- 495 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bİ ŞEY-Cİ(!) OLMAK
Kendisini henüz tanıyamamış kişilerin ihtiyaç duyduğu bir hâldir bi şeyci olmak...
Güdülmekten hoşlanan, aksi hâlde ortada dam dazlak kalacağını düşünenlerin dayanak noktası ve de bazen maddi, ama kesinlikle manevi menfaat kapısıdır orası..
Kendi özgün fikirleri olmayanların tek adresi..
Bilinçlerdeki bu kanserleşmiş düşünceden, ne zaman geçilir bilinmez ama bu işin sonu çok tehlikeli..
Nasıl anlatayım ki size bu hâli..?
Şimdi bu yazımı okuyanlardan hiç üzerine alınmayanlar olacak.. aa.. “ne güzel yazmış” deyip, geçip gidecek olanlar..
Bir de bir AN durup, kendi hâlini sorgulayanlar olacak hiç şüphesiz..
Biliyor musunuz, insanların(!) en çok yaptığı ama bir türlü başarılı olamadıkları şey nedir?
KENDİSİNİ KANDIRMAK!
Ama boş iş maalesef..
İnsanı olduğu yerde saymaktan ve hatta daha da geri götürmekten başka bir işe yaramıyor..
İnsanın, kendi ÖZ’ündeki kuvvelerin farkına varamayarak, birilerine yamanması, tabiri caizse “benim arkamda şu kişi var, bu teşkilat var” demesi; demese dahi düşüncesinde bu hâlin yer alması.. İşte bu; kanserleşmiş Bİ ŞEY-Cİ(!) OLMA düşüncesi..
Bu düşünce tapınacak bir TANRI arayışıdır aslında insanın.. Kendisine sığınılacak bir PUT arama hâli.. O kişiyi ya da grubu, topluluğu kutsama, tanrılaştırma..
Bu düşünce ürünü insanların(!) dahil oldukları grupta yer alma nedenleri, Birlik ve Beraberlik düşüncesinin getireceği GÜÇ değil, tamamıyla kendisine güvensizliğin ve onu takip eden korkunun getirmiş olduğu yamanma duygusudur.. Onun veya bunun yanında, hiç bir özgün fikri olmaksızın, taraf görünerek günü kurtarmak, taklidi bir yaşamla ömür sürmek ve güdülmek..
Zordur bu insanları(!) ayırt etmek insanlar içinde...
İzan – Basiret – Feraset gerekir onları bilebilmek ve ayıklamak için...
Bu düşünce öyle kanserleşmiştir ki bazı bilinçlerde, adeta TANRIsı rolündedir o kişi ya da grup onun için.. Az önce de belirttiğim üzere kutsamıştır, tanrılaştırmıştır onu zihninde farkında olmadan..
Öyle bir hâl almıştır ki; artık yeniye açık değildir böyle kişiler, yenilenmeye ise hiç.. Zaten yenilenmek değildi ki gayeleri.. Zaten farkına varamamışlardı ki onlar, evrenin(!) HER AN YENİ BİR ŞANda olduğunun..
Yalnız kalmaktan korkar onlar, kendileriyle başbaşa kalmak ürkütür onları.. Netice de gelip geçerler bu dünyadan.. Kaybettikleri bir yana dursun, bu düşünceyle neleri kazanamayacaklarının dahi farkında olmadan..
Bir sonraki AN’da varırlar farkına HAKikatin ama faydası yoktur artık “ben bunu bilmiyordum” demenin..
Neyi mi!?
Bir işi başarabilmek için her türlü kuvvenin kendilerinde mevcut olduğunu.. Hiç bir ŞEYe muhtaç olmaksızın ayakta durabilecek gücün varlığında, ÖZ’ünde bulunduğunu...
Bunu idrak edebilmenin TEK yolunun ise ancak va ancak insanın KENDİSİNİ TANIMAKTAN geçtiğini...
Sokrates “insan, Kendini Tanı” derken, Yunus Emre “İlim ilim bilmektir. İlim Kendini Bilmektir” derken, Linda Thomson “Özgürlük, Kendini Tanımaktır” derken, Lao Tzu “Başkalarını bilen kimse bilgili, Kendisini Bilen Kimse Akıllıdır” derken, John Lubbock “Dünyada en kolay şey DEDİKODU yapmak, en zor şey KENDİNİ TANIMAKTIR” derken ve Nurettin Pala “İnsan denilen meçhul, Bir kapalı zarf ve pul, Sensin çekilme sokul, Kendini Bil Kendini, Yık meçhuller bendini” derken ve nice GERÇEĞİ görmüş insan(!) bu SIRRA işaret ederken... Acaba Neyi fark ettirmek istiyorlar Bizlere..
Yordum yine sizi, özür dilerim.. Bir kaç cümle daha yazıp bitiricem..
Biilelim ki; dünyada iki kategoride insan vardır.
1. Bi ŞEY-Cİ(!) olup, güdülenler..
(Taklitle yaşayanlar)
2. Düşünen, soru soran, araştıran ve uygulayanlar...
(Tahkikle yaşayanlar)