- 1972 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FOÇA HİKAYELERİ 1 - KARATAŞ
FOÇA HİKAYELERİ – KARATAŞ
Eski Foça’ya ilk defa kayınpederimle deniz taşları toplamak için geldim.
Ege kıyılarında şirin , güzel ve temiz bir balıkçı kasabası.
O sabah , ilk iş babamı daha önce Foça koylarında gezdiren motorcu Şevki’yi bulduk ve öğleden sonra buluşmak üzere randevulaştık.
Babam,
-Attila , seni öğlen bir balık lokantasına götüreceğim ki , çok beğeneceksin.
Saat bir gibi Foçalı restaurant’a gittik. Sahibi , kapıda karşıladı.
Babam,
-Tanıştırayım. Damadım Attila.
Beyefendi de Cemil Bey.
Senelerce Büyük Efes Otelinin Şefi idi.
Uzun zamandır yemediğim enfes yemekler ve tatmadığım yeni tatlar buldum burada.
Foçalı Restaurant Foça taşından inşa edilmiş eski bir Rum evi.
Kalın , sarı renkli, kolay yontulan Ege ve Akdeniz yöresi taşları.
Bir kenarda büyük bir ocak , insanın içini ısıtan sıcacık bir yer.
Duvarlara , siyah beyaz fotoğraflarda Foça manzaraları , Atatürk ve Cemil Beyin gelmiş geçmiş devlet büyükleri ile çekilmiş resimleri asılmış.
Foçalı restaurant’ı öven gazete makaleleri de yan duvarları kaplamış.
Tam karşımdaki duvarda da Ege balıklarının resimleri ve altlarında da Türkçe İngilizce isimleri yazılı koca bir camlı pano var.
Cemil Bey,
-İsterseniz bana bırakın mönüyü.
Madem Attila kardeşim ilk defa Foça’ya geliyor , size özel bir şeyler hazırlatayım.
Tamam dedik.
Belki tatmamışsınızdır diye yazıyorum.
Önce, istiridyeyi andıran kabuklu deniz mahsulü dolu bir tabak geldi.
Cemil Bey,
-Bunlara akuvadis denir.
İzmir ve Çeşmeden getirtiyorum.
Akuvadis’lerin kabukları açılıp üzerlerine bir dilim kaşar peynir konduktan sonra kapatılıp fırınlanmış.
Enfes bir lezzet.
Sonra çok değişik baharatlı , cevizli taratorlu kalamar.
Upuzun bir tepside de kırmızı renkli koca bir balık buğulama.
Mantarlı , domatesli , soğanlı sosu da cabası.
-Cemil Bey , ne balığı bu ?
Hiçbir şeye benzetemedim.
-Önce bir tadına bak lütfen.
Beğeneceğini umuyorum.
Kendi kendime,
-Allah , Allah dedim.
Şimdiye kadar yediğim en lezzetli balık bu.
-Bu balık sizin bildiğiniz , dikenleri zehirli çarpan balıktır.
Derisi ve dikenleri yüzüldükten sonra pişirilir.
Balıktan sonra, çeşitli Ege otlarından yapılmış küçük tabaklarda sunulan şevketi bostan, turp otu , arap saçı , ebe gömeci , roka , tere , ve börülce gibi değişik salata ve mezeler tattık.
Üstüne birde fırınlanmış , küçük güveçlerde ikram edilen çikolata sufleden sonra yerimden zor kıpırdayacak hale geldim.
Yemekten sonra , küçük deniz sahilinde Şevki yi bulduk.
Şevkinin pancar motorlu teknesi ile ; orağı andıran Orak Adası , İlyada destanında anlatılan , deniz kızlarının şarkılar söylediği Siren Adası , Atatürk’ün profiline benzeyen Atatürk Adası , Kosova koyu’nu tek,tek gezdik.
Rengarenk deniz çakılları topladık. (Babam deniz taşları desenlerini model alıp, soyut
yağlı boya tablolar yapıyor).
Siren Adasından , denizin dalgaları vurdurarak şekillendirdiği , futbol topu büyüklüğünde yontulmuş doğal heykelcikler topladık.
Dönüşte Şevkiy’e,
-Şevki ağabey , ne güzel bir yerde yaşıyorsunuz yahu.
Hayran oldum Foça’ya.
-Eh olacağı buydu.
Sen Foça’nın kara taşına basmışsın mutlaka.
-Nedir bu kara taş Şevki ağabey?
-Efsaneye göre Foça’da bilinmeyen bir yerde kömür karası bir taş varmış.
Kim bu kara taş’ın üstüne basarsa buradan ayrılamaz ve eninde sonunda Foça’ya yerleşirmiş.
Güldüm.
Şevki ; sen beni çok sevdin her halde ki böyle bir şey uydurdun.
-Bak göreceksin baba.
Ben haklı çıkacağım.
Sen buraya yerleşip Foçalı olacaksın.
İstanbul ‘a döndükten bir sene sonra tekrar İzmir’e babamı ziyarete geldik.
Bir hafta sonra babam sordu.
