KADİM DOSTLARIMIZIN YALNIZLIĞI
Lise tahsili yıllarımızda gazeteler promosyon olarak kuponla ansiklopedi verirlerdi. Bazı ansiklopediler ise, bayilerde fasikül fasikül satılırdı. Aklıma ansiklopedi kuponu topladığımız o günler geldi. Hey gidi günler, hey! Serde öğrencilik var, paramız yok, garibanlık işte! Böyle cilt cilt, fasikül fasikül ansiklopedi temin etmek ekonomik yönden daha cazip geliyordu bize. O devirlerde ansiklopedi sahibi olmak bir öğrenci için öyle kolay bir şey değildi. Cilt tamamlandığında bu fasikülleri şehrin en iyi ciltevine götürür özenle ciltletirdik. Ardından evimizdeki kütüphanemizin en güzide rafına yerleştirirdik. Şimdi tatlı bir anı olarak kaldı o günler. Belki de kitabın yaşadığı en mesut demlerdi o dönemler. Bir kaynak kitap edinmenin ve o kitap içerisinde aradığımızı bulmanın hazzını yaşardık. Şimdi ki gençler bu hazdan yoksun yaşıyorlar.
En yakın dostlarımızın, bizim vefasızlığımız karşısında ahu eninle gözyaşı döktüklerinin farkında mıyız acaba? Bizim olanca vefasızlığımıza rağmen kadim dostlarımız yine de ümitlerini yitirmiyor; sayfalarını açıp bizimle tekrar kucaklaşacakları günü bekliyorlar hem de hiç küsmeden. Mezarında kendisine fatiha okuyacak ziyaretçisini bekleyen mevtanın yalnızlığı ve bekleyişi gibi... Belki de sayfaları arasında bizim için şu dost sitemini saklıyor kadim dostlarımız: ” Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler / Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler?”
Fasikül fasikül ansiklopedi sahibi olduğumuz o günlerden dijital, diğer bir tabirle e-kitaplar devrine geldik. Bazen lanet olsun bu dijital hayata diyorum. Belki de bazılarına göre geri kafalılık bu benim yaptığım. Ama lise yıllarında kendi imkanlarımla edindiğim o ansiklopedilerin yerini tutmuyor bilgisayarımda kayıtlı şimdiki e-kitaplar. Belki kütüphanemdeki o ansiklopedilerle aynı bilgileri saklıyorlar içlerinde ama ruhsuzlar. Kütüphanemdeki kitaplar daha canlı, daha samimi, daha yakınlar bana. Onlarla aramızda bir bağ var. Sanki konuşuyoruz karşılıklı. Kitaplarımızdan birinin üzerine toz değse, yaprağının bir kenarı yırtılsa, cildinde en ufak bir hasar olsa üzülüyor, hal çaresine bakıyoruz. Şu ölümlü dünyadan son yolculuğumuza çıkmadan geride kalan evlatlarımızı düşündüğümüz gibi onları da düşünüyoruz. Vasiyetimizde kütüphanemizin akıbetinin ne olacağını, nereye vakfedileceğini mutlaka belirtme ihtiyacı hissediyoruz. Onların bizden sonra hayatlarını devam ettirmelerini istiyoruz. Kitapla aramızda böyle bir bağ var.
Kütüphanemizin raflarını süsleyen kitaplarda hayat var aslında. Öyle esrarlı bir hayat ki bu, sadece okumasını bilenler çözebiliyor ondaki esrarı. Düşünün bir kere, Mecnun hâlâ o sayfalarda yaşıyor ve hâlâ o destansı hikâye her kari (okuyucu) ile tazeliğini koruyor. Fatih, beyaz atının üzerinde İstanbul’a girerken kitaplar o kareyi ebedileştiriyor ve yaşatıyor hâlâ. Kameranın ve dijital kaydın olmadığı o devri bütün canlılığıyla kitaplar aktarıyor ve yaşatıyor bize. Hatta öyle ki Mecnun ile sohbet edebiliyorsunuz. Bu anlamda hayat var kitaplarda. Bilemediğimiz, cahili olduğumuz ne hayatlar var kim bilir?
Raflarımızdaki o ansiklopediler bizi alır götürürdü bilgi deryasına. O deryayı farkettikçe hiç olduğumuzun, yokluğumuzun farkına varırdık. Bir sihri vardı kitabın ve ayrıca bir ulviyeti. Bu yüzden evlerimizin en güzel köşesinde yer açardık onlara. Çalışma odanıza girdiğinizde onlardaki uhreviliği, ulviliği ve bir derviş münzeviliğini hissederdiniz. Odadaki atmosfer sizi çepeçevre sarar, ruhunuzu kuşatırdı.
Kağıt kokusunun ta genzimize kadar işlediği kitap sayfalarını açar, bize lazım olan bilgileri okur, not defterimize kaydederdik. Şimdi zamane talebeleri kes, kopyala, yapıştırla işlerini hallediyorlar kitabı okuyup içindeki bilgiyi hazmetmeden.
Google Efendi çıkalı kitabın, kütüphanenin yolunu unuttuk. Yazarak öğrenmenin, not almanın, dolmakalem kullanmanın, bir şeyler üretmenin hazzını unutturdu bize Google Efendi. Artık kimse şehir kütüphanesinin o kitap kokan odalarına uğramıyor. Kütüphaneciler de öyle avare oturuyorlar, bürokratik yazışmalardan gayrı işleri yok. Ne gelenleri var, ne gidenleri. Çünkü kendisine birşey lazım olan herkes Google Efendi’yi bulup ona soruyor.
Kitaplar sırtlarını sıvazlayacak, yapraklarına dokunacak, tozlarını üfleyecek, kendisiyle konuşacak vefakârları bekliyor internet dünyasının Google Efendisine rağmen. Google Efendi kurmuş tezgahını bütün albenisi ve cazibesiyle kitabın ve kütüphanenin yolunu kesmiş. Siz ne derseniz deyin, bu sonucu biz hazırladık.
Kitabın eski tahtına kurulup, saltanatını sürdüreceği güzel günlerde buluşmak temennisiyle...
(RECEP ŞEN)
YORUMLAR
Teknolojinin bize tanıdığı fırsatı, sunduğu nimeti inkâr etmek, nankörlük olur. Araştırma yapacaksın, il il gezmeye gerek yok. Bir yer hakkında yazı yazacaksın, orayı kürede bulup, önüne getiriyor. Hacca mı gitmek istedin? sadece Kabe yaz, yeter. Birkaç saniyede Kutsal Topraklardasın!