Eşeğin Gölgesi
Bu yazı Gıfar kabilesinden Ebuzer’e, Numan b. Sabit’e, Ayn-el Kuzat’a, Humeyni’ye, Lenin’e, Ali Şeriati’ye, Malcolm’a, Bob Dylon’a, Cemil Meriç’e, Garaudy’e, Hakim Bey’e, Saint-EXUPERY’ye, Hakan Akçiçek’e, Giresunlu Gariban Ali’ye ve diğer garibanlara, bana gösterdikleri karşılıksız muhabbet [karz-ı hasen] için bir teşekkür olmak üzere yazılmıştır.
Meşhur Yunanlı Hatip Demosthenes, bir gün Atina’daki bir toplantıda konuşmak için kürsüye çıktığında, ahali aralarında konuşmayı bırakıp gürültüyü kesmedi. Bunun üzerine Demosthenes halka hitaben şöyle dedi: “Size yalnızca iki cümlecik söyleyeceğim.” Sözünü tamamlar tamamlamaz da, bir fıkra anlatmaya başladı: “Vaktiyle bir Atinalı bir yere gitmek için bir eşek kiralamış. Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere gideceği için beraberce yola koyulmuşlar. Tam yarı yola geldiklerinde bir sıcak basmış. Dinlenmek için mola vermek zorunda kalmışlar. Fakat ortalıkta hiç gölgelik bir yer yokmuş. Eşeğin asıl sahibi hemen eşeğin gölgesine sığınmış. Bunu gören öteki adam hiddetlenmiş:
‘Oraya oturmak benim hakkım’ demiş.
‘Niçin?’
‘Çünkü eşeğini kiraladım ben!...’
‘Ama ben eşeğin gölgesini kiraya vermedim ki!’
Derken aralarında muazzam bir kavga çıkmış...”
Demostenes, sözün burasına gelince, hemen kürsüden indi. Halkın: “Sonra ne olmuş, anlatsana” diye bağırması üzerine, tekrar kürsüye çıktı: “Ey ahali,” dedi. “Sizin iyiliğiniz için bir lâf edeyim dedim, dinlemediniz. Ama bir eşeğin gölgesini nasıl da merak ediyorsunuz...”
Hikaye böyle. Artık bir eşeğin gölgesi hakikatin üzerine bir karanlık gibi çöküyor. Eşeğin gölgesini merak edenler başka bir şey dinlemek istemiyor.
Anın gerçeğini kabulle başlamalıyız işe. Olan haklıdır. Olmasını istediğimiz ise hakkını vermekle yükümlü olduğumuz şeydir. Yani olması bağımlı ama dolayım yoluyla gerçekleşmeyecek olan. Hürriyet bayrakları altında kurulmuş esir kamplarından kurtuluş, bizim tepemizde sallanan o bayrağa ve etrafımızı saran dikenli tellere ilişkin düşüncemizin ne olduğuyla birebir ilişkilidir. Cinayetleri işleyenler masumiyet postuna bürünmüş birer çakal artık. Suçsuzluk ve hakiki masumiyet kendisini ispat etmek için savunma konumundadır. Oysa “büyük yangını şairane lakırdılarla söndürmeye yeltenmek fikri sefaletin hazin bir hüccetidir. Hazin ve lüzumsuz.”
Cinayetlerin insan sevgisi adına işlendiği bir zamanda aydın denen deve kuşları bin bir hokkabazlıkla bize normalliği öğütlüyorlar. Avrupa Makyavel’den beri sistemli ve devletli şiddete kasideler okumaktadır. Batının tavlalarında yetişen ve çiftleşen azgın kısrak edalı aydınlar kiminle gerdeğe girdiklerinden sanki habersizmişiz gibi bizimle alay ediyorlar. Sırmalı katillerin fikri eşcinselleri. Ahlaksızlar, cinayetlerin kafiye dizicileridir. Katiller yargıç, günahsızlar ise suçludur sonunda.
Yaşadığımız toplum bir bütün olarak mantık dışıdır. Bu toplumda barış denen şey savaşın sürekli bir tehdit olarak algılara yerleştirilmesiyle ayakta durmaktadır. Tahakküm ve koordinasyon üzerinde yükselen teknoyaşam yeni biçimler ortaya çıkarmaktadır. Bu yeni biçimler yeni iktidarlarla ayakta duruyorlar. Bu yeni yaşam biçimleri ve iktidar çeşitleri sistem karşıtlarını uzlaştırıyor.
Teknoloji sadece toplumu kontrol etme, bir arada tutma, yeknesaklaştırma yolunda daha yeni, daha etkili, daha alımlı ve ılımlı, doyurucu, rahatlatıcı, duygusuzlaştırıcı biçimler kurmaya yarıyor. Teknolojik toplum bir egemenlik biçimidir. Bu siyasal bir evrendir.
İmgelerden simgelere geçilmiştir. Ruh yerini maddeye bırakmıştır. Metaforlar metamorfoza dönüşmüştür. Parçaların bütünün yerini aldığı akıldışı bir metonimi hükümranlığını ilan etmiştir. Tanrının ölümü düşüncesi Avrupa projesinin merkezsizleşmesini sağladı. Böylece dünya bir gulyabaniler yatağına döndü. Meta fetişizmi kültürel çeşitliliği bulanıklaştırdı. Yerel olanın artık hiçbir değeri yoktur. Konsensus sağlanmıştır. Bunun dışında kalanlar apaçilerdir.
Evrensel bir kontrolden kurtulmak için belki de kaosa ihtiyacımız var. Çünkü kaos evrensel bir kontrol sisteminin olanaksızlığını gösterir bize. Dolayımlardan kaçmak gerekir. Celladından özür dileyerek kurutulacaklarını zannedenler sadece daha fazla aşağılanırlar.
Teknomodern dünya bizlere parfümler, afrodizyaklar ve organik şalgamlardan başka ne sundu. Bedenleri çürüyen insanların ruhları da çürüdü. Söylemlerle bir evren kurdular. Metinler kurucu özneler olarak birer zikir oldu. Milliyetçilik sömürge ideolojisi olarak moderniteyi taşıdı. Biz ötekiler, yetersiz ve eksik olduğumuzu öğrendik. Çünkü Doğu, Batı’nın zorunlu ötekisidir. Biz nesne olduk onlar özne. Dil düşünmeyi dikte ediyor. Onun için Konfiçyus “adları düzeltin” demişti. Adları düzelttiğiniz zaman berrak bir düşüncenin olanakları ortaya çıkar. Berrak bir düşünce olmaksızın da stratejiler asla tutarlılığa erişemez.
Herkes bizim tıpkı onlar gibi olmamızı istiyor. Dünyanın bir bok çukuruna dönüşmesini istemeyenler, dünyanın tek bir iktidar tarafından yönetilmesine razı olamamalıdır. Kapitalizm dünyayı yeniden ve istediği gibi kurmak için toplumsal ortamların yıkılmasına ve her şeyin paraya tahvil edilerek bir monokültürün yaratılmasına uğraşıyor.
Kendini geliştirme temrinleriyle bunalımlarını yenmeye çalışan robotlar ordusu ortalığı doldurmuş durumda. Bunlara uzmanlar lazım. Uzmanlıklar hayatımızın yegane ölçüsü olarak idame edilmeye çalışılıyor. Uzmanların söyledikleri birer ayettir artık. Oysa bu hokkabazların yapmak istedikleri şey bizleri birilerinin ahlaksız düşlerinin objesi yapmaktan başka bir şey değil. Uzmanlık devlet destekli devasa bir dolandırıcılıktır. Ulusallık toprak gangsterliğinin ilahlaştırılması olarak karşımızda. Milli sınırlar içinde yahut yeryüzünde bir santimetrekare toprak parçası bile polissiz ve vergisiz kalmamalıdır. Medya yaşam anlarımızı kutlamaya davet ediyor bizi. Psişik bir göçebelik ve köksüz bir kozmopolitanlık içerisinde bizler kutlamalarla hayatımıza renk katmalıyız! Ne kadar hoş! Cellatlarına özenen köleler, karşılarında duran yağlı ilmeklerini gülerek, eğlenerek seyretsinler, son anlarını neşe içinde geçirsinler.
Artık azizlere, ululara, efendilere perestiş etme zamanı değildir. Ruhlar aleminden medet umanlar, açlıktan kokuşmuş nefeslerinden başka bir şey duyma fırsatı bulamadan telef olup gideceklerdir. İşgallere ve sömürülere karşı elinde silahıyla can veren kahramanlara perestiş edilmelidir. Stendhal’ın dediği gibi korku içindeki toplumları kıt zekalı ve gözü dönmüş kişiler yönetir. Fakat azınlık daima çoğunluktan daha cesurdur. Daha küstahtır. Azınlık savaşmak ve kazanmak zorundadır. Azınlıkların kaybedeceği ne var ki? Bir kere kaybetmişler için kaybetmenin hesap defteri yoktur. Bir kere savaşmış olanlar içinse savaşın artık hiç bitmeyeceği!
Eşek gölgelerinin hikayeleri hakikati boğmaya çalışıyor. Düşünce eşek gölgesinin hikayesine kulak vermiş kimselere lükstür.
Gölgelerle ve gölge hikayeleriyle avunmanın yok olmakla müsavi olduğunun şuuruna erenlerin verdikleri kavga adına diyorum ki İLLA VECHE!
Dr. Mustafa YILMAZ