-Foça’ya gitmek ister misiniz?
-Vallahi babacığım çok sevinirim.
Tekrar bir yemek, yemek isterim Foçalı da.
Foça’ya akşam üzeri geldik.
O senelerde burada yalnız iki otel vardı.
Hanedan oteli daha sessiz sakindir demişlerdi.
Hem de deniz kenarında.
Bizde o akşam Hanedan’a yerleştik.
Akşam , Günseli ile mehtabı seyredip birer bira içmek için otelin denize nazır cafe sine indik.
Yakamozun, eşsiz güzelliğine karşı biralarımızı yudumlarken , biraz topluca , yüzü Turgut Özal’ı andıran gençten biri masamıza yaklaştı.
-İyi akşamlar , Foça’ya hoş geldiniz.
-Teşekkür ederiz. Hoş bulduk.
-Hanedan damı kalıyorsunuz?
-Evet bu akşam geldik. Bu oteli tavsiye etmişlerdi.
-Müsaade eder misiniz , sizinle oturabilir miyim?
-Tabii ki.Memnun oluruz.
O gece saat iki ye kadar sohbet ettik.
İstanbul dan babamı ziyarete geldiğimizi , daha öncede Foça dan deniz taşları topladığımızı , gezdiğimiz , gördüğümüz yerleri anlattık.
O da bize Foça’nın tarihini , nasıl Foçalıların teknelerle ta Fransa’ya kadar gidip Nis ve Marsilya şehirlerini kurduğunu , Foça denizinde yaşayan Akdeniz Foklarını , beş kapılı Foça kalesini , Foça’nın sembolünün horoz heykeli olduğunu fakat bu heykelin bir yolla seneler evvel Fransa’ya kaçırıldığını ve halen Louvre Müzesinde olduğunu anlattı.
Dünyanın en büyük tapınaklarından biri olan Atena tapınağının Foça da olduğunu , hali hazırda üstünde lise binası olduğundan kazı yapılamadığını , ancak 15-20 ton ağırlığında olan bir iki sütun kaidesinin çıkarıldığını , Foça da çıkan eserlerin İzmir Arkeoloji Müzesi depolarında olduğunu, Foçalının çok uğraşmasına rağmen bir müzeye kavuşamadığını hep anlattı.
Resimden tiyatrodan , edebiyattan konuştuk.
Foça da , belediyenin , o tarihlerde yeni , yeni Türkiye ye gelen çanak anten ve uydu alıcı ile Foça halkına yayın yaptığını , her kesin normal bir anten ile Avrupa TV kanallarını seyredebildiğini anlattı.
Saat iki sularında bizden müsaade istedi.
-Sizinle tanışmaktan çok memnun oldum.
İnşallah ileride buraya yerleşirsiniz.
Kasabamızın sizin gibi kültürlü insanlara ihtiyacı var.
-Sağ olun. Bizde sizinle sohbetten büyük zevk aldık.
Sizi ararsak nerede buluruz?
-Beni Foça Belediyesinden bulursunuz.
Beklerim ziyaretinizi.
-Belediyenin hangi kısmında?
-Pardon, sohbetin güzelliğinden kendimi size tanıtmayı unuttum.
Benim adım Serdar Mersin. Foça Belediye Başkanıyım.
Ertesi gün Foçalıda, tuzla kaplanarak fırınlanmış enfes bir levrek yedik.
Yanımızdaki masaya gençten biri oturdu.
Dün geceki başkanla sohbetimizden ve Foça da başka nereleri görebiliriz diye aramızda konuşurken yan masadaki genç lafa karıştı.
-İngiliz burnunu , Fatih ve Kayalar Camilerini , Yeni Foça yolu üzerindeki koyları görmenizi tavsiye ederim.
Kendini tanıştırdı.
-Ben maydanoz Arif. Foça’ya hoş geldiniz.
-Ben de Attila . Hoş bulduk.
Arif Bey Maydanoz soy adınız mı gerçekten?
Güldü.
-Her şeye karıştığımdan lakabım maydanoz.
Elimde değil . Her şeye maydanoz olurum.
-Her şeye maydanoz olmaktan başka Foça da ne işle meşgulsünüz?
-Ağbi ben mütaahitim.
Evler, villalar yapıp , satıyorum.
Foça’yı bu kadar sevdiğini söylüyorsun.
Yeni bir inşaata başlıyorum.
Alsana buradan bir ev.
İki senede tamamlarım.
Taksitle ödersin. Uzun vade yaparım.
Sana da fazla koymaz.
Evin planlarını gösterdi. Bahçeli , şömineli içi ahşap kaplama , ahşap panjurlu ve pergolalı evler.
Kağıt peçete üzerinde ilk anlaşmamızı imzaladık.
Taksitlerimizi tespit ettik.
Maydanoz Arif lakabı gibi her şeye maydanoz olarak , çok kaliteli bir ev yaptı bize.
Motorcu Şevki haklı çıkmıştı.
Kara taşa basmıştım.
Attila Bozoğlu - Eski Foça
YORUMLAR
güzeldi.....foça gündemime girdi