- 1105 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AB-I HAYATTIR "AŞK"
AB-I HAYATTIR "AŞK"
ALİ HAKSEVER
"Aşk" kelimesi sarmaşıkgillerden bir bitkiden iktibas edilmiştir. Bu bitki bağımsız olarak yaşayıp gelişemez. Bu sebeple beslenmek ve gelişmek için kendi dallarını ve yapraklarını ağaçların gövdelerine sarar. Aşk sarmaşığı da insan fidanını öyle kaplayıp görünmez eder, yok eder. İnsan fidanı artık çevresini göremez; ancak çevresi tarafından sarmaşıkla sarıldığı görülür.
Aşk, bir teslimiyettir
Aşk, sevgilide yok olmaktır.
Aşk, kalp ile zihnin örtüşmesidir.
Aşk, insan yüreğinin ümitle dolmasını sağlayan ulvi bir histir.
Aşkın her insana çağrıştırdığı anlam evreni birbirinden farklılık arz etmektedir. Bu farklılık sadece insanlara çağrıştırdığı anlamda değil, insan yüreğindeki hislerde de farklıdır. Ancak ortak olan bir şey vardır, o da aşkın kendisidir. Aşk her yürekte ve zihinde farklı şekillerde tezahür etmektedir. Kimisi aşkın mecazi tarafına sahiptir ve aşkın daha ötesini düşünmez, düşünemez. Kimisi de aşkın ötesi olduğunu bilir; ancak buna sahip olamaz. Kimisi de mutlak, kemal aşkı tadabilir.
Çeşitli araştırmacıların ve psikologların aşk için söz ettiği bazı merhaleler vardır. Bu merhaleler, tanımlayan kişilere göre değişmekle birlikte şöyle bir sınıflandırma yapabiliriz:
Birincisi, basit ve gösterişten uzak bir ülfetten daha öte bir şey olmayan dostluk merhalesi.
İkincisi, iki kişinin birbirine kalben sevgi beslemesi ve alaka merhalesi.
Üçüncüsü, sevgiliye duyulan muhabbetin şiddetlenme devresi, yani şiddetli sevgi merhalesi.
Dördüncüsü, şiddetli istek ve ilgiyi muhabbet ölçüsüne ulaştıran, duyumsanan aşk merhalesi.
Beşincisi, gönül verilene duyulan aşkın artması sonucunda kalbin yanıp yakılması merhalesi.
Altıncısı, âşığın ruhuna ve gönlünün cidarına kadar nüfuz eden sonsuz ve aşırı sevgi merhalesi.
Yedincisi, âşığın sevgiliden görünüşte kaçtığı ve uzak durduğu ruhi heyecanı, çarpıntısı ve düşüncesinin mahlûku olan hayali sevgiliyi talep amacıyla ortaya çıktığı merhale.
Sekizincisi, âşığın sevgilisine duyduğu şiddetli ilginin sonucunda, aşkından dolayı güçsüz düşüp hastalanması ve hayati gücünü kaybetmesi merhalesi.
Dokuzuncusu, âşığın içine düştüğü ruhsal bunalımlar sonucunda akli gücünü yitirmesi evresi.
Onuncusu, âşığın sevgilide fani oluşu ve âlemde onun dışında kimseyi görüp aramaması merhalesi.
İnsanoğlu bu âlemde yaşarken çeşitli dönemlerde bu merhaleleri yaşayabilir. Çoğu insan aşkın ilk birkaç basamağında takılıp kalırken bazıları da aşk merdivenlerini birer birer tırmanmaktadır.
İnsan ilahi bir el tarafından asıl yurdundan yani bezm-i elestten dünya hayatına atıldığından beri asıl yurduna dönme arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Ancak bu özlemi, dünyevi engeller sonucu hissetmez. İnsan manen olgunlaştıkça, yani aşk yolunda merhaleleri aştıkça asıl yurduna dönme arzusu, onun her yerini sarar. Dünya hayatında olmak ona ıstırap verir ve çile hayatı yaşar. Kavuşma ateşiyle yanan bu kişi, insan-ı kâmil derecesine erişmiştir ve artık dünyevi lezzetlerin onun için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Sadece tek düşüncesi vardır: "Özlemini çektiği, aşkıyla yanıp tutuştuğu şeyle vuslata ermek." Onu hayatta tutan tek kuvvet budur.
