- 789 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sokaktaki Gölgeler -1-
__1__
Aziz gecenin ürküten sessizliğini, taşları sökülmüş kaldırımın ucunda bir karaltı halinde görünen Cihad’ın ayak sesleri bölüyordu. Dışarıda üşütmeyen kuru bir ayazın çığlıkları duyuluyordu. Sokak lambalarının yaydığı loş ışık huzmesi gecenin zifiri karanlığını aydınlatmaya yetmiyordu bu saatlerde.
Birkaç adımdan sonra, iki katlı ahşap bir evin, bahçe kapısının önünde duran Cihad, etrafını kolaçan ettikten sonra, demir sürgüleri paslanmış kapıya birkaç kez vurdu. Önce karşılıklı bakan evlerin çatlak duvarlarında kapının tok sesi yankılandı. Ardından boğuk bir ses geldi kapının diğer tarafından. “Kim o?” Cihad kapıya doğru eğilirken, fısıltıyla karışık inlemeyle cevap verdi, “Benim babalık, Cihad!”
Demir sürgü geri çekilirken kapı gıcırtılı şekilde açılmaya başladı. Sakalları hayli uzun orta yaşların sonunda ki adam tecrübeli yılların çizdiği çizgili yüzüne yayılan gülümsemenin ardından konuşabildi karşısında duran uzun boylu genç adamla, “Hoş geldin evlat! Buyur, gel içeri.”
Cihad, son kez geldiği yolun sonuna ve sokaktaki evlere bakıp içeri girdi. Kapıyı kapatan ihtiyar, uzun uzun kendisini süzmekte olan Cihad’a “Yakalanmadın değil mi?” diye sordu. Cihad, geniş yüzüne yaydığı sahte bir tebessümün ardından alaycı bir ses tonuyla karşılık verdi ihtiyara, “Yakalansaydım burda değil, mezarda olurdum babalık!”. İhtiyarda gülümsemişti şimdi. “Gel içeri hele, orda konuşalım.” Diye söylendi, bahçe kapısıyla ahşap evin, görkemli sayılacak geniş kapısı arasındaki taşlık yolda ilerlemeye başlarken. Cihad, ses çıkarmadan ihtiyarı takip ediyordu. Taşlık yolun her iki tarafında kokuları etrafa yayılan güller ekiliydi. Belli ki ihtiyar özenerek yapmıştı bu bahçeyi.
İçeri girdiklerinde ihtiyar, Cihad’ı oturma odasına geçirip kendisi de mutfak olarak kullandığı küçük mahzene girdi. Bir süre sonra elinde küçük bir tepsiyle geri döndü. Cihad’ın bağdaş kurduğu mindere yakın bir yere koydu, üzerinde bayatlamaya yüz tutmuş bir parça ekmeğin ve birkaç domatesin yanında ki bir avuç peynirin bulunduğu küçük tepsiyi.
“Yeyiver şunları! Acıkmışsındır.”diyordu, yere koyduğu tepsiyi, aç gözlerle seyreden Cihad’a doğru itelerken. İçli bir besmelenin ardından, konuşmadan yemeye başladı tepsidekileri. İhtiyar, derin gözlerle onu seyrediyordu oturduğu minderden. Odanın köy odalarını andıran otantik bir havası vardı. Oturma grubu falan yoktu. Birkaç minderden ibaretti ihtiyarın oturma odası saydığı ve bir vitrin… İçinde bardaklar ve porselen takımları vardı. Bardakların arkasında kenarları yırtık bir fotoğraf görünüyordu. Genç bir çocuk vardı fotoğrafta. On altı on yedi yaşlarında…
Kimi yerleri yamalanmış desenli halının üzerinde oturuyorlardı. Cihad, nihayet yemeğini bitirdiğinde ihtiyar tepsiyi kenara çekti, “Evlat! Anlat hele, ne oldu?” diye sordu merakla.
Cihad, önce “Allah ziyade etsin babalık!” dedi. Sonra anlatacağı kötü ya da olumsuz bir şeymiş gibi derin bir nefes çekti ciğerine. İhtiyar sanki ne diyeceğini anlamışçasına baktı.
“İbrahim’i buldum. Buldum bulmasına ama ben onu almaya geldiğimde beni fark ettiler. Kendimi zor kurtardım. Oğlun sağ, şimdi başka yere kapattıklarını öğrenebildim sadece.”diye konuştu, her cümlesinden sonra yıkılan ihtiyara. İhtiyarın gözleri buğulandı. Esmer tenine hüzün barındı. Titrek bir sesle, “Hani oğlumu o şerefsizlerin elinden çekip alacaktın? Hani sağ salim köyüne getirecektin İbrahim’i mi? Hani verdiğin o söz evlat?” Son cümleyi vurgulu ve biraz da yüksek bir sesle söylemişti. Cihad ağır ağır başını kaldırdı. İhtiyar şimdilik haklıydı. Konuşmadan, ihtiyarı izledi. Yerlerinde duramayıp taşan gözyaşları kırışık yanağıyla sakallarının başladığı yere doğru süzülüyordu.“Ben sözümü tutacağım babalık! Oğlunu kurtaracağım, sen dualarını eksik etme!” diye teselli etmeye çalıştı.
“Ama beni iki gün saklaman lazım. Nitekim beni tanıyorlar artık, yakalamaları uzun sürmez. Elbet yakalanacağım ama oğlunu sana teslim etmeden asla!” diye devam etti sözlerine.
İhtiyar, bir umut ışığı parlayan gözlerinin altındaki ıslaklığı nasırlı ellerinin tersiyle siliverdi. “İnşallah, evlat.” Diyebildi sadece.
Cihad, gözlerine pusmuş uykuya yenik düşüp olduğu yerde kıvrılıverdi, ışığı söndürüp odasına çekilen ihtiyarın kapıyı kapatmasını bekledikten sonra. Şafak sökmek üzereydi.
İki ay önce oğlu İbrahim’i İstanbul’a çalışması için göndermişti. Ama 2 hafta önce evine gelen Cihad’ın anlattıklarından sonra yıkımın eşiğine gelmişti adeta. Hayattaki tek varlığıydı, oğlu İbrahim. Cihad, sokaklardan gelmiş bir serseri yetmesiydi. İbrahim’i kaçıranları tanıyordu. Niye kaçırdıklarını da… Oğlunu kurtaracağını söylemişti de ondan güveniyordu Cihad’a. Çok geç evlat sahibi olmuştu. Bu yüzden çok düşkündü evladına. Artık oğlunun sağ salim gelmesi, kurtulması için ağzından eksik etmediği dualarına, Cihad denen Sokak Tilkisini de katıyordu. İki gün sonra tekrar yola çıkacak olan Cihad’ı zor günler bekliyordu.
Ertesi gün…
Sıkıntıyla geçen bir günün sonunda bir gece yarısı Cihad’ın beklediği oldu. Takip edilmişti. Sokağın ucunda beliren kalabalık görünen karaltılar ihtiyarın evine doğru yaklaşırken olanları penceren izleyen cihad, yanında ki ihtiyara baktı.
Bak babalık! Ben şimdi gidiyorum. Buraya gelecek olan adamlara sakın karşı gelme. Benim 1 saat önce Bursa’ya gittiğimi söyle.
İhtiyar, gelen adamların böylece kötü niyetli olduğunu öğrenmişti. Başıyla onayladıktan sonra Cihad’ı arka bahçeden yola çıkardı. Dümdüz gitmesini söyleyip şimdi kapıyı açan adamlara doğru koştu. Beş kişi vardı içeri giren. İkisi kapıda duruyor ve sokağı gözlüyordu. İhtiyar, lider olduğu belli olan iri adam daha birşey sormadan “bir saat evvel Bursa’ya kaçtı” dedi. Adam bıyığını düzeltip pis bir gülümsemeyle konuştu. “ha şöyle akıllı ol.”
Yine de evi arayan adamlar taşlık yolda toplanıp birlikte evden çıktılar. İhtiyar derin bir nefes alıp içeri girdi. Korkmaya başlaması oğlunun başına gelendi. Demek bu adamlar kaçırmıştı oğlunu. İyi ama niye? Ne istemişlerdi oğlundan?
Cihad, Bursa’ya giden yolda yanından geçen arabalardan birine otostop çekip bindi. Yol boyunca konuşmadı kendisini arabasına alan adamla. Sadece Bursa’ya girdiklerinde iyiliksever adama teşekkür edip indi. Bir an önce İstanbul’a gitmeliydi. Burada durduğu her an hem onun için hem de ihtiyar için tehlikeliydi.
DEVAM EDECEK...
YORUMLAR
devamını bekliyoruz hem de ailece. rica etsem konuşma bölümlerini konuşma çizgileriyle belirterek yazarsanız daha rahat okuyabiliriz.
sık yazılar gözümü rahatsız ediyor.
bir de arka fon rengini matlaştırırsanız sevinirim. beyz üzerinde siyah ekranda iyi okunmuyor.
teşekkür ederim.
tebrikler.selam ve saygılar
eminali tarafından 6/27/2009 7:26:30 PM zamanında düzenlenmiştir.