde ben aşkın şifresini düşürdüm.
Tüketilmiş anların yorgun evlerinden dışarı atardın kadın bedenini, ben bir yelin gövdesine asınca düşüncelerimi. Saklanamaz itirafları saklardın dilinin altında, sesimin ılık damarlarına atarak kendini, içimdeki özlem ovalarını geçerdin. Onlarca sözü taşırdın içinde, ben en çok beni gururlandıran öfkemin sebeplerini seçerdim. Yanardı yüreğim, kanardı dizlerim, ben her geçtiğin yolu aşk diye peşinden geçerdim.
Kuraklığa dualı yarınların göçlerine bir ömür sararız, içimizdeki deli sevilerin kırık plakları dönerken. Kırmızı bir ateş artığıdır sevda, aşkın gökyüzüne uçurtma hevesleri ile bakarken. En çocuk yanımızda gülümser aşk, biz kendi fısıltımızı yüreğimizde saklar iken. Sevişmesiz günler biriktiririz coşkulu parmaklarımızda, çırılçıplak ruhumuzdaki birikimleri hayatın ovalarında yağmur bekleyenlere serper iken.
Hep o masal tutunuşlarıyla örselenmiş bir suyun öte yakasını düşlerdik, içimizdeki hazin boşlukların hendeklerinden atlarken. Hep bir ömrün sıkışık duvarlarını aşmak isterdik, yüreğimizdeki derin kuyular gün ışığını özlerken. Sızılar sürdük aşk özlemli yüreklerimize ve ağrılarla donattık gönül odalarımızı. Her sızı kendini aştı, her ağrı mutluluğu hazmetmek için savaştı ve hızla tükenen günler bizi birbirimizden uzaklaştırdı.
Bulutun sırtı değince kendine yorulur göğün damarı. Parçalanmış dökülüşlerin içinde koşuşur insanlar, bir damla serinlikle kendinden geçerek. Kaygımın sızısıyla ararım seni bu kentte, sorarım su taneciklerine içli türkülerimle. Sen başka bir kentin caddesinden gelip geçer, dudağımdaki yorgun suları sabırla içersin. Islanır birden yüreklerimiz, darmadağın olur dileklerimiz ve biz yine de aşkın o yıkık köprülerinden yürek yüreğe ölümsüzlüğün yamaçlarına geçeriz.
Sıkılınca dişlerinin zembereği bir kelebek çıkar aşkın kavruk kozasından, uçar bilinmez bir ömre. Kırık hesaplaşmaların restleşmelerinden özlem doğar gülüm, bunun için sözümüz geçmeyecektir ne düne, ne de vazgeçemeyeceğimiz gerçeğimize. Dudaklarımızdaki mor sızıları sakla sevdanın heybesine, ömür dala kırılırsa sızlar hep için. Bir ömrün döküldüğü yerde aşk huzurlu bir liman gibi sevdiğini bekler unutma. Ayaklarının nasırlarında bile cam kırığı sevdalar kanarsa, mutluluğun yağız atı seni kaf dağının ardına ulaştıracaktır, unutma.
Bu son gecesi olsun seni bekleyişlerin öyleyse, bardakta dudağımın izi, damakta hüznün alaca tadı kalsın. Bir bizi kollarına alan denizlerimizin derinliklerine gizlensin içimizdeki sevilerin şifreleri. Bu gece bir sancının yanık odalarında son bekleyişimiz olsun, başkaldırılarımızın şafaklarını birlikte karşılayalım. Sevda mintanı giydiremediğimiz bedenimizi ve aşk sularıyla yeşertemediğimiz bahçelerimizi hayata bırakarak gözlerimizi unutuluşa kapatalım.
Selahattin Yetgin