Meal Müslümanlığının mahiyeti
Müslümanların, Kur’an’ı yeniden keşfetmişçesine Kur’an merkezli bir Müslümanlık vurgusuna yönelmesinin modern zamanlara denk düşüyor olması bir tesadüf müdür? Bize, "eskilerin ıskaladığı" bir gerçeği yakalama, "unuttuğumuz" Kur’an’ı "yeniden hatırlama" imkânı bahşeden ne ola ki?!
Söylemi cazip kılan, elbette merkezinde Kur’an’ın yer alıyor oluşu. Ama bu söylemin cazibesine kapılarak 1400 yıllık devasa müktesebat karşısında "şımarık çocuk" tavırlarıyla ukalalık etmeden önce, "eskiler ne yapmış?" diye sormak en azından yaptığımız işten daha bir emin olmak için, yaptığımız işi daha bir sağlam yapmış olmak için gerekli değil midir?
Mesele şu: Birileri bize önce bir "geri kalma-ileri gitme" masalı ezberletti: "Batı ilerledi, İslam dünyası geri kaldı." Müslümanlar bu tesbiti hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan, bir "nass" gibi kabul etti.
Böylece hedefe giden yolda ilk virajı dönmüş olanlar, ikinci virajda şu tesbitle çıktı karşımıza: "İslam dünyasının geri kalmasına sebep, Müslümanların yanlış din anlayışıdır." Az biraz nazlanarak da olsa, bunu da kabul ettik. "Evet" dedik, "eskilerin ıskaladığı önemli noktalar olmalı. Yoksa biz bu durumda olmazdık." İkinci viraj da böylece geçilmiş oldu. Aidiyetlerimiz ve kimlik unsurlarımız yerinden oynamış oldu böylece.
Üçüncü virajda, "değiştirilebilecek ne varsa değiştirilmesi gerektiği" telkin edildi. Bu din, eskilerin "eskimiş" anlayışıyla telakki edildiği sürece hiçbir problemimizi çözemezdi! Yeni okumalar yapılmalı, yeni tasavvurlar geliştirilmeliydi.
Başlangıç, içtihadlarla yapıldı. Önce mezhep imamlarının içtihadları, arkasından icma ve arkasından Sünnet, bilinç altımıza yerleştirilen "çağı yakalama" kodlu virüs marifetiyle devre dışı bırakıldı.
Sonra bize dediler ki: "İşte, güvenilir tek kaynak olarak Kur’an! Gelin onu esas alarak yeni bir din tasavvuru inşa edelim ve bu dini, ona aykırı unsurlardan temizleyelim. Çağı yakalamanın başka yolu yok!"
Kur’an merkezli din telkinatının serencamı kısaca böyle. Tabii burada birer cümleyle anlattığım virajlar öyle kolay geçilmedi. Her bir viraj dönülürken meydana gelen kazalarda yıpranan sadece bedenimiz olmadı. Bu süreçlerde ruhumuz örselendi, hafızamızı kaybettik...
Bütün bunlar olup biterken kolaycılığa, kopyacılığa alıştırılmış akıllılarımız şu soruyu sormayı hiç düşünmediler nedense: Diyelim ki Müslümanlar olarak bizim geri kalmamıza, din anlayışımız sebep oldu. Peki ama dünyanın geri kalanının durumunu nasıl izah edeceğiz? Budistlerin, Konfiçyanistlerin, hatta Katoliklerin, Ortodoksların, Latinlerin, Greko-Romenlerin... "geri kalma" sebebi neydi?
Bu soruya külli bir miyoplukla "hepsi arızalıydı" diye cevap vermek de mümkün, "ilerleme"yi, bir şeyler "kazanılarak" değil, bir şeyler "kaybedilerek" elde edilen bir şey olarak yeniden tanımlayıp, süreci sil baştan okumayı göze almak da.
Parantez içi bir açıklama kabilinden kalemimize dolanan bu noktayı başka yazılara bırakarak parantezi kapatalım ve "Kur’an Müslümanlığı" dediğimiz olgunun serencamına devam edelim.
Kur’an, "tek başına, yalıtılmış bir "metin" olarak dinin "tek" kaynağı kılınınca, herkesin ona kendi fikriyatını, kendi ideolojisini, kendi tercihlerini söyletme imkânına kavuşmuş olmasına şaşmamak gerekir. Bu, Sahabe’den devralınan Müslümanlık ile meal Müslümanlığı arasındaki farkın da tezahür ettiği alandır.
Sahabe’den devralınan Müslümanlığın, Kur’an’ın beyan ve tefsiri anlamına gelen Sünnet’i de ihtiva etmesi açısından, Sahabe Müslümanlığı ile aramıza giren mesafe, aynı zamanda Sünnet’ten uzaklaşmamızı da intaç etti kaçınılmaz olarak.
Adını dürüstçe öyle koymasalar da, mertçe ortaya çıkıp, "Sünnet ve Sahabe unsurları bizi ilgilendirmiyor" demeseler de, meal üzerinden yaptıkları operasyonlarla Sünnet’in ve Sahabe’nin insanımızın bilincindeki merkezî konumunu, kendi tercihleriyle değiştirdikleri gün gibi aşikâr...
Geldiğimiz noktada ya Ehl-i Kitab’ın akıbeti, Hz. İsa (a.s)’ın ref’i ve nüzulü, şefaat, kabir azabı, sırat, mizan, kader... ve benzeri onlarca meselede tarihte gördüğümüz bid’at oluşumların tamamını solladığımızı acilen fark edeceğiz ya da "Kur’an’ın gereği" olduğunu vehmetmeye devam ederek içinde debelendiğimiz tarihselliğin bizi oradan oraya savurmasına rıza göstereceğiz...
E.S.
YORUMLAR
Ne kusursuz, ne harika, ne şahane nizamdır, islam! İslam, her çağın ve özellikle şu hasta asrın şifası tüm maddi ve manevi ferdi ve içtimai dertlerin devası, akıların gıdası, gönüllerin sefası, karanlık gecelerin nurlu sabahı, ölümlü dünyanın abı hayatıdır..
yol kuran ve sünnet yoludur..
Müslüman kimdir ?
Elinden ve dilinden zarar doğmayan kişi.
Kuran a uygun yaşayan Mümin ler kimde geri kalmışlar ki ?
Yok atom bombasını icat etmek ise medeniyet biz Müminler o medeniyeti istemiyoruz zaten, öyle medeni olmak derdinde de değiliz.
Ama dinimiz doğru yaşamak ve hurafeleri dini yaşamımızdan temizleyip ilmin aydınlığında akıllı nesiller yetiştirmek de boynumuzun borcudur tabiki
Geri kalmışlık - ileri gitmişlik meselesi izafi bir konudur.ABD de gece 9 dan sonra sokaklara çıkılamıyorsa ben buna medeniyet demem