- 1140 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gıjıklı Baptı - Cumali Cumalioğlu
-Bu yazı, "benden söz ediyor" diyenlere bir çağrı olsun!-
Şimdiki çocuklar çok zeki oluyorlar. Orta okul yıllarımdan beri hiç unutamadığım üstat Aziz Nesin’in "Şimdiki Çocuklar Harika" adlı kitabında "Mu ni" başlıklı, çocukları sabırla dinleyip bütün sorularını yanıtlamak gerektiğini ileri süren bir psikologu soruları ile delirten bir bebek öyküsü okumuştum. Üstat haklıydı. Çocuklar bizi şaşırtıyor, hatta bize çok şey öğretiyorlar. Kızım Dijle de çoğu zaman beni çıldırtma noktasına getirecek kadar çok konuşan bir çocuktu.
İki çocuğum da dokuz aylıkken konuşmaya başladılar. On bir aylık iken de mantıklı cümleler kurmaya ve yürümeye başladılar. İlk çocuğum, ilk gözağrım, prensesim, sevgili kızım Dijle doğduğunda Malatya’daydım. Doğacağı günü önceden bilmiyordum. Annesi hastaneye yatacağı gün haber verdi. Rapor alıp İstanbul’a, doğruca Göztepe SSK Hastanesine gittim. Dijle daha bir günlük iken cin gibi bakıyordu. Doğduğunda doktoru, "bu kız çete olacak" demiş. Şimdi tam bir çete. Konuşurken, kendini savunurken yırtıcı bir kaplan kesiliyor, fikrini savunurken haklı gerekçeleri ve yadsınamayacak örnekleri ile beni şaşırtmaya devam ediyor. Gözümün ışığı, duygusalım, taklitçim, şakacı komiğim, evimizin neşesi büyüdükçe bana benzeyen minik kopyam, geleceğim, yaşam kaynağım Fırat’ım ise kıvrak zekası ve espri gücüyle benden çok çok ilerde bir çocuk.
Fırat iki yaşına yeni girmişti. Akşam işten eve geldim. Mutfakta börek yapmaya çalışan eşime ’kolay gelsin’ deyip çalışma masamın başına geçtim. Fırat, mutfaktan koşarak yanıma geldi. Avuçiçleri ancak masaya yetişiyordu. Masanın üstünü görmek istercesine ayak parmaklarında yükselerek minicik tombul ellerinin avuç içlerini masanın üst kenarına vurarak:
-Baba, hamuru böye böye baptım" dedi. Fırat "l" ve "r" seslerini "y" yapıyordu, "y" seslerini ise yutuyordu. Cinsel kimliğini tanıması ve ailedeki iş bölümünü öğrenmesi ayrıca annesinin rahat çalışabilmesi için;
-Hamur kadın işi oğlum, gel seninle başka şeyler yapalım dediğimde, aldığım yanıtla bir an sanki beynim durdu.
-Fırıncılar neden bapıyor?" O anda bu haklı soruya hiçbir yanıt bulamamıştım. Bu parlak zeka karşısında bana susmak düşmüştü.
Malatya’da görev yapıyordum. Eşim İstanbul’da özel sektörde çalışıyordu. Tüm çabalarıma karşın İstanbul’a atanamamıştım. Yönetmeliğe göre sadece kamuda çalışanların aile birliği korunuyordu. Eşlerden biri özelde çalışıyorsa aile birliği söz konusu değildi! Bu nedenle atanma dilekçem üç kez reddedildi. (Torpili olanlar en rahat yerde istediği köşeyi kapabiliyor, istediği yere atanabiliyordu, bu da apayrı bir sorun...) Böyle olunca Dijle doğduğu günden itibaren üç yıl boyunca baba sevgisinden uzak kaldı. Dayısının kızı bakıyordu. Dayı kızı eşime "hala", bana da "enişte" dediği için Dijle de dayısına baba, yengesine anne; annesine hala, bana da enişte diyordu. Babası olduğumu biliyor muydu, hissediyor muydu bilemem. Belki de biliyordu ama ayrılığımızı protesto etmek için annesine hala, bana da enişte diyordu. Üç yaşında iken Malatya’ya gelip yanıma yerleştiklerinde olayları biraz daha iyi anlamaya başladığında bu protestoyu açıkça yapıyordu. Bize darıldığında
-Siz benim annem-babam değilsiniz, siz beni kaçırdınız. Ben de otobüse binip anneme-babama kaçarım” diyordu.
Dijle en küçük boşluğu değerlendirip kendince duvarlara resim yapıyordu. Aslında her fırsat bulduğunda bize fark ettirmeden kalemlerimi alıp duvarları çiziyordu. ’Niye yaptın kızım’ dediğimizde ise en sevecen haliyle:
-Kuş baptım" diyordu. Eline kâğıt verip kuşlarını buraya yap dediğimizde ise "tamam" diyordu ama nedense O’nun tuvali duvarlardı. Duvarlara yapmayı yeğliyordu. Yalnız kaldığı en küçük anı fırsat bilip yine duvarlara kuş bapıyordu. Yanlış yere kuş yaptığını bildiği için de artık yaptığı kuşları sırtı ile kapatıp saklamaya çalışıyordu. Biz görmeyelim diye gidip çizdiği yerin önünde duruyordu. Bir şey saklamaya çalıştığı her halinden belli oluyordu. Anlaşılan azarlanmaktan korkuyordu.
-Oraya ne yaptın kızım, bakabilir miyim” dediğimizde korkuyla sevinci bir arada yaşayan yüz ifadesiyle "gıjıklı baptı" diyordu. İşaret parmağını çengelimsi eğri çizginin üzerine koyarak;
-Bak kuş!" Ardından hemen savunma durumuna geçip
-Gıjıklı baptı" diyordu. Küçücük parmağını duvara çizdiği eğri çizginin üzerine koyduğunda, minicik parmağı ilk eklem yerinden geriye doğru sevimli bir kavisle kıvrılıyordu. Belki de gerçekten bizi anne-baba olarak bilmiyordu ve azarlayacağımızı düşünüyordu. Ya da kendisine bakılan yerde, çok azarlanmıştı. Bu yüzden yaptıklarından hep suçluluk duyuyordu. Kuş yapma tutkusunu yenemediği için de kafasında suçunu yüklediği bir "gıjıklı" imajı vardı. Sanki aramızda yaşayın bir başkası varmış gibi buna inandığı belliydi. Bizi de inandırmaya çalışıyordu. Ama biz çocuğa inanmıyor, gıjıklıya söyle kuşu kâğıtlara yapsın diyorduk.
Dijle’yi bir gün daireye götürdüm. Seyrelmekten olsa gerek üstten bastırılmış gibi yüzünün iki yanına doğru genişleyen kıvırcık bonus gibi keven görünümlü saçları ile yüz felci geçirmiş, ağzı ve gözünün biri yamulmuş ayrıca düşüp kalça kemiğini kırmış bir bayan müdüre vardı. Önce düşüp bacağını kırmıştı. Tamamen iyileşmeden buz tutmuş merdivenlerden düşüp bu kez de kalça kemiğini kırmıştı. Altı ayı raporlarla geçirmişti. Artık işe gelip gidiyordu ama bir yıl boyunca dairede sağ bacağını bir sehpa üzerine uzatarak oturup örgü örüyordu. Örgü örmekten ya da sürekli aynı pozisyonda oturmaktan sıkılmış olmalı ki oda kapısının önüne geldi üç ayaklı dayanmalığı kapının yanına bırakıp kırık taraftaki bacağını havada tutarak, iki elini oda kapısının kenarlarına tutunur gibi dayayıp öylece durdu. Koridordaki insanları seyrediyordu. Dijle kadını görünce, parmağı ile göstererek:
-Aaaa gıjıklı" dedi.
Mahcubiyetimden kızarsam da çocuk kendince komik bir kare yakalamıştı. Susturmadım. Yönünü pencereye dönmesini, O’nu görmemesini sağlamak için başka şeyler göstermeye çalışarak bebeğimin o yana dönüp bakmasına engel olduğum için tamamen dönüp bakamıyordu. Yine de arada bir yarı dönerek;
-Gıjıklı ooda" deyip duruyordu. Çocuğun o anki eğlencesine taş koyuyordum ama başka da yapacak bir şey yoktu. Dijle o gün bu gündür her şeyi eleştiriyor, çenesi ise hiç kapanmak bilmiyor.
Kamu kurumlarında rahat bir koltuk kapanlar, oraya yapışıp duruyorlar. Altmış beş yaşını doldurup re’sen emekli (halk tabiri ile ittir edilmek) edilmedikleri sürece bulundukları makamları sahiplenmişcesine devletin sırtında bir yük, bir kambur gibi yapışıp kalıyorlar. Çünkü kamu kurumları böyle ünvanlı şef, müdür... gibi kadrolara maaşına yakın miktarda tazminat ödüyor. Emekli olduklarında ise bu tazminatları kesiliyor. Böylelerinin kendilerine bile hayrı kalmamışken, gözleri görmemeye, kulakları işitmemeye başlamış iken emekli olmamakta direnmelerinin tek nedeni, hiç bir işe yaramadıkları halde, aldıkları yüksek maaş ve çevirdikleri dolaplardır. Bu yüzden “çocuğum okuyor, torunumun düğünü var” gibi bahanelerle hiç kendilerini savunmaya kalkmasınlar; minicik yüreklerin korku fantezisi durumuna gelinceye kadar kamu makamlarını işgal eden böylelerine makamları dışında hiç saygım yoktur!
Bunların bir çoğu devletin lojmanı, makam arabası, tatil köyleri ve benzeri sosyal tesislerden ücretsiz ya da ücretsiz denecek kadar küçük bir bedelle yararlanırlar. Tamamen verimsiz, yapmaları gereken işe hiç bir katkı sunmadıkları halde emekliye ayrılmak akıllarının ucundan bile geçmez. Bir kaçı daire merdivenlerinde yığılıp kalmış bir çoğu da emekli olduktan bir-iki ay sonra ölmüştür. Bunlar neden tamamen sağlıklarını yitirmeden emekli olup bir yıl da ağız tadıyla gezmeyi düşünmezler..? Ayrıca her şeyi de bildiklerini sanırlar. Oysa eğitimleri de görüp bildikleri de çağdışı kalmıştır. Akım düğmesini açıp kâğıdı camın üzerine koyduktan sonra yeşil renkli "start" düğmesine basınca fotokopi makinesi, fotokopiyi çeker. Bunu bile aklında tutamayan, bilgisayar kullanmayı hiç bilmeyen, sadece görüntü olarak işe gelip devleti zarara uğratana nasıl saygı duyabilirsiniz ki..?
Yeni Sosyal Güvenlik Yasası neler getirecek, böylelerine yol verecek mi bekleyip göreceğiz. "Zaten hiç bir işe yaramadan hak etmediğin bir ücret alıyorsun. Kesintiye razı olup boşta gezen işsiz çoluk-çocuğuna bir kapı açsana be adam!" diyebilecek bir yasa olması dileği ile...
Cumali Cumalioğlu
03.06.2009-16:50
YORUMLAR
Çocukların, hele hele ki henüz kendilerini tam ifade edemeyecek yaşta olanların iç dünyaları öyle gizemli ki anlamak mümkün değil. Özellikle Dijle yaşında olanlar kendi hayal dünyalarında kurdukları ile gerçek yaşamı harmanlayıp yeni bir yaşam felsefesi geliştiriyorlar.
Güzel bir paylaşım..emeğiniz daim olsun.