Tasavvuf felsefesinde zahitler, insan-ı kâmil mertebesine erebilmek için aşk yolunu adımlamak gerektiğini bilirler. Bu yüzden aşk merhalelerini zaman içerisinde kat etmek gayesiyle yaşamını sürdürürler. Hedefleri ilahi aşkı tatmaktır. Bu aşkta fena bulmaktır, "fenafillâh" makamına ulaşmaktır. Ancak insanoğlu doğası gereği bir anda bu makama ulaşamaz. Bu dereceye yani ilahi aşka ulaşmak için mecazi aşkı önce tadarlar. Mecazi aşkı tattıktan sonra ilahi aşk yoluna bir köprü kurarlar ve o yola geçmeye hazırlanırlar. Bu şekilde merhaleleri kat ederler. Nihai hedef bellidir:"Fenafillâh"
Divan şairlerine göre aşk ıstırabın adıdır. Aşk ıstırap çekmek için tek taraflıdır. Âşık maşuka kavuşmak istemez ve sevgiliden uzak kalıp ona daha çok aşk ateşinde yanmayı ister. Divan şairi aşkı kendine mihver yaparak onun âşık pozisyonunda durması şarttır. Divan şairi, çektiği ıstıraplara rağmen bunları isyan etmeden kabullenen ve bir lütuf gibi karşılayan, aşkın yüksek bir ruh ve tevekkül terbiyesine erişmiş bir âşık imajı aksettirir. Sevgiliyi anlatan klasik mazmunlar kullanılır ve bu mazmunlar başka anlamları çağrıştırır. Mesela sevgilinin yanağındaki ben vahdeti simgelerken saçları kesreti simgeler. Bu aşk ilahi aşkın şiire yansımasıdır. Bahsedilen sevgilinin kim olduğuna dair hiçbir iz bırakmadan sevgiliyi anlatırlar.
Divan şiiri geleneğinde dikkat çekici bir uygulama göze çarpmaktadır. Bu şairler ilahi aşka ulaşmak için önce mecazi aşka ulaşmak gerektiğini bilirler. Bu yüzden öncelikle bir sevgiliye gönül vermeleri gerekir. Ancak bu mecazi aşkı bir kadına beslemek istemezler. Çünkü aşkın içine cinsel unsurlar girebilme tehlikesi vardır. Mecazi aşk merhalesinde cinsellik tuzağına düşen kişi ilahi aşk yoluna devam edemez ve o yolun içinde kaybolup gider. Bu sebeplerden dolayı bir kadın yerine erkeklere sevgi ve aşk duyarlar. Aşkın içine cinsiyet girmesin diye genellikle Gulam adı verilen genç kölelere muhabbet beslenir. Nitekim Mevlana’nın dostu Şems-i Tebrizi’ye beslediği aşk da böyleydi. Mevlana Şems’te "mutlak kemalin varlığını" cemalinde de "Yaratıcının nurlarını" görmüştü. Bu aşk ekolü içerisinde, derin felsefeler barındırır. Yüzeysel bir bakışla bakılınca bu aşk anlaşılmaz.
Ey! Aşk yolunun yolcusu azığını hazırla. Bu yol zahmetli yoldur. Bu yol nice koca bağırları parçalayıp dağıtmış ve nice yiğitleri sararıp soldurmuştur. Bu nihai aşka tutulan kişi için iki yol vardır: " Ya sevgiliye kavuşup onla mutlu olmak ya da sevgilinin hasretiyle ölmek." O aşk sarayının kapısından giren için geri dönüş kapısı kapalıdır. Aşk ekolünün talebeleri hiç durmadan bu yolu kat edip vuslata ererler ve ebedi bahta sahip olurlar.
Selam Aşk yolcularının üzerine olsun.