- 1412 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DEFNE
Çok yıllar önce, tarihlerin M.Ö diye tanımlandığı, bugünkü büyük devletlerin olmadığı bir dönemde, insanlar küçük yerleşim birimlerinde yaşarlarmış. Yaşamın her anı bilinmez binlerce tehlikeyi içersinde yaşatırmış. Bu bazen yırtıcı hayvanlar, bazen de açlık içersinde başkasının yiyeceklerine göz koyan insanlar olabiliyormuş.
Gün gelmiş, güçlü ve akıllı insanlar güçlerini birleştirmeye, akrabalarını çevrelerinde toplamaya, bulundukları yerin çevresine kaleler surlar yapmaya, daha huzurlu ve güvenle yaşabilecekleri şehir devletleri inşa etmeye başlamışlar. O zamanlar en büyük mücadele, sadece yiyecek ve insan yaşamına dışarıdan gelecek tehlikelere karşı verilir, koruma üzerine kurulu bir düzende yaşanırmış. Zamanla , her küçük devletçik, yiyeceğin, huzurun olduğu yerlere göz dikmeye ve oralara saldırmaya başlamış. Bu nedenle, bu şehir devletleri, kendilerini güven altına alabilecek her türlü önlemi almaya çalışmışlar.
İnsanoğlunun ilk gününden itibaren, her zamanda ve her toplulukta, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran, iyi ve akıllı, geçmişten gelen bilgi ve tecrübelerini çevresindekilere anlatan insanlar çıkarmış. Bunlara bazen ihtiyar, bazen dede, bazen öğretmen isimleri verilmiş. Bu öğretici insanlar, yaşadıkları her dönemde yaşanan iyilikleri kaydeder, kötülüklere çözümler üretir, geçmişin ve yaşadıkları dönemin güzelliklerini kayıt altına alırlarmış.
Zamanla bu yerleşim yerlerinde okuyan, yazan, tecrübelerini bir ders verir gibi başkalarına aktarabilen, yaşlı ama akıllı insanların değerleri artmaya, yaşadıkları yerlerde önemsenmeye başlanmışlar. Şehri dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyanlara; asker, onları yöneten ve şehri dışarıya karşı temsil edenlere; han ya da kral, şehir içersinde ise, kuralları koyan ve uygulatan yaşlıların oluşturduğu topluluklara da ihtiyarlar meclisi denilmeye başlanmış.
Uygarlık gelişmeye, insanların yaşadıkları şehir devletleri büyümeye başladıkça, tehlikenin daha az olduğu bu şehirlerin ünü yayılmaya başlamış. Bunları duyan, daha kötü koşullarda yaşayan diğer insanlar, buralara gelmeye ve yerleşmeye başlamışlar. Bu şehirlerin, bazen askere, bazen marangoza, bazen at bakıcısına ihtiyacı olurmuş. Bu şehirler, belli özellikteki insanlardan yararlanabilmek için onları ve ailelerini kabul ederlermiş. Günlük yaşamımızda olduğu gibi, zamanla buralarda da sorunlar oluşmaya, nüfus arttıkça paylaşılan zenginlikler azalmaya, başka şehir devletlerinden saldırılar olmaya başlamış.
Çok zengin bir şehir devletinin ünü öylesine yayılmış ki, daha fakir iki şehir devletinin kralları, güçlerini birleştirerek bu şehre saldırmaya ve bu zenginlikleri paylaşmaya karar vermişler. Günlerce, aylarca hazırlanmışlar. Ordularının gücünü artırmaya, yeni silahlar geliştirmeye çalışmışlar. Sayıca o kadar güçlü olmuşlar ki, ordunun yürürken çıkardığı seslerden bile korkulacak hale gelmiş ve kendilerini hazır hissettiklerinde bu şehre doğru yürüyüşe geçmişler. Önlerine çıkan her şeye saldırmışlar.
Büyük bir ordunun geldiğini duyan kral, hemen komutanlarla, ihtiyarlar meclisini toplamış ve onlara danışmış. "Bizim ordumuz ve kalemizin duvarları, gelen bu gücü durdurmaya yetmez ne yapabiliriz" diye sormuş.
"Komutanlar sonuna kadar savaşalım, sayıca güçlü olabilirler ama biz her türlü savaş oyununu biliyoruz, dayanabilirsek belki vazgeçerler kralım "demişler.
Kral ihtiyarlar meclisine dönmüş, sizler savaşı sevmez ve de bilmezsiniz ama yinede sizlere danışmam gerek, bir çözüm üretebilir, bu savaşı kazanmamızı sağlayabilecek bir şey bulabilir misiniz demiş. İhtiyarlar kafalarını öne eğmişler bir şey söyleyememişler. Komutanlar aslında kralı rahatlatacak hiçbir çözüm geliştirememişler.
Kralın aklına sarayın dışında, bir ağacın altında yaşayan, kiminin deli, kiminin akil adam dedikleri, ihtiyarlar meclisine çok katılmayan, yaşlı bilge aklına gelmiş. Bu adamın tabiattan topladığı otlarla, altında yaşadığı ağaçtan koparttığı yapraklarla yaptığı ilaçlar, kral dâhil tüm şehir halkı tarafından bilinir ve kullanılırmış. Öyle büyük sorunlara, öylesine kolay çözümler üretirmiş ki, kral onu uzaktan merakla, saygıyla izlermiş. Kral bilge yi huzura istemiş.Görevliler ihtiyara, kralın onu huzura istediğini söylemek için gittiklerinde, kralın beklediğini hemen gelmesi gerektiğini söylemişler. O, kızı ile birlikte yeni bir ilaç üzerinde çalıştığını, işini bırakamayacağını söylemiş, ısrar etmişler ama ikna edememişler. Görevliler korkarak krala durumu anlattıklarında, o kalkmış ve kale kapılarının açılmasını ve yalnız başına yanına gideceğini söylemiş.
Kral, ihtiyarın yanına gitmiş, merhaba kolay gelsin demiş. İhtiyar kafasını kaldırmadan selamı almış ama işine devam etmiş. Ağaçtan yaprak koparıp bunları iki taşın arasına koyuyor ve ezilen yapraktan çıkan suyu bir kapta topluyormuş. Kral, ihtiyar, sana nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum, sana ne demeliyim, kimsin, nereden gelip nereye gidersin. Bu ağaç nedir? Yapraklarından elde ettiğin bu su neye yarar diye peş peşe sorular sormuş. İhtiyar sakin ol, sorduğun her soruya cevap vereceğim. Sen iyi bir kralsın, bu şehirde yaşayanları adil bir şekilde yönetirsin. Sana saygım sonsuzdur. İşim az kaldı der. Kızına seslenir, misafirimize bir defne çayı hazırla der. Kral ağacın yanına gider, ona dokunur, bir yaprak koparır, koklar, bir kısmını ağzına atar, evden çıkan muhteşem güzellikte bir genç kızın getirdiği bardakta, ilk defa gördüğü defne çayını içer ve sabırla ihtiyarı bekler.
Bir zaman sonra ihtiyar, kralım bu ağacın ismini bilir misin diye yanına gelir ve anlatmaya başlar. Bizler buna Defne, başka yerlerdeki bilgeler ise, Delfi derler. Defne’nin en önemli özelliği yaz kış yeşil kalmasıdır. Geçmişte bu özelliği nedeniyle ölümsüzlüğün simgesi olarak tanımlanmış, gelecekte de tanımlanmaya devam edecektir. Ben bunun yaprakları ile dertlere deva oluyorum, onun ölümsüzlüğü ile insanlığın ölümsüzlüğüne ulaşmaya çalışıyorum der. Diğer sorularından biri de, bana ne diye hitap edeceğine ilişkindi. Eğer biri sana bir şey öğretiyorsa ona öğreten derler. Sen kralsın, istediğini söyleyebilirsin ama ille de bir şey demek istersen öğretene, öğretmen derler.
Kral, öğretmen öyle bir sorum var ki, kimse cevabını bulamadı der ve gelen felaketin büyüklüğünü anlatır. Öğretmen, krala sessizce bir şey anlatır, teklifine onay verirse soruna çözüm bulabileceğini söyler. Kral, fikri beğendiğini ve uygulamaya geçmesini ister. Öğretmen ayağa kalkar ve kendisine biraz süre vermesini, gelen ordunun kralına da aynı çözümü sunacağını, onunla konuşmaya gideceğini söyler. Defne ağacından birkaç dal ve yaprak koparır, bir kısmını kızına verir, kalanlardan da bir taç yapar ve yola çıkar. İki günlük zorlu bir yürüyüşten sonra, büyük bir ordu ve onun kralı ile karşılaşır. Kafasında Defne ağacından yapılmış bir taçla ve yanında güzel bir kızla gelen bu garip adamı, kralın huzuruna çıkarırlar.
İhtiyarın garipliği ile yanındaki çok güzel kız kralın ilgisini çeker. Kafasındaki tacı, o güzel kızın elindeki dalı ve yaprakların ne olduğunu sorar. İhtiyar, Defne kızını tanıttıktan sonra, Defne ağacının özelliklerini ona da anlatır. Kral bir sağlık sorunundan bahseder, ihtiyar kızına yapraklardan ve heybesindeki otlardan bir çay yapmasını ister. Kral çayını içerken ne istediğini sorar.
Kralım der, iki gün sonra savaşacağın kralın yanından geliyorum ona bir önerim oldu o kabul etti, sizde kabul ederseniz, ben, Defne ve iki şehir devletinin halkları dünyanın en mutlu insanları olacağız. Sizin ve diğer kralın halkı da bu savaştan en az zararla çıkacak. Kral, anlat bilge ihtiyar seni dinliyorum der.
Sanırım sizin ordunuzda on binlerce, diğer orduda da bu kadar olmasa da binlerce insan var. Bazıları evlatlarınız, bazıları kardeşleriniz, bazıları yeğenleriniz. Bu savaşta siz dahil hepiniz ölümle karşı karşıyasınız. Ben tüm ömrümü insanlık için harcadım, insanlığın Defne ağacı gibi ölümsüz olması için mücadele ediyorum. Ben derim ki artık savaşlarda insanlar ölmesin. Sorununuzu çözmek için önerim şudur; her iki tarafta orduları içinden en güvendikleri, en iyi dövüşçüyü seçsin, ordular savaşacağına bu iki yiğit benim koyduğum kurallarla karşı karşıya gelsin. Kim galip gelirse, diğer ordu komutanı yenilgiyi kabul etsin ve savaş sonrası elde etmeyi umduğu ganimeti alsın. Ben bu yiğit adama kızımı eş olarak vereyim, siz ganimetle, oda eşi ile mutlu olsun der. Kral düşünür ve teklifi kabul eder.
İki gün sonra seçilen iki yiğit asker, Defne ağacının yanındaki meydanda kendi ülkeleri için savaşırlar. Gün akşama dönerken, bir tanesi yenilgiyi kabul eder ve kılıcını galip gelene teslim eder. Bilge ihtiyar, dünyaya savaşın anlamsız olduğunu öğreten” öğretmen ihtiyar”, kafasındaki defne tacını başından çıkarır ve galip gelen yiğit askerin kafasına takar. Kızı Defne’de, elinde defne çiçeklerinden bir buketi askerin eline vererek koluna girer.
Defne dallarından yapılan taç, bugünden sonra galibiyetle elde edilmiş ölümsüzlüğü, galibiyeti, galibiyet sonrası gelen barışı simgelemek üzere kullanılmaya başlanır. Bu Defne tacını giydirme geleneği, daha sonra galipler dışında, şairlere, alimlere, tıp okullarında okuyup doktor olanlara da takılarak tarihteki yerini aldı.
YORUMLAR
Ne kadar hoş bir anlatım bu böyle inanın şahane olmuş
Bu hikayeden bir çok ders çıkarılabilir bence
mesela
Bilge adamların kızları babalarının sözünü dinliyorlarmış
Damadını bilge adamlar seçermiş ve kızıda babasına uyarmış, kafasının estiğine bohçasını alıp kaçmazmış
Bilge adamlar akıllı kız yetiştirirlermiş
Krallar bilge adamlara akıl danışırlarmış şimdikiler gibi indiragandici danışmanlar tutulmazmış
vs vs vs